İyi şeyler de oluyor... Vasıf Kortun, uluslararası sanat dünyasının her dediği tartışmasız kabul edilen tek yayını Art Review dergisinin ‘Güncel Sanatın En Etkili 100 Kişisi’ listesine bu yıl bir kez daha girmeye hak kazandı.
SALT Araştırma ve Programlar Direktörü Vasıf Kortun, 2010’dan beri aralıksız yer aldığı listede bu yıl 69. sırada.
SANATTA SIRALAMA OLUR MU?
Türkiye’de çağdaş sanatla ilgilenen genç sanatçılar, zaman zaman böyle listelere karşı olduklarını dile getiriyor. Sanatta sıralama yapılamayacağını söylüyorlar. Listeleri sanata saygısızlık olarak değerlendiriyorlar. Oysa tam da her şeyin sanat olarak kabul edilebildiği bir dönemde; sanatçıların bu kadar tutucu olmasını ve güncel sanatı gereğinden fazla ciddiye almasını anlamak mümkün değil.
Pekala sıralamalar yapılabilir, özellikle de bu sıralamaları alanlarında uzmanlar yapıyorsa saygı duyulur, aynı fikirde olsanız da, olmasanız da...
Hiçbir şeye sabrımız kalmadığı için, artık sinemaya gitmeye üşenir hale geldik. Eskisi gibi her filmi sinema salonlarında izlemiyoruz. Fimleri evde DVD’de ya da Apple TV’de izlemek, istediğimiz yerde durdurup istediğimiz yerde başlatmak, çok daha konforlu geliyor.
Üstelik film öncesindeki reklamlara, hiç olmayacak yerde gelen 15 dakikalık araya, önünüzdeki arkanızdaki konuşmalara, haşır huşur seslere de tahammül etmek zorunda kalmıyoruz.
“Bütün bunlara rağmen hiç tanımadığınız insanlarla aynı salonda oturup, aynı heyecanla sinemada film izlemenin yeri ayrı. Ben TV izlemek yerine sinemaya gitmeyi tercih ediyorum” demişti Homeland’in yıldızı Claire Daines, Cape Town’daki sette bir araya geldiğimizde.
Claire Daines haklı, üşenmeden
sinemaya gittiğimiz zaman hissiyat değişiyor. Sinemada telefonla oynamadan durabilmeye, bitmek bilmeyen Whatsapp mesajlarına cevap vermemeye pekala dayanabiliyoruz.
Kabul etmek lazım, sinema sadece dev ekran ve ses efektlerinden ibaret değil, aynı zamanda konsantrasyonumuza da iyi geliyor.
Woody Allen’dan ‘hafif’ bir komedi
Pazar günü 10 dakika içinde, kendimi eve en yakın sinema salonunda buldum. Woody Allen’ın ‘Sihirli Ay Işığı’nı izlemek
Tam 10 yıl önce Beyoğlu’ndaki bir kültür merkezinde İstanbul eğlence hayatı hakkında bir konuşmadayız. Moderatör Artun Ünsal, konuşmacılardan biri de benim. Soru cevap bölümünde bir izleyiciden soru geliyor, “Beybilon’a damsız girilir mi?”
Başta anlamakta güçlük çekiyorum.
Sonra Babylon’dan bahsettiğini anlayınca rahatlayıp cevabı veriyorum: “Tabii, Babylon’da konserler düzenleniyor, giriş için bilet almak yeterli.”
HAYAL EDEMEZDİK GERÇEK OLDU...
Çok değil, 10 yıl önce Beyoğlu’nda hala ‘damsız girilir mi, girilmez mi?’ tartşmalarının olduğu bir zamanda Babylon Asmalımescit’i değiştirdi, dönüştürdü.
Şimdi aynı değişim, kuruluşundan tam 16 yıl sonra, Bomonti’de yaşanacak.
Haftaya Lucca’nın 10’uncu yıl kutlaması damga vurdu. Lucca müdavimleri “black tie” kostümleriyle soluğu birkaç gece üst üste Lucca’da aldı. Sanat dünyası ise Tomtom Gardens’daki Contemporary İstanbul partisi ve “Tomtom Calling” sergisinin açılışında bir araya geldi
Yaklaşık 14 saatlik Tokyo-İstanbul uçuşunun üstüne doğru Lucca’ya gidilir mi? Gidilir. Söz konusu Lucca’nın yaratıcısı Cem Mirap’ın sürpriz doğum günü partisi olunca hiç tereddüt edilmez. Sürpriz partilerin çoğunda sürpriz önceden bozulur. Neyse ki öyle olmuyor,
Cem Mirap, Lucca’ya iş için geldiğini sandığında kendisini doğum günü partisinde buluyor.
Cem Mirap bu hafta 40’ıncı yaşını, Lucca ise tam 10’uncu yaşını kutluyor. Çarşamba akşamı yapılması planlanan kutlamalar da sürpriz nedeniyle pazartesiden başlıyor.
“Black tie” sevildi
“Tokyo’da yerli markaları, tasarımcıları nerede bulacağım” diye bir bilene danıştığımda yanımdaki iki arkadaşım da aynı şeyi soruyor: “İstanbul’a gelen bir turiste sen hangi yerli markaları önerirdin?”
Bunun üzerine başlıyoruz düşünmeye...
“Ne aradığına bağlı” diye zaman kazanmaya çalışıyorum ama nafile!
Turistik birkaç şey dışında yerli marka ve tasarımcılarımızdan, Türkiye’yi yansıtan bir öneri gelmiyor aklımıza.
25 GÖZDE ŞEHRİ SEÇTİLER
Tam da bunun üzerine çok sevdiğim seyahat dergisi Conde Nast Traveller’ın yeni sayısını karıştırmaya başlıyorum.
Birkaç gün önce Fazıl Say’ı Japon hayranlarıyla birlikte izlemek üzere Tokyo’dan Kyoto’ya gittim. Onu izlerken; Japonya’da nasıl karşılanıyor, Türkiye’de nelerle mücadele ediyor diye düşündüm.
Henüz Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın programından Fazıl Say eserlerinin çıkarıldığı haberini de almamıştık.
Dün sabah Tokyo’dan İstanbul’a gelmek üzereyken, havaalanında aldım haberi.
Fazıl Say sadece solist olarak programdan çıkarılmamış, eserleri de çıkarılmış. Hatta bu durum Twitter’da Fazıl Say hayranları tarafından “Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası repertuvarındaki eserlerdeki Fa sesleri bir daha çalınmayacak. Konservatuvarlarda fa oktavdan çıkarıldı” esprilerinin yapılmasına bile neden oldu.
Böyle bir karar kim tarafından, hangi gerekçeyle alındı bilemiyoruz tabii. Ama
Fazıl Say’ın Türkiye’deki 25 konserinden 15’inin iptal edildiğini de düşünürsek, zamanlama manidar.
Dünya çapında sayılı sanatçımız varken ve bütün dünya onlara sahip çıkarken; bir tek bizim onların değerini bilmememiz ve hayatlarını giderek daha da zorlaştırmamız yazık gerçekten.
Japonya, hayatta en çok görmek istediğim ülkeydi. Çizgi filmlerden sonra ‘Lost in Translation’, ‘Blade Runner’, ‘Kill Bill’ gibi filmlerle yer etmişti aklımızda. Her giden başka bir gezegen olduğunu anlata anlata bitiremiyordu. Sanki gerçekten de bu gezegende, dil ve alfabe farkından kaybolacağımı sanıyordum.
Oysa gelip görünce, şimdiye kadar duyduğunuz her şeyin aslında ne kadar abartı olduğunu görüyorsunuz. Tamam, Japonlar’ın çoğu sular seller gibi İngilizce konuşmuyor. Ama hepsi derdinizi anlamak için elinden geleni fazlasıyla yapıyor ve aynı dili konuşmasanız da bir şekilde anlaşıyorsunuz.
Her saatte, her bölgede sonsuz güvendesiniz. Depremde bile bir şey olmaz hissi hakim ülkeye. Daha ilk günden kendinizi uzun zamandır Japonya’da gibi hissediyorsunuz. Beyaz dantelli taksilerdeki beyaz eldivenli şoförleri yadırgamıyor, metroda kendi yolunuzu kendiniz bulabiliyor, sonra da sırf doğru yolda olduğunuz için bile mutlu oluyorsunuz.
HIZLANDIRILMIŞ TOKYO TURU
Tokyo’ya gelince; güzel bir şehir demek pek mümkün değil. Üstgeçitleri yüzünden gökyüzünü bile göremediğiniz, zaten parlak neon ışıklarından gözlerinizin kamaştığı tipik bir büyük şehir. Hiçbir bölgesi birbirine
Beş günlük Japonya seyahatinde Fazıl Say konserine gidilir mi? Üstelik sabahın köründe Tokyo’dan kalkıp hızlı trenle 2 saat 10 dakikada Kyota’ya varıp, konser saatine kadar hızlandırılmış bir şehir turu yapıp, üstüne de o yorgunlukla konser izlenir mi? İzlenir tabii, hem de memnuniyetle.
Kyoto’da havalimanı yok, en yakın havalimanı arabayla iki saat uzaklıkta, Osaka’da. Ama bir konser salonu var ki, üçüncü havalimanı ve üçüncü köprünün planlandığı koca İstanbul’da böyle tek bir konser salonu bile yok!
Yine de şanslıyız, Japonlar’ın da hayran olduğu Fazıl Say’ı İstanbul’da da, hatta yazın Bodrum’da da sık sık izleme fırsatımız oluyor.
Fazıl Say 10 gündür Japonya turnesinde.
Hemen hemen her gün başka bir şehirde konseri var. Yine iki haftalık bir Fransa turnesinden geliyor. Fazıl Say’ı özellikle Japonya’da bu kadar çok izlemek istememin nedeni; aslında ne kadar iyi olduğunu görmek değil, tamamen izleyicinin tepkisini merak etmek.
KONSER SONUNA KADAR SALONDA ÇIT ÇIKMIYOR