Kaderin garip tecellisi... Çoğu, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkan Ergenekon sanıklarını Avrupa hukuku kurtarabilir. Çünkü Ergenekon yargılaması şimdiden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) hukukuna aykırılık işaretleri veriyor.
Mahkemede yıllarca Türkiye’yi temsil eden deneyimli yargıç Rıza Türmen, Milliyet’te bu ay başında yazdığı üç yazıyla bu konuda çok önemli uyarılar yaptı.
Davanın geleceğini etkileyebilecek bu başlıkları, mahkeme başlarken özetlemek istiyorum:
* * *
1. Makul kuşku var mı? AİHM kriterlerine göre esas, yargılamanın tutuksuz yapılması... Tutukluluk için bireyin suçluluğuna dair makul bir kuşkunun bulunması gerekiyor. Türmen’e göre, Mahkeme, ilkin buna bakacak. “Sadece ifadesini almak için birinin özgürlüğü sınırlanmışsa bu, bir ihlal nedeni olabilir” diyor Türmen...
2.Tutukluluk süresi makul mü? Sözleşme, tutuklunun makul bir sürede yargılanmasını öngörüyor. Ergenekon davasında olduğu gibi tutukluluk aylarca sürdürülüyorsa bunun nedenini somut kanıtlarla ortaya koymak şart...
Türkiye, AİHM’de her yargılandığında niye tutukluluk süresini uzattığını “Sanığın suçlu olduğuna dair güçlü kanıtlar vardı” gibi genel gerekçelerle geçiştiriyor ve her
Gidişatı ilk fark edenlerden biri Abdi İpekçi olmuştu. Tam 30 yıl önce bu ay, Milliyet’te şu satırları yazmıştı:
“Terörizm, topluluklara karşı hedef gözetmeksizin öldürücü sabotajlarla yeni bir aşamaya gelmiştir. Amaç, hükümeti devirmek, rejimi yıkmaktır. İstenen, toplumda panik yaratmaktır.” (3 Ekim 1978)
O dönem 16 Mart katliamıyla terör kitleselleşmiş, İpekçi’nin sezdiği gibi “yeni bir aşama”ya girilmişti.
İstanbul Üniversitesi’nde 100 solcu öğrencinin üzerine atılan ve 7 öğrenciyi öldürüp 41’ini yaralayan bombanın polis aracında bir ülkücüye verildiği ortaya çıkmıştı.
O ülkücü, vicdan azabıyla davadan dönmeye niyetlenince beyninden kurşunlanmıştı.
Kanlı perde böyle açılmıştı.
* * *
Fatma Korkmaz’ın fotoğrafını gördünüz mü gazetelerde?
Kocaman gözleri var; meraklı, şaşkın, ümitvar...
Gözlerin üstünü çizen kalın kaşlar, yanaklarında Allah vergisi allıklar...
“Bir çocuk kadar masum” tanımına denk düşen sıcak bakışlar...
Kahramanmaraş’ın Saygılı köyündenmiş Fatma...
15 yaşındaymış.
Ailesi onu bu yaşta evlendirmeye karar vermiş.
Nazım’ın onu karşılarken yazdığı dizeleri onu uğurlarken söylüyoruz ardından: “Güle Güle.../ Biz bıraktığın gibiyiz/ Ustalaştık biraz daha / taşı kırmakta/ dostu düşmandan ayırmakta...”
Ne zaman Arnavutköy’den geçsem, o güzelim kırmızı yalının penceresinde onu arardım. Bazen her zamanki köşesinde, ak saçlarıyla denizi süzüyor olurdu.
Bazen kaybolurdu.
Kayıpsa bilin ki, gönüllülerden birinin kulağına yüksek sesle okuduğu bir romanı dinliyordu.
Geçen hafta o köşeden ebediyen koptu.
Oysa “Dalya” demesine pek az kalmıştı.
Hastanelerin koridorlarında işaretparmağıyla dudağını teyelleyerek herkese sus işareti yapan meşhur hemşire vardır ya...
Bugünlerde onun fotoğrafını, büyük meydanlara, gazete bürolarına, televizyon binalarına, parti genel merkezlerine, holdinglerin gökdelenlerine asmakta yarar var.
Devlet, dört koldan bizi “şişşşt”liyor çünkü...
Başbakan “Ağzı olan konuşuyor” diyerek kriz endişesini dile getiren işadamlarını fırçalıyor.
Genelkurmay Başkanı bize eski eylül rüzgârlarını anımsatan bir hiddetle hizaya girmemizi istiyor.
Hemen hiza alan Başbakan, her kavgada okulun en sert pazılısının yanına seğirten çocuklar gibi “Paşam size az bile söyledi” havasına giriyor.
Askeri mahkeme, Aktütün’le ilgili ciddi soru işaretleri ortaya koyan belgelere yayın yasağı koyuyor; savcılık, belgeleri yayımlayan Taraf’a baskın sinyali veriyor.
Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edildiği dönemde Başbakan olan Bülent Ecevit, “Amerika, Apo’yu neden verdi anlamadım” demişti.
Oysa Öcalan bunun cevabını, daha teslim edilmeden Özgür Politika gazetesinde vermişti:
“Doğrudan ABD tarafından yönlendirilen bir komployla ulusal kurtuluş çizgisinin tamamen tasfiyesi amaçlanmaktadır. Kuzey Iraklı Kürt liderlerin katıldığı Washington Deklarasyonu süreci, tasfiyemiz üzerine kuruldu. Barzani ile Talabani’nin Ankara’ya gidişleri bu çerçevededir.”
Öcalan kendisine yönelik komployu fark etmiş, ama kaçamamıştı.
Yakalanmasından hemen sonra toplanan PKK Kongresi, bu operasyonun “ABD emperyalizmi, Türk faşizmi ile Kürt ihaneti”nin ortak komplosu olduğunu duyurmuştu.
* * *
Önceki gün NTV’de Neden’in konuğu olan eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’in açıklamaları bu “komplo”yu teyit etti.
Dün ODTÜ’den geçtim. Stadyumun basamaklarında boydan boya yazılmış devasa “Devrim” yazısını gördüm.
ODTÜ’lüler geçen hafta sonu yazmışlardı yazıyı...
Aslında “üzerinden geçmişlerdi” demek daha doğru...
Çünkü yazı oraya 1968’de yazılmıştı.
Fikir, Hüseyin İnan’ındı. Rivayete göre, boyayı kimya mühendisliğindeki devrimciler, silinmesi zor bir formülasyonla hazırlamışlardı.
Sonra Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Taylan Özgür, Mustafa Yalçıner, Mete Ertekin gibi öğrenci liderleri bir gecede stadyumu “devrim”e boyamışlardı.
Yazı tam 40 yıl orada kaldı. Yağmura, rüzgâra, kazımaya, darbelere direndi. Silinmedi.
Dikkatinizi çekti mi bilmem; Başbakan konuşurken iki cümle arasına bir “...noktasında” sözcüğü sıkıştırıyor.
Marmaray konuşmasında bu huyu doruğa çıktı.
Erdoğan, “Ulaşım noktasında önemli projelere imza attık” dedi.
“Boğaz’ın çevre noktasında etkilenmemesi”nden söz etti.
“Vatandaşların ulaşım noktasında rahat nefes alacaklarını”, “ulaşım noktasındaki sıkıntılarının biteceğini” söyledi.
* * *
Son “Ulusa Sesleniş” konuşmasına baktım; aynı şey: