Bizlerin teknik adamların onbir ya da oyuncu tercihlerine saygı duyduğumuz kadar, eleştirme hakkımız da var... Neticede bu oyun görecelidir, size veya bize göre değişebilir.
Ne var ki bu oyunun yine bizce değişmez bir kuralı vardır, ideal onbir, ya da benzetme yerindeyse, fabrika ayarlarıyla fazla oynamayacaksınız!
Şenol Güneş kendi penceresinden haklı olabilir, Porto maçına Babel, Cenk Tosun ve Oğuzhan’ı saklamış olabilir, bu onun düşüncesi ... Ancaak, Porto’dan önce bu maçı kazanmak gibi bir zorunluluğu var Güneş’in! Hatta bu maç bir anlamda Porto’nun son provası ise ki öyle, o zaman ideal kadronun sağıyla-soluyla oynamanın mantığını nasıl savunursunuz? Haaa Pepe gibi sakatınız varsa, yerine alternatifi oynatırsınız, buna kimsenin gıkı çıkmaz.
***
İlk yarıda bir Lens’in bir de Quaresma’nın kaçardığı penaltı pozisyonu, Negrado’nun yan direğe çarpıp auta giden bir dokunuşu var, başka, yok! Nedeni de ideal onbirdeki rotasyondur! Quaresma’nın kalitesi ortada, niye penaltı ona attırılır, anlamak zor! Peki Negredo’nun asıl işi ne merak ediyoruz? Talisca var, Atiba var, var oğlu var. Bi de şu topla oynama yüzdesi var, yüzde 75 Beşiktaş, yüzde 25 Akhisar ilk yarıda. Ne var ki skor
Efendim, son aylarda sürekli yabancı oyuncu sayısını tartışıyoruz... Bu tartışmaların giderek yükselmesinin temelinde Milli Takım’ın altı maçta bir galibiyet alması yatıyor... Yabancının sınırsız olmasının elbette Türk oyuncuları olumsuz etkilediği bir gerçek... Kişisel olarak bu tartışmayı farklı bir kulvara, yani altyapılara çekmek istiyorum...
Süper Lig takımlarının doğrusu altyapılarını ben de merak ediyorum, eğitmenler yeterli mi acaba? Valla yeterli mi, yetersiz mi, bu konuda bilmeden ahkam kesmek bize yakışmaz. Ne var ki, altyapıdan oyuncu yetişmediğini bizler de gözlemliyoruz... Örnek büyük takımlar, son yıllarda altyapıdan yetişmiş kaç oyuncuyu A Takımı’na monte etmişler, ona bakalım? Ben anımsamıyorum! Şimdi ortada bir Altınordu gerçeği var, kadrosuna bakın bir tane yabancı oyuncu yok, hepsi yerli. Üstelik benzetme yerindeyse fabrika gibi, futbolcu üretiyor, satıyor, para kazanıyor. Altınordu tesislerini gittim, gördüm, tek tek gezdim, tepeden - tırnağa inceledim, hayran kaldım... Her şey mükemmel ötesi, okuluyla, statlarıyla, eğitmenleriyle valla çağ atlamış örnek bir kulüptür Altınordu...
İzmir’de, uçakla bir saat mesafede, teknik adamlarımıza, başkan ve
Eyyy futbolsever arkadaşlar, o ilk yarıda iki gol yedi diye, bu ülkenin takımını yuhalamaya ne hakkınız var? Tamam, iyi oynadığımızı söylersek ayıp ederiz, biliyoruz! Hele hele on kişi kalmış takımdan üç gol yemek elbette bize hiç yakışmadı...
Ne var ki sevgili dostlar bu takımın kötü futboluyla ilintili bir dizi mazereti olduğunu da unutmayalım lütfen... Belki farkında değilsiniz, biz anımsatalım isterseniz.
Lucescu ve ekibi, yeni bir jenerasyon, yeni heyecan ve fotoğraflar peşinde, işin özeti arayış içindeler bu biirrrrr... Arnavutluk maçındaki savunma bloğu ilk kez bir arada oynadı, uyum sağlamalarını beklemek hayalcilik olur bu ikiiiii... Artı ilk kez A Milli formayı giyen genç oyuncu sayısı altı bu üçççç... Ay-Yıldızlı ekip, Dünya Kupası’na gidemediği için özgüven kaybı yaşıyor, izleri var, henüz toparlanamadılar bu da dörtttt..
Hadi tecrübeliler alışkınlar (!), peki o gençlere tepki göstermek, onların şevkini kırmak, küstürmek ayıp değil mi? Onların tepkiye değil, desteğe ve de zamana ihtiyaçları var, lütfen bunu unutmayalım...
Dönelim maça ve gollere... İlk yarıda aslında iki golü saymazsak, çok kötü oynadığımızı söyleyemem... Özellikle ofansa çıkışlarda göze hoş gelen
Büyük hedefler için yarışan Milli Takımlarda kadroda yeni bir iskelet oluşturma adına öyle köklü oyuncu değişimlere gidemezsiniz... Hatta bunu gerçekleştirmek için mangal gibi yürek, destek ve sabır ister... Haaa hedef kaçar, zamanınız vardır ne ala, tıpkı bizim ülke Takımı’mız gibi...
Nereye varmak istiyoruz, Dünya Kupası’nı kaçırdık, şimdilerde 2020 Avrupa Şampiyonası Finalleri’ni hayal ediyoruz, startı Romanya özel maçıyla aldık, yenildik.
Dememiz o ki Mircea Lucescu’nun önünde uzun bir süreç var, Dünya Kupası’nı kaçıran kadroda istediği gibi radikal değişimlere gidebilir. Romen hoca, yeni heyecanlarla, yeni bir yarışmacı takım oluşturabilir, artı Türkiye’de bu potansiyel var, yeter ki yan yollara saparak, çenenizi yarıştırmayın, işinize odaklanın(!)... İşin özeti Lucescu bu anlamda tarihi bir fırsat yakaladı, inşallah başarır.
* * *
Kişisel olarak özel maçlarda skor tabelasına pek takılmam, hele böylesi değişimlerin söz konusu olduğu süreçte, sahadaki yeni yüz ve yeni heyecanlara bakarım. Lucescu, Atila, Okan, Emre Akbaba, Kenan Karaman, Erol ve Barış gibi altı yeni ismi aday kadroya çağırdı, sadece birini ilk onbirde sahaya sürdü.
Rakip Romanya da bizim gibi değişim içinde, yeni
Aykut Kocaman’ı severiz, sayarız. Saygılıdır, tek tartışılacak yönü teknik adamlığıdır. Kimine göre iyi, kimine göre yeterli değil...
Fenerbahçe’den kopup, Konyaspor’a kanat çırptığın süreci anımsıyorum... O süreç de sıkıntılıydı. Sürekli gitti, gidiyor, istifa etti, etmedi, tartışmaları günlerce sürdü.
Sarı-lacivertlilerin iç yapısını, yönetimini, takımı bizden daha iyi tanıdığın bir gerçek... O günleri anımsıyorum, başkan Aziz Yıldırım, senin için, “Bir daha bu kapıdan içeri giremez” diyerek kapıları kapatmıştı. Görüyoruz ki, aradan geçen o uzun süreç başkan Aziz Yıldırım’a o sözlerini unutturdu, yeniden Aykut Kocaman’a sarıldı!
Başkan Aziz Yıldırım’ın bu U dönüşüne lafımız yok, olabilir. Hatadan dönmek de bir erdemdir. Ahhh Aykut kardeş ahhh... Keşke dönmeseydin, iyi olurdu! Görüyoruz ki, hep aynı, değişen bir şey yok!
Osmanlıspor maçı sonrası, “Gereğini yapacağım” dedin, biz senin istifanı beklerken, ne görelim Samandıra’da takımın başındasın... Bu tablo geçmiş Fenerbahçe dönemini hatırlatıyor. Belli ki, sen de dersler çıkaramamışsın hocam!
Yönetim kanadının seni bırakmaması normal. Çünkü 6 ay sonra kongre var. Ancak söz de ağızdan bir kere çıkıyor. Ne dersin sevgili hocam?
Topal
Hani kırılma, başka bir deyişle ‘prangadan’ kurtulma anları vardır ya işte, Talisca’nın nefis kafa golü bunun en tipik örneğidir. 7. dakikaya kadar Göztepe iki net pozisyon üretti, Fabri tecrübesini konuşturdu. Bu sürece Göztepe altı korner atışı sıkıştırdı, Kartal’a nefes aldırmadı. İşte Talisca’nın golü böylesi bir tabloda geldi.
Haaa Göztepe’nin direkte patlayan iki şutu da bu baskının üretimidir. Talisca, eski günlerine dönüş sinyali verirken, Kartal’ı Göztepe baskısından kurtaran isim oldu bence... İlk yarıda Kartal’ın tek korner atışıyla yetinmesi, ev sahibi takımın baskılı oyununun en belirgin göstergesidir.
* * *
Beşiktaş’ın farklı galibiyeti Tamer Tuna’nın Göztepe’deki başarısına asla gölge düşürmez. Oynattığı futbol ve topladığı puanlar bunun en büyük kanıtıdır. Kartal’ın iki yıl üst üstte şampiyonluklarında onun katkısını kim yadsıyabilir? Elbette Beşiktaş’ı Tamer Tuna’dan başkası iyi tanıyamaz. Nitekim ilk yarıdaki Göztepe, fena işler yapmadı. Ne var ki, Beşiktaş’ın kadro ve tecrübesini de yabana atamayız. Nitekim, Babel’in farkı ikiye çıkarmasıyla iyice rahatlayan Beşiktaş, Cenk Tosun’la üç puanı garantiye aldı.
* * *
Gelelim yine anlı-şanlı hakemlerimize! Ghilas’ın attığı
Hep yazıyoruz, çiziyoruz, söylüyoruz... Beşiktaş Devler Ligi’nde bir başka oynuyor, keyif ve güven veriyor. Hele kendi evinde rakip kim olursa olsun, seyirciyi de arkasına alarak öyle bir baskı yapıyor ki, nefes aldırmıyor. Hani diyorlar ya, istatistik veriler... Valla bu oyun için pek geçerli değil! Baskıyı yapan, çok adamla rakip kaleye yüklenen, üretmeye çalışan, topa hep sahip olan Beşiktaş, gelin görün ki, golü kalesinde gören yine Beşiktaş... Dememiz o ki, rakamsal veriler, bazen skor tabelasıyla pek örtüşmeyebiliyor!
Beşiktaş, ilk yarıda Monaco’nun çok adamlı savunma anlayışını ortadan kaldırmak için her yolu denedi... Kanatlardan yüklendi olmadı, göbeği denedi olmadı, havadan aradı yine olmadı, olmadığı gibi bir net pozisyon da üretemedi. Lopes’in 45+1’de attığı golde Adriano’nun müthiş hatası vardı, gözlerimize inanamadık... Yalnız Adriano bunu hep yapıyor, oynadığı kritik bölgenin farkında değil arkadaş!
Şenol Güneş’in Talisca’yı yedeğe çekmesine hiç şaşırmadık doğrusu... Çünkü son bir aydır gerek iç, gerekse dış hatlarda Talisca’yı arayın ki, bulasınız, müthiş bir düşüş içinde! Güneş’in bir başka doğrusu ise Tolgay-Oğuzhan ikilisini tercih etmesiydi. Tolgay sakatlanıp
Trabzonspor’un, ligin lideri Galatasaray’ı yenmesi benim penceremden asla sürpriz değil... Maçın tamamına baktığımız zaman rakibine sahanın her yerinde pres yapan, savunmanın yardımına koşan, Aslan’a adım attırmayan bir Trabzonspor vardı. Gördük ki, Rıza Çalımbay, güçlü rakibini iyi analiz etmiş ve buna göre takımını hazırlamış. Çalımbay’ın hazır olmayan oyuncular yerine savunmayı ve de mücadeleyi iyi yapan oyuncuları ilk 11’de tercih etmesi, bu galibiyeti getiren en büyük faktördür.
Çalışkandır, içtendir
Rıza Çalımbay’ın işine bağlılığını anlatmaya gerek yok. Bir kere çalışmayı çok seven bir teknik adamdır Rıza Hoca... Nerede görev yapsa, o takımın başarısına odaklanır, pes etmek onun lugatında yoktur. Kalbinden geçeni diline yansıtacak kadar içtendir, kimseyi kırmaz, herkesin yardımına koşar. Yazılı ve görsel medyaya kapılarını sonuna kadar açar.
Bu madalyonun bir yüzü... Diğer yüzü ise Çalımbay için Trabzonspor büyük bir şanstır. Atom Karınca’nın bu fırsatı kişisel olarak iyi kullanacağından asla kuşkum yok. Çünkü Çalımbay artık tecrübeli ve de donanımlı bir teknik adamdır. Dememiz o ki bu şansı fırsata çevirme zamanıdır sevgili hocam...
Zor günlerin hocaları
Yerli hocalarımızın