İliştirilmiş gazeteci aranıyor

15 Kasım 2008

“Embedded gazetecilik” tabiri sanıyorum Irak savaşından sonra Türkçeye girdi. Savaşa Amerikan tanklarına tıkıştırılıp götürülen ve işgalcinin istediği şekilde haber geçen gazeteciler için kullanılan bir tabirdi.
Tabiri “iliştirilmiş gazetecilik” olarak tercüme edeni kutlamak lazım; çünkü burada hem “ataç” çağrışımı var, hem de “Sen şuraya iliş, fazla bi işe karışma” tembihine bir atıf...
Yıllardır Erdoğan’ı izleyen 7 gazetecinin “hoşa gitmeyen haberler” yüzünden akreditasyonlarının iptal edilmesi, hem bir tahammülsüzlük göstergesi hem de oralarda gazetecilikten ne anlaşıldığının bir yansıması...
Öyle anlaşılıyor ki, Erdoğan’ın ofisi, “Başbakanlık muhabiri” diye, gün boyu Başbakan’a “iliştirilecek” ve fazla etliye sütlüye karışmayacak “ataç”lar arıyor.
* * *
“İlişiği kesilen” gazetecilerden biri de Milliyet’in deneyimli Başbakanlık muhabiri Abdullah Karakuş...
Onun “suçu”nun ne olduğu dünkü Milliyet’te vardı:

Yazının Devamı

Turgut Özakman’la dört saatlik ‘Mustafa’ sohbeti

13 Kasım 2008

Turgut Özakman hocamla kitaplar, anılar ve yorumlar arasında unutulmaz bir 4 saat geçirdik. Evinden ayrılırken nihayet ‘Mustafa’ya ilişkin derli toplu, akademik bir değerlendirme dinlemiş olmanın keyfini yaşıyordum...

Geçen gün Turgut Özakman’ı televizyonda bizim Mustafa filminden sahneler üzerinde yorum yaparken görünce çok üzülmüştüm.
Çünkü filmi izlemediğini biliyordum.
Ankara galasına bizzat davet ettiğim halde gelememişti. Sonradan karşılaştığımda da “Gelemedim, ama en kısa zamanda izleyip seni arayacağım, fikrimi söyleyeceğim” demişti.
Araya zaman girdi. Filmle ilgili asılsız eleştiriler aldı yürüdü. Filmde olmayan sahneler bile bu internet-medya kampanyasında suçlama için kullanıldı.
Sonunda Mehmet Ali Birand 32. Gün’de, “Mustafa” tartışması için Turgut Özakman’la beni davet edince, dün kapısını çaldım, “Hocam gelin şu filmi birlikte izleyelim” dedim.

Yazının Devamı

Güneydoğu’da inisiyatif kimde?

11 Kasım 2008

Geçenlerde Başbakan’ın çok yakınındaki bir isimle karşılaştık ve bir süre söyleştik.
Tam Güneydoğu’da ortalığın karışmaya başladığı günlerdi.
Genelkurmay Başkanı, Taraf’ın yayınlarını hedef alan sert açıklamayı yapmış, Başbakan da ona destek çıkmıştı.
“Ne diyorsunuz?” diye sordu.
Yorumumu yazmıştım. Başbakan’ın şahin bir çizgiye kaydığı görüşündeydim.
Katılmıyordu.
“Sizce sınırdaki askeri bir operasyonun görüntülerini kim sızdırmış olabilir?” diye sordu. Peş peşe sorular sorarak beni kendi cevabına yönlendirdi.

Yazının Devamı

Dogmalarla savaşan bir lideri dogma haline sokmak

10 Kasım 2008

Yıllar önce işsiz bir gencin protesto haberi çıkmıştı gazetede... Şehir meydanındaki Atatürk heykelini rehin almıştı.
Silahı heykelin beynine dayamış, “Gelirseniz sıkarım” diye bağırıyordu. Önce ne yapacaklarını bilemeyen polisler, genci teslim olmaya ikna etmişlerdi. Ertesi günkü gazetede işsiz gencin heykel önüne çiçek koyarak Atatürk’ten af dilediği duyuruluyordu.
* * *
Unutamadığım bir başka sahne de şu: Bir sendika lideri, “Hükümet haklarımızı vermezse ne yapacağımızı biliyoruz” diyor. Genel grev çağrısı yapacak sanıyorsunuz. Ama hayır!
“Atatürk’e gidip hükümeti şikâyet edeceklerini” söylüyor.
* * *
Anıtkabir’e gitmek, bir ulusun liderine duyduğu nihayetsiz saygının, sevginin göstergesi elbet...

Yazının Devamı

İşte Atatürk’ün gizli sığınağı

9 Kasım 2008

Ankara Söğütözü’nde bir küçük kulübe var. “Küçük”, lafın gelişi değil; gerçekten küçük... “Tek göz” derler ya; aynen öyle... Başkentin ortasındaki bu tek odalı kerpiç ev, Atatürk’ün bir dönem kendisiyle baş başa kalabilmek için yaptırdığı minik “koliba”sı...

Öyküyü Nezihe Araz’dan naklen baştan anlatalım: Yıl 1926... Gazi, Orman Çiftliği projesi üzerinde çalışıyor.
Bir akşam işi erken bitiyor; “Hadi etrafta biraz dolaşalım” diyorlar. Yürüyüş sırasında Söğütözü’nü keşfediyorlar.
Çorak kentin ortasında yeşermiş bir söğüt ormanı bulmak, Gazi’yi sevindiriyor.
Ağaçlar arasında gezerken Rumeli şivesiyle “Şu söğütlerin içinde küçücük bir ‘kolibam’ olsaydı” diyor.
Yanındakiler; “Bundan kolay ne var Paşam, iki günde yaparız” diyorlar.

Yazının Devamı

Bu kimin işine yarar?

8 Kasım 2008

Bu soru, son dönem sansür meraklılarının sloganı haline geldi.
Diyelim bizim takım kendi sahasında yabancı konuk ağırlıyor. Seyirci sahaya şişe yağdırıyor. Kameralar görüntülüyor.
“Aman yayımlamayalım. Rakibin işine yarar. Türkiye zarar görür.”
Hooop, görüntüler “temizleniyor”.
Tabii şişe atanlar da...
Bir başka vaka:
Gardiyanlar içeri alınan zanlıya tekme tokat girişiyor. Öldüresiye bir dayak... Öldürüyorlar da nitekim... Olay kanıtlarla, tanıklarla belgeleniyor.

Yazının Devamı

Böylesi daha iyi!

6 Kasım 2008

Ankara’da bazılarının uykusunu kaçıran şey, beni sevindiriyor:
Washington’da “Türkiye’nin stratejik önemi her şeyin üstündedir” yaklaşımı bitiyor.
“İşkence yapıyorlarsa da göz yumalım. Çünkü Irak’a komşu” demeyebilir artık ABD...
“Düşüncenin önünde engeller var, sorunlarını şiddet kullanarak çözmeye çalışıyorlar, ama bölgede çıkarlarımızı savunuyorlar” diye Ankara’ya omuz vermeyebilir.
Gece yarısı muhtıralarını desteklemeyebilir.
Ve böylesi daha iyidir.
* * *

Yazının Devamı

Değişim umudu

4 Kasım 2008

1959 yılı... 23 yaşındaki ekonometri öğrencisi, saatlerce ders çalıştıktan sonra dışarı çıkıyor.
Biraz rahatlamak için bir bara gidip arkadaşlarıyla buluşuyor. Gitar çalıp neşe içinde eğleniyorlar.
İçkisini ısmarladığı sırada barda oturan beyaz adam, barmene şöyle diyor:
“İçkimi bir zencinin yanında içmek zorunda değilim.”
Bar birden sessizleşiyor, herkes kavgayı bekliyor.
Hawaii Üniversitesi’nin ilk Afrikalı öğrencisi olan Kenyalı Barack, kendisine yönelik hakareti duyunca ayağa kalkıyor, adama doğru yürüyor, gülümsüyor ve ona “Bağnazlığın ne kadar aptalca olduğunu, ‘Amerikan rüyası’nın bambaşka bir ülke vaat ettiğini ve her insanın evrensel hakları bulunduğunu” anlatıyor.
Beyaz adam, biraz da çevredekilerin tepkisiyle utanıyor. Gençlerin içki paralarını ödüyor. Sonra da Barack’a bir aylık kira parasına denk olan- 100 dolar veriyor.

Yazının Devamı