Bir uçak dolusu gazeteciyi kalamar ve parmesan için Venedik’e taşıyabilirsiniz, en iyi halkla ilişkiler şirketlerini kullanabilirsiniz fakat eğer bienal kavramını anlamadıysanız ve de iyi oyuncular arasına zayıf bir projeyle girmeye çalışıyorsanız (bu da bir gayrimenkul geliştirme işi için uyduruk bir bahane) bunun sorumluluğu sizindir, araç olarak kullandığınız mimarlık ofisinin değil.”
Dün gazeteciler, mimarlar ve iletişimciler işte bu satırları konuşuyordu.
Küratör, yazar ve eğitmen Vasıf Kortun’un, sosyal medyada Türkçe ve İngilizce versiyonlarıyla paylaşılan yazısı.
Venedik Mimarlık Bienali’ndeki Türkiye pavyonu açılışı üstünden, bienalin Türkiye için ticari bir platform haline geldiğini, getirildiğini vurgulayan ağır eleştirisi.
Tesadüfen tam da o saatlerde Kortun’un Araştırma ve Programlar Direktörü görevini sürdürdüğü Salt Galata’da hem Salt ekibinden hem de mimarlarla yakın çalışan iletişimcilerle birlikteydim.
Herkes şaşkındı, hızla konuyu değiştirmeye çalışıyor ama konuşulanlar dönüp dolaşıp bir yerden yine Venedik’e ve Vasıf Kortun’un dediklerine bağlanıyordu.
Vasıf Kortun’dan ne bekliyoruz?
Vasıf Kortun kadar değerli, bilgili ve birikimli biri bile Venedik Mimarlık Bienali de
Sedef İybar, “Seni Sedefli Lezzetler’e konuk almak istiyorum” dediği zaman pek ciddi almadım.
Nasılsa unutur, havada kalır, araya iki seyahat girer, atlatırım sandım.
Sonra atlatamayacağımı anladığımda kendi kendime telkinde bulundum, “Bir şey olmaz, stüdyoda dekor gibi duracaksın, nasılsa Sedef hem sohbeti götürüyor hem de yemekleri bir çırpıda yapıveriyor, sana yapacak bir şey kalmaz” diye.
İzlediğim bir program Sedefli Lezzetler, formata aşinayım.
Derken 31 Mayıs’ta Mehmet Toner’in katıldığı programı daha da alıcı gözüyle izledim.
O da ne?
Harvard-MIT arasında mekik dokuyan, kansere çare bulan koskoca profesör hem son derece mütevazı yaptıklarını anlatıyor, fizikle yemek ilişkisinden bahsediyor, hem de baklalı risotto pişiriyor, üstüne de peynir rendeliyor büyük bir ustalıkla.
Eyvah dedim, ben ne yapacağım şimdi?
Hafta sonu İstanbul’da kalanlar önce Bosphorus Cup yelken yarışlarını izledi, sonra Chill Out Festival’den Tuzla Yat Kulübü’ne Ayşe Sicimoğlu’nu dinlemeye koştu.
Bu hafta da durum farklı değil, İstanbul’da olmak için geçerli çok neden var.
İşte en çok öne çıkanlar...
- İstanbul Müzik Festivali: İKSV’nin düzenlediği festival bu yıl 44. yılını kutluyor.
Bizim için rekor sayılabilecek bir rakam bu, bir festivalin bu kadar uzun yıllar sürdürülebilmesi önemli bir başarı.
Yarın akşam Lütfi Kırdar Sergi ve Kongre Sarayı’nda gerçekleştirilecek açılış konseri ve töreniyle başlıyor, 24 Haziran’a kadar devam edecek.
Murray Perahia, Gautier Capuçon, Angel Blue, Gérard Caussé, Patricia Petibon, Alice Sara Ott, Maxim Vengerov, Richard Galliano gibi isimleri ve Viyana Senfoni Orkestrası, Venedik Barok Orkestrası, Orchestra of the Swan ve Academy of St Martin in the Fields gibi toplulukları canlı izleme şansımız olacak.
Bu yılın teması ise Shakespeare’den alıntı: ‘Eğer Müzik Aşkın Gıdasıysa, Durmadan Çalınız’.
Murat Tabanlıoğlu, Nevzat Sayın, Gökhan Avcıoğlu, Hasan Çalışlar, Brigitte Weber ve daha birçok mimarla aynı uçakta gidiyoruz Venedik’e. Sanat bienallerinden farklı bir kalabalığı var uçağın da Venedik’in de. Bir kere ilk dikkat çeken, mimarlar siyahtan şaşmıyor ve kılık kıyafetlerinden ne iş yaptıkları anında belli oluyor. Belli ki sanatçılar kadar renkli bir dünyaları yok. Venedik Mimarlık Bienali’ne ilk gidişim dediğimde şaşırıyorlar. Oysa sonradan anlıyorum ki sanat bienalleri gibi değil mimarlık bienali, daha çok sektörel bir buluşma gibi. Çizimler, maketler, malzemeler ilginç ama sanat bienali kadar şaşırtıcı ya da ufuk açıcı olduğunu söylemek mümkün değil.
Görselliği dikkat çekici
Benim için bienaldeki en etkileyici yer Arsenale’de Sale d’Armi binasındaki Türkiye Pavyonu oluyor. Venedik Bienali’nde Türkiye Pavyonu’nun kalıcı bir yeri olması iki yıl önceye dayanıyor. İlk seferde Murat Tabanlıoğlu’nun daha kişisel bir hikayesi vardı. Bu yıl ise “Darzana, İki Tersane Bir Vasıta” ile katılıyoruz bienale. Tuhaf ama Türkiye Pavyonu’nun açılışı da milli maç hissiyatıyla geçiyor. Herkeste bir coşku, sonsuz gurur hali... Konuştuğum herkes Darzana’dan etkilenmiş.
Önce ekibi sayalım:
Venedik Mimarlık Bienali’nde bu gece bizi ilgilendiren önemli bir tanıtım daveti var, Peggy Guggenheim Collection’da ONE Derneği’nin daveti.
Demet Sabancı Çetindoğan özetliyor amaçlarını: “Türkiye’deki eşsiz mozaiklerin tüm dünyada bilinirliğinin artması, bölgenin dünyaca ünlenerek “Mozaik Yolu” olarak ortaya çıkması, ülkemizin yeni bir kültürel turizm alanı kazanması ve mozaiklerin kültürel miras bakımından değerlerinin bölge halkı tarafından daha iyi anlaşılması sağlanarak korunmaları ve tanıtımları açısından desteklerinin alınması”.
“Tabii T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Hatay, Kahramanmaraş, Gaziantep ve Şanlıurfa büyükşehir belediyelerinin desteğiyle, ONE Derneği Danışma Kurulu Başkanı Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın öncülüğünde” diye de ekliyor.
Sırada İngiltere ve ABD var
Daha önce İstanbul’da Elgiz Müzesi’nde ve Gstaad’da düzenlenen özel gecelerde, mücevher ustası Sevan Bıçakçı’nın mikro mozaik ayrıntılı yüzükleri, Mozaik Yolu video-mapping’i ve Özlem Süer imzalı mozaik desenli kıyafetler sergilediler.
Bu gece ise Şölen’in ana sponsorluğunda, Özlem Süer’in Mozaik Yolu projesine özel hazırladığı mozaik desenli elbiseler sergilenecek.
Hatta Özlem Süer, koleksiyona, yakın dönemde
Kibir Allah’a yakışır der annem. O yüzden her gün kendimi terbiye ediyorum. Yürüyorum okula, yolda resmimi asmışlar, onu görüyorum her gün, Allah’ım ben yine aynı Aziz’im diyorum. Ben öyle mükemmel bir insan değilim. Kardeşim beni evliya yapma. Ben normal insanım, başarılı oldum. Nobel alsam da almasam da yaptığım buluşlar ders kitaplarında yüzyıl sonra da olacak. Bizim Türk çocukları okuyacak ve bunu bir Türk yaptı, ben de yapabilirim diyecek ve güveni gelecek.”
“Çoğu insan zekâya inanır, ben inanmıyorum, bizi birbirimizden ayıran emektir, ben çalışmaya inanıyorum” diyen Aziz Sancar konuşuyor, Çalık Holding’in Sancar Türk Kültür Merkezi projesine destek yaratmak için verdiği davette.
Ali Sabancı’dan Hüsnü Özyeğin’e salondaki herkes huşu içinde dinliyor, sonunda ayakta alkışlayarak.
Alışık değiliz, bu kadar tevazuya.
“Bende ‘Vatan Millet Sakarya’ çoktur”
“Benim hikâyem çoğunuzun hikâyesinden farklı değil. Zor şartlarda büyümüş ve sonra başarılı olmuş çok kişi var aramızda. Herkes bu başarılara katkıda bulunuyor. Zor şartlarda büyüdüm desem doğrudur. Biz Doğulular zor şartlarda yaşadık, Ankaralılar zor şartlarda değildi demek doğru değil. Önemli olan hepimizin vefa borcudur, bunu
Kim Kardashian-Kanye West’ten Monica Bellucci’ye, Diane Von Furstenberg’den Jackie Kennedy’nin kız kardeşi Lee Radziwill’e, Elizabeth Hurley’den Marie Chantal’a, Valentino’dan Carla Fendi’ye, Suzy Menkes’den Sofia Coppola’ya uzanan bir kalabalık...
Bir film festivali ya da moda haftası değil bu sefer onları bir araya getiren.
Roma’da bir operanın prömiyeri.
La Traviata’yı Sofia Coppola yönetiyor, kostümler Valentino, set tasarımı ise Batman filmleriyle tanınan Nathan Crowley imzalı.
Amaç, operayı popüler hale getirmek ve zor durumda olan opera salonunu yaşatmak.
Daha biletler satışa çıkar çıkmaz tükenmiş ve perde açılmadan sadece 15 gece için 1.2 milyon euroluk bilet satışı yapılmış.
Bu rakam, Milano’daki La Scala’nın gölgesinde kalan Roma Operası için bir rekor.
Devlet Opera ve Balesi’nin ve şehrin simgelerinden AKM’nin akibetinin belli olmadığı, artık kültür-sanatı bile AVM’lerden takip ettiğimiz bir dönemde daha da anlamlı geliyor böyle işbirlikleri...
Yaz sezonu 19 Mayıs itibariyle açıldı. Her yazın hararetli tartışması “Bodrum mu, Çeşme mi?” artık son yıllarda Yalıkavak ve Alaçatı üzerinden yapılıyor. İstanbullular Alaçatı’yı keşfettiğinden beri böyle en azından. Yine de artık durum farklı, Bodrum’a giden mutlaka Çeşme’ye de gidiyor bir hafta sonu. Ama kim nereye giderse gitsin, herkesin aklı diğerinde kalıyor.
Tanınmış isimler Çeşme’de mekan açtı
Bu kış başında, New York Times 2016’nın öne çıkan tatil destinasyonlarını seçti. “Dünya çok büyük, sizin için küçülttük, antik tapınaklardan kristal sulara mutlaka görmeniz gereken yerleri derledik” spotuyla. Listede ilk sırada Mexico City, ikinci sırada Bordeaux, üçüncüde ise Malta vardı. Peki ama bu 52 maddelik listeye Türkiye’den girmeyi başaran neresi oldu?
14. sırayla Çeşme. Eskiden İzmirlilerin sayfiyesiydi Çeşme.
Bir de rüzgarı sayesinde sörfçüler biliyordu değerini. Eskiden
İstanbullular bir Altınyunus Oteli’ni bilirdi, şimdi Alaçatı’daki taş evlerden