Son operasyonda en zor durumda kalan kurumlardan birinin Silahlı Kuvvetler olduğu söylenebilir.
Bunu dün sabah “Gözaltılar için Başbakan’a yeşil ışık yaktığı” söylentilerini sert bir dille yalanlayan Kara Kuvvetleri Komutanı Org. İlker Başbuğ’un yüzünden ve sözlerinden okumak mümkündü.
Bir yandan ilk kez ordu komutanı düzeyinde generaller gözaltına alınıyor.
Öte yandan, basına yansıyan darbe iddiaları, göz ardı edilemeyecek belgelere, planlara, günlüklere dayandırılıyor.
Bir yanda, kuruların yanında yaşları da yakmaya ve hazır fırın yanmışken tüm muhalifleri ateşe atmaya meyilli bir intikam davası görüntüsü var ortalıkta...
Öte yanda, askeri hepten gündelik siyasetin kuyularına ve müdahale ortamına çekme hesabı yapanların kirli ilişkiler ağı...
Bu ortamda, kurunun yanında yaşın da yanmasını engellemek ve hukukun siyasallaşmasını önlemek ne kadar önemliyse, darbecileri cezalandırmak da o kadar önemli...
İlhan Selçuk gözaltına alındığında Cumhuriyet’e gitmiştim. Balbay dedi ki: “Artık sabahları birbirimizi arıyoruz; bu sabah alınan var mı diye...”
Aynen öyle oldu.
Dün sabah telefonu kapalıydı.
Dilek’le koşup evine gittik.
Site güvenliği, polislerin 6.40’ta geldiğini, 4 saattir içeride arama yaptıklarını söyledi.
Vatansever Kuvvetler hareketiyle ilgili bir şeyler arıyorlardı.
Az sonra bir sivil polis, bilgisayar kasasıyla çıktı dışarı...
Geçen ay Sultanahmet’teki turistik bir otelde, 14 Alman kadın parlamenterin bulunduğu masada, bir milletvekiline, “Türk olduğu gerekçesiyle” içki servisi yapılmadı.
Alman milletvekilleri içki siparişlerini verdikten sonra SPD Berlin Milletvekili Dilek Kolat, rakı isteyince “Siz Türksünüz, veremeyiz” cevabını almıştı.
Sofraya çağrılan müdür durumu şöyle açıklamıştı:
“AKP’li belediye içki ruhsatı vermiyor. Turistlere ses çıkarılmıyor ama Türklere içki verdiğimizi duyarlarsa burayı kapatırlar.”
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, “Keyfi bir uygulama... İstanbul’da Dubai uygulaması olmaz” dedi ama bu ilk değildi; son olacak gibi de görünmüyordu.
Lifij’in tablosu
Çok kutuplaşmıştık. Ortak paydalarımızdan uzaklaşmıştık.
Kamplara ayrılmıştık.
Birlikte heyecanlanabilmeye, aynı anda, aynı şeye sevinebilmeye, birbirimize sarılabilmeye susamıştık.
Ayrıca başarıya açtık.
Başımız önde dolaşmaktan yılmıştık.
Sürekli aşağılandığımız Avrupa karşısında zafere muhtaçtık.
Euro 2008 bütün bu gereksinimlerimize karşılık oldu.
AKP, kapatma davasını “Google davası” diye tanımladı. Çünkü Başsavcı, suçlamalarına dayanak teşkil eden haberleri, internetin gözde arama motoru “Google”dan derlemişti.
İddianamenin sonundaki belgeler, Başsavcı’nın internet çalışmasının ayrıntılarını ele veriyor.
6 Şubat’ta üniversitelerde türbanı serbest bırakan anayasa değişikliği Meclis’te oylandı. Başsavcı o sabah 07.02’de internete girmiş ve “Google”a şu sözcükleri aratmış:
“Birinci+Ümmetçiyim.”
“Birinci”, Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı’nın adı... “Ümmetçiyim” ise, ona ait bir laf... Google’a bu iki sözcüğü peş peşe yazıp “enter” tuşuna bastığınızda bir saniye içinde Prof. Birinci’nin “Ümmetçiyim” sözünü ne zaman, nerede söylediğini öğrenebiliyorsunuz.
* * *
Eeee?
Anayasa Mahkemesi’nin türban kararı açıklandığında, Başbakan’ın eşinin de olduğu bir ortamda AKP’nin bir üst düzey sorumlusu sevinçle ayağa kalktı; kendileri aleyhindeki her yasal kararın sandıkta lehte sonuç verdiğini hatırlatarak dedi ki:
“Biz bu işten daha çok ekmek yeriz.”
Orada kimse ses çıkarmadı. Ama yakın çevreden bazıları sonradan tepki gösterdiler.
Bunlardan biri şunu sordu:
“Biz türbanlı kızların eğitim sorununa çare mi arıyoruz, onların ıstırabını oya tahvil etmeye mi çalışıyoruz?”
* * *
Siyasette “göze göz”, herkesi kör etmişe benziyor.
Ağır bir ÖSS sorusu gibiydi Esquire dergisininki... “Hayattan ne öğrendiniz?”
Verilen süre içinde aklıma gelenleri aşağıda yazdım.
Yanlışların doğruları götürmeyeceğini umuyorum:
* * *
Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum. Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim. Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Nuri Bilge Ceylan’ın babasını çektiği bu fotoğrafın adı “Rough Sea / Dalgalı Deniz”.
Nuri Bilge Ceylan’a Cannes Film Festivali’nde En iyi Yönetmen ödülünü aldıktan birkaç gün sonra ulaşmaya çalıştım.
Yapımcısı sevgili Zeynep Özbatur, “Yenice’de, babasının yanında” dedi. Toprakla uğraştığını söyledi.
İtiraf edeyim ki bu durum, aldığı ödül ve ödül töreninde yaptığı konuşmadaki iki güzelim cümle kadar yürek ferahlatıcı geldi.
Ödül haftasını yerli-yabancı basına sırayla demeç vermek, sanat-magazin programlarında boy göstermek ve böylece tören konuşmasının yarattığı olumlu atmosferi pekiştirmekle geçirmek yerine kendi yetiştiği toprakların bereketli ıssızlığını tercih etmişti Ceylan...