Burası AB’nin ve Emirdağlıların kenti: Brüksel!

25 Aralık 2010

Bu kara kışta yolumuz önce Belçika’nın hatta Avrupa’nın başkenti Brüksel’e ardından da her adımda tarih fışkıran İtalya’da, Roma’da...
Sebebi ziyaretimize gelince... Avrupa Birliği (AB) Bilgi Merkezleri Ağı’nın genç Türk gazetecilere düzenlediği basın gezisi, ziyaretimizin ana teması. Gezi kapsamında her an değerlendirilerek, değerli görüşmeler yapılmasının yanında kısa da bir turistik tur olacak. Ancak önce geziyi düzenleyen AB Bilgi Merkezleri ile ilgili kısa bir bilgi...
AB Bilgi Merkezleri 18 ilde (Adana, Ankara, İstanbul, Eskişehir, Mersin, Trabzon, Samsun, Bursa, Denizli, Van, Edirne, İzmir, Antalya, Diyarbakır, Gaziantep, Kayseri, Konya, Şanlıurfa) faaliyet gösteriyor.
İzmir ve Edirne dışındaki illerde AB Bilgi Merkezlerinin faaliyetleri ticaret ve/veya sanayi odaları ile işbirliği halinde yürütülüyor. Bilgi Merkezleri, toplumu AB hakkında bilgilendirmeyi, AB -Türkiye ilişkileri hakkındaki önyargıların önüne geçmeyi, halka yönelik doğru ve düzenli bilgi akışını sağlamayı hedefliyor. Bu amaçla, kamu kurumlarıyla, okullarla, sivil toplum kuruluşlarıyla, KOBİ’lerle, üniversitelerle, belediyelerle ve diğer kurum ve kuruluşlarla ortak etkinlikler gerçekleştiriyor.
Merkezle

Yazının Devamı

Belediye çalışanları bile otobüslerden yakınırken...

21 Aralık 2010

İLKOKULDA tek başına okula gidip gelmeye başladığında kızıma ilk öğrettiğim; yaya geçidinde trafik kurallarını tam anlamıyla uygulamamasıydı...
Yani ona şunu demiştim: “Bak kızım. Burası Türkiye. Biliyorsun trafikte canavarlar dolaşıyor. O yüzden ne yapmamız gerekiyor biliyor musun? Her an karşımıza bir trafik canavarının çıkabileceğini düşünerek gereğinden fazla dikkatli olmalıyız. Hatta bizim güvenliğimizi sağlayan kurallara uymayıp, onları daha da güvenli hale getirmeliyiz. Nasıl mı? Diyelim ki araçlara kırmızı ışık yandı, yayalara da yeşil. Sen hemen geçmeyeceksin. İlk iki sıradaki araçların tamamen durduğundan emin olup, kendini iyice garantiye alıp öyle geçeceksin.”
Yüzüme korkarak bakan kızım, “Peki” demişti. Biz anne-kız hâlâ, o kendi kuralımıza uyarız.
Ama gel gör ki buna ne kadar uysak en akıl almaz kaza da gelip bizi buldu.
Bundan sekiz sene önce Alsancak’ta hızını alamayan bir araç kaldırımda bize çarpıp vitrine yapıştırdı. Kızımı kurtarabildim ancak ben kaçamadım. Yedi ay süren uzun bir tedaviyle zar-zor ayağa kalkabildim.
Bazı kazalara kaza denmiyor işte. Kaza; adı üstünde; yanlışlıkla, elinde olmadan meydana gelene denir.
Benzer kazaları yani “Yok artık”

Yazının Devamı

Bir üst geçit yapmanın bedeli bir candan daha mı fazla?

14 Aralık 2010

ORASI artık Türkiye’nin ilk “sakin şehri”
Dünya’daki ‘cittaslow’; yani yavaş, sakin yaşam hareketinin bir parçası olan Seferihisar; gemileri yakıp, pılı pırtıyı toplayıp, ömrün bundan geri kalanında yerleşmek için tüm davetkârlığıyla oracıkta duruyor.
Tepen attığında, tüm bu koşuşturmadan bıkıp usandığında sığınacak bir liman gibi uzaktan ışıldıyor.
Ne yalan söyleyeyim... Seferihisar’dan her haber bülteni geldiğinde, hevesle ve özenerek okuyorum.
İlçeyi bu unvana hazırlamaya yönelik çalışmalar hızla sürerken, Başkan Tunç Soyer’in açıkladığı her yenilik, her yeni proje iştahımı kabartıyor.
Haksız mıyım?
Kim istemez ki; güneş enerjili bisikletlerin işlediği caddelerde huzurla gezinmeyi...

Yazının Devamı

Ne korkusu kardeş?

7 Aralık 2010

Ak Parti sonunda beklenen İzmir atağını yaptı... “Korkma hemşerim(!)” dedi. İzmirlilerin yaşam tarzına müdahale etmeyeceğini anlatmak için “korkmahemşerim.com” adlı internet sitesi kuracaklarını açıkladı. Duyduğum an kendimi tutamadım. Koca bir kahkaha patlattım. “Ne korkusu kardeş?” diye sormak geldi içimden. İzmirli bugüne kadar neyden korkmuş ki? Zmyrna, Smyrna, Simirna diye geçirdiği tarihteki dönemlere bir baktınız mı siz? Hiiç kormamış İzmir. Hafiften bir tehlike sezmişse eğer; elinin tersiyle ittirivermiş, sırtını çevirmiş, ya da Kordon’dan denize döküvermiş!
Yoksa? Yoksa diye de karışıyor kafam....”Şimdi de İzmirliye korkak yakıştırması mı?” diye de düşünmeden edemiyorum ayrıca.
“Korkma” sözcüğünün cümlede kullanma biçimi, korku sözcüğüne karşılıktır. Korkunç olduğumu düşünürsem, usulca yaklaşırım birine veee “Korkma benden, zarar gelmez sana” derim. Ya daa... İçimde varsa bir kötü niyet, sezildiğini hissediyorsam; yine usulca yaklaşırım, hafif bir sırıtmayla, “Korkma benden, bir şey olmayacak” derim. Durduk yerde kim kime korkma der ki? Biri bana durduk yerde “Korkma hemşerim” dese, korkulacak bir durum olduğunu düşünürüm.
Zaten internetteki yorumlar da ne kadar

Yazının Devamı

Haydarpaşa yangını ve İzmir’in garları

3 Aralık 2010

KİM bilir kaç ayrılık yaşandı, kaç kavuşma? Kim bilir her düdük sesinde kimlerin içi koyuldu yollara? Beklerken o büyük tavanlı salonlarda, kimlerin döküldü gözyaşları kopmuş boncuklar gibi tarihi taşlara?
Kaç savaş sonrası kim bilir kimler eli boş döndü ardı sıra baka baka?
Hiç bir zaman tarif edemedim bir tren garının ne anlam ifade ettiğini? Ayrılık mı, hüzün mü, sevinç mi, umut mu, umutsuzluk mu anlamına geldiğini...
Ne zaman bir tren garının önünden geçsem, uzun bir süre ayrılamadım önünden... Evime giderken en sevdiğim tarihi Alsancak Garı’nın önünden geçmek oldu. Basmane Tren Garı’nda el salladım her seferinde kaybolan vagonlara...
İstanbul’a gittiğimde eğer Anadolu tarafındaysa işlerim hep Haydarpaşa Tren Garı’nın misafiranesinde kalmayı sevdim. Sabah tren düdükleriyle uyanmayı, geride duran heybetli binanın gölgesinde uyumayı sevdim.


Yazının Devamı

Kent yönetenlere tavsiye: ‘Arada sırada uzaklaşın’

30 Kasım 2010

ŞİMDİ bir bir ışıklarını söndürüyorum kentimin...
Sınırdışı ediyorum kendimi üstelik. Bir deniz kalıyor, bir körfez...
Gelmiyor artık İzmir’in bir araya iki yakası. Ne “Karşıyaka” sı ne de öteki kıyısı.
Şimdi yağmurlu bir sabah yaşanacak. Henüz dolmadı ki sokaklar. Vapurlar yol alacak, martıların kanatlarında. Sabah mahmuru otobüsler geçecek birer birer. Ben tam ortasında olacağım bulut bulut bir hüznün. “Ha yağdı, ha yağacak” diyecekler. Kirpiklerime takılacak bir tren; geçip gitmeyecek, gidemeyecek.
El sallayan minik bir kızın parmak aralarında ya da bir satıcının çığlığında bulacağım ben kendimi.
Yola çıkmak vardı şimdi. Terkedip bir şehri yollara, uzun uzun yollara düşmek... Çıksam dönebilir miyim ki? Düşsem kalkabilir miyim ki?
Bu kentin ışıklarını söndürüyorum şimdi birer birer. Sokak ortasında vuruyorum kalabalıklarını...

Yazının Devamı

Erkekler kadınlar için örgütlensin

23 Kasım 2010

HANGİ birini anlatayım ki? Dayağı mı? Tecavüzü mü? Psikolojik baskıyı mı? İşkenceyi mi? Tacizi mi? İşyeri tacizini mi? Töre cinayetini mi? Namus cinayetini mi? Kıskançlık cinayetini mi? Keyfi cinayeti mi?
Hangi birini?
Kadına yapılanları artık anlatmaya ne kelimeler ne de tarifler yetiyor. Hiç olmadık, hiç akla gelmeyecek türden onlarca şiddet çeşidiyle karşı karşıya kadın.
İstendiği kadar ulusal, uluslararası anlaşmalar imzalansın, yasalar çıkartılsın, kadına karşı şiddeti ne bizde ne dünyada kimse durduramıyor.
Ama bu son gün günlerde yaşadıklarımız artık “Bunu yapanlar gerçekten insan olamaz” dedirtiyor. Sokakta da mı yürüyemeyeceğiz? Kimseye mi güvenemeyeceğiz?
Geçen hafta İzmir’den bir genç kızın hikayesi Türkiye’de yürekleri sızlattı. Anne Fahriye E., tecavüze uğrayan 13 haftalık hamile kızı Gizem C.’nin gebeliğinin sona erdirilmesi için savcılığa başvurdu. Kızı, imam nikahıyla yaşadığı daha sonra ayrıldığı babası Nuri C. tarafından 30 yaşındaki M.K.Ş.’ye verilmiş tecavüze uğrayan genç kız hamile kalmıştı. Anne ve kızının feryadı bayramda kara bir leke gibiydi.
Peki önceki gün yaşananlardan haberiniz var mı?

Yazının Devamı

Gazeteci= Beleşçi mi?

19 Kasım 2010

ARİFE Günü... Gazeteden çıktım, röportaj için sözleştiğim yere yetişmek telaşındayım.
Alsancak’ta park yeri bulmak zaten zor... Dolanıp dururken, İzelman görevlisinin başında beklediği bir boş park yeri buluyorum. İçimden, “Bayram şansı bu olmalı” diye keyifleniyorum. Görevli yardımcı oluyor, arabayı park ediyorum. İniyorum ve fiş kesmek isteyen görevliyle başlıyoruz konuşmaya:
- Fiş kesmeyin benim basın kartım var.
- Zaten zar-zor bir tane yer boşaldı onu da sen aldın yani...
- Nasıl yani? Bir şikayetiniz mi var?
- Basın basın basın...
- Efendim?

Yazının Devamı