Instagram olmadan herkesin profesyonel fotoğrafçılarla aşık atabileceği bir yer: Tanzanya. Bırakın safarideki hayvanları, burada gökyüzü ve bulutlar bile çizilmiş gibi
Her seyahat dönüşü, “Uzun bir süre bir yere gitmek istemiyorum” deyip birkaç gün içinde kurtlanmaya başlayan biri olarak hâlâ bunu düşünüyorum, uçağa saatler kala. Sanırım artık çok geç, Karaköy Sağlık Merkezi’nde sarı humma aşısını oldum, sıtma haplarına başladım. Üstelik, THY Kilimanjaro’ya direkt uçuş bile başlattı, vardır bir bildikleri. Yine de elimde değil, “Kilimanjaro’ya da haftada kaç kişi gider?” deyip duruyorum. Boyumun ölçüsünü yabancı transit yolcularla dolu uçakta alacağım. Az sonra. Gün içinde karşıma çıkan herkesten Tanzanya’yla ilgili bir şey dinliyorum. Önce Elif Boyner “Çok sıcakmış, babam (Cem Boyner) geçen hafta döndü” diyor. Bir arkadaşım
Ocak’ta yapacağı safari planlarını anlatıyor,
bir diğeri ise Serengeti Parkı’nı ne kadar sevdiğini... Bu bir işaret olmalı.
Kilimanjaro’da Boeing 737’den inip pırpır uçaklara biniyoruz. Macera başlıyor. Uçaktan çok kanatlı minibüse benziyorlar, oturma düzeniyle ve çok sallamasıyla. Tek pilot var. Her bir bulutu ayrı ayrı hissederek zıplaya zıplaya uçuyoruz. Uçak korkusu olan kimse bu pırpırlara binemez, o kesin. Uçak alçaldıkça gözümüz bir pist arıyor. “Pist nerde?” derken taş toprak bir alana iniyoruz. Meğer Serengeti Havalimanı burasıymış. Bir kulübe var önünde çalışanların sosyalleştiği, bir de ileride tuvaletler. O kadar.
Tanzanya’yla ilgili ilk izlenim, burada herkes profesyonel fotoğrafçılarla aşık atabilir. Tanzanya’da Instagram filtrelerine de gerek yok. Seregenti’de photoshop’la yapılmış gibi, pırıl pırıl bir gökyüzü var. Temiz hava böyle oluyor demek.
En çok aslanlar heyecanlandırıyor bizi. Üç aslanın bir zebrayı kemiklerini sıyıra sıyıra yemelerini izliyoruz. Kemiklerin çıtır çıtır sesini duyarak. O kadar vahşi, o kadar korkunç bir görüntü ki... Evde kanepeye kurulup National Geographic’de belgesel izlemeye benzemiyor aslanların ağızlarından çıkan sesleri yakınınızda duymak. Neyse ki aslanlar günde 20 saat uyuyor, o kadar uyumasalar doğada canlı kalmaz zaten.
Bir leopar görmek uğruna bütün araçlar bir arada bekliyoruz, leoparların inadı tutuyor, kayalıklarından çıkmıyorlar. O kadar insan izlemeye gelse ben de çıkmam. Beni en çok filler şaşırtıyor, tonluk hayvanlar sadece yeşillikle besleniyor. “Ben bile sırf yeşillikle doymuyorum, koca filler nasıl doyuyor?” diyorum. Rehberden cevap, “Günde 300 kilo ot yiyorlar.” Susuyorum.
Gece korumasız dolaşmak yasak
Serengeti’de Serena Lodge diye bir otelde kalıyoruz. Uzaktan bakınca yeşillikler arasında kamufle olmuş, hiç gözükmüyor. Küçük kulübelerden oluşuyor. “Hava karardıktan sonra kendi başınıza odanızdan sakın çıkmayın, koruma isteyin” diyorlar. Türküz ya gülüyoruz önce,
“2 adım yol için koruma mı çağıracağız?” diye. Ama hava kararıp da odaların önünde
antiloplar cirit atmaya başlayınca ve daha
önce aslan, fil ve bufaloların susayıp da otele geldiğini duyunca korumasız adım bile
atmıyoruz gece. Hayvanlar haksız değil,
otelin havuzu dev bir yalak gibi duruyor.
Akşam yemeğinde balık var. Hindistancevizi ya da passionfruit soslu yapıyorlar. Yerli yemekler beklentimin üstünde çıkıyor. Sonra otelde Afrikalı dansçıların şovunu izleyip erkenden yatıyorum. Ertesi gün uzun olacak.
Sabah safariye çıkılıyor. İnsanoğlu hemen şımarıyor, bir gün önce bizi heyecanlandıran filleri ikinci gün görünce “A, yine mi fil!” diyebiliyoruz. Aklımız leoparda, gergedanda. Gerçi rhinolar buraya gelmiyormuş genelde, onu baştan söylediler ama leoparlardan ümitliyiz. Gün batımına doğru bir ağaca kuşlar konmuş, öndeki su birikintisine yansıyor gölgeleri. Sırf bu manzara için bile gidilir diye düşünüyorum. Gerçekten büyüleniyorsunuz, renkler, ışık, doğa karşısında etkilenmemek mümkün değil. Sonra yine taş toprak havaalanına gidiyoruz. Pırpır uçağımız ve pilotumuz bizi bekliyor. Bir saat sonra bu sefer Arusha Havalimanı’ndayız. Hemen arka fonda Meru Dağı var. Onun arkasında da meşhur Kilimanjaro. Hemingway’in “Kilimanjaro”nun Karları’nda anlata anlata bitiremediği volkanik dağ. Arusha’da yollar safariden daha beter. İçimiz dışımıza çıkıyor. Ama yapacak bir şey yok, yollar Hindistan’daki gibi. Hindistan’dan en büyük
fark, burada çok sayıda son model jip olması. Hindistan’da arabalar dökülüyor, Tanzanya’da
ise sanki yola yatırım yapacaklarına “Yolu boşver, arabalara yatırım yapalım” demişler gibi bir durum söz konusu. Yol üstünde bir otelde dinleniyoruz birkaç saat. Hemen arkasından Kilimanjaro Havalimanı’na hareket ediyoruz. İstanbul’dan gelen THY uçağına biniyoruz. Yorgunluktan bitmiş haldeyiz. Pişman mıyım? Hayır. Yine olsa yine giderim. Size de tavsiye ederim, hem safari mevsimi hem de yeni uçuş olduğu için bilet fiyatlarında promosyon var.
Zebra nüfusu insan nüfusundan çok
Safari araçları bizi bekliyor, toz toprak içinde zıplaya zıplaya yola koyuluyoruz. Hani ‘Afrika’da safariye gidip bir hafta aslan görmeyi beklediler’ diye konuşulur ya, biz daha yolda giderken o kadar çok hayvan görüyoruz ki şaşırıyoruz. Orlando’da Disney World Animal Kingdom’daki safari gibi, sanki hayvanları tek tek doğaya yerleştirmişler. Rehberimiz anlatıyor, hayvanlar Masai Mara’dan yeni göç etmişler, Serengeti’nin tam zamanıymış. En çok zebra görüyoruz. Serengeti’de zebra nüfusu insan nüfusundan kesinlikle daha fazla. 4 milyon hayvanın 500 bini zebra. İkinci sırada ise yine zebra kadar estetik olan zürafalar geliyor. Zürafalar boyunlarının etkisinden midir nedir, fotoğraf makinesi görünce modellik yapmaya bayılıyor. Hiç kaçan yok. Bufalolar, ceylanlar, antiloplar, filler, maymunlar... Yolda daha birçok hayvan görüyoruz. Safaride büyük beşli: fil, aslan, rhino, leopar ve bufalo.
Elif Boyner’in işleri üç önemli koleksiyonda
Tanzanya uçuşundan önce Tepebaşı’ndaki Galerist’te Derin Sarıyer ve Elif Boyner’le bir araya geldim. Derin Sarıyer, İstanbul Tasarım Bienali için Absolut şişesi formunda bir koltuk tasarlamıştı, şimdi buna ek olarak Elif Boyner videolarıyla Absolut Blank’in beyaz sayfasına imza attı.
Derin Sarıyer tasarımlarında da, pazarlamasında da her zamanki gibi başarılı. Tek şikayeti mobilya işlerinden tasarıma istediği kadar çok zaman ayıramamak.
Elif Boyner ise birçok kişinin doğallığını anlata anlata bitiremediği, bazılarının da soyadından dolayı acımasızca eleştirdiği genç bir sanatçı. New York ve Paris’te Parsons School for Design’dan sonra 23 yaşındayken tam Dubai’de Saks Fifth Avenue’da işe başlamak üzereyken vazgeçip sanat okumaya Londra’ya Central Saint Martins College’a sanat eğitimi almaya gidiyor. Şimdi bu kararından çok memnun.
“Montmartre ressamı olmak istemedim”
Önce paketlemede kullanılan bubble wrap’lerde resim yapıyor. Tanıdıkları “Bizim aile resmini de yapar mısın?” demeye başlayınca, “Montmartre ressamına dönmemek için resim yapmayı bıraktım, video art’a yöneldim” diyor. Ama bubble’ları malzeme olarak seviyor ve şimdi böyle bir projesi var. Video işlerini önce Pilevneli Project’de “Görünürün Ötesinde” adlı sergisinde, sonra Contemporary İstanbul’da Ankaralı sanat galerisi Siyah Beyaz’ın standında gördük. Contemporary İstanbul’da sergilediği videoları üç önemli koleksiyona gittiği için çok mutlu. İstanbul Modern, Borusan ve Mustafa Taviloğlu koleksiyonu. İstanbul Modern, daha önce de bir çalışmasını almış.
Şüphesiz Elif Boyner’in işlerinin dikkat çekmesinde isminin ve çevresinin de etkisi çok. Ama birçok sanatçının pazarlamayla uğraşmaktan üretme heyecanını kaybettiği bir dönemde Elif’in heyecanı etkiliyor insanı. Biri fikrini çalar diye düşünmeden bir bir anlatıyor hayal ettiklerini, yapmak istediği projeleri. Türkiye’ye dönünce en çok malzeme ve işçilik konusunda şaşırdığını itiraf ediyor. İngiltere’de bir işi gerçekleştirmek için saatlerce uğraştığını, burada işleri yerleştirmeyle başkalarının ilgilendiğini görünce her şeyi ben yapmıyorum diye üzüldüğünü ama istediklerini daha çabuk hayata geçirebildiğini ekliyor. Ayrıca iyi bir gözlemci, merakla başka masalarda oturanları inceliyor. Yurtdışında insanların daha mesafeli olduğunu, Türkiye’de
ise insanlardan daha çok beslendiğini de söylemeden geçmiyor.
Merakı artırmak için kendi videolarını merceklerde izletmeyi tercih ediyor. Farklı dünyaları anlatıyor. Çalışmalarında hep bir arayış var. O arayış, o heyecan hiç bitmeyecek gibi gözüküyor. Belli ki
Elif Boyner’in işlerini daha çok göreceğiz.
Özay Şendir
“Erdoğan, Osmanlıyı diriltmek istiyor…”
11 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
Şaşırtan Çin
11 Mayıs 2025
Zeynep Aktaş
Yatırımda yeni şifre: Hızlı nakit
11 Mayıs 2025
Ali Eyüboğlu
Nükhet Duru: Fırınlanmadan, pişmeden kalıcı olunmaz
11 Mayıs 2025
Güldener Sonumut
Vadeli lider vs. Vadesiz lider: Habemus Papam...
11 Mayıs 2025