Ada Ateş düştüğü yeri yakıyor ya... Pazar akşamı Şırnak'ta çatışma haberini alınca geçirdiğimiz dakikalar bile, bu kanlı tezgâhta yakınlarını yitirenlerin neler hissettiklerini çok daha iyi anlamamıza yetti.Önce yoğun bir kaygı...Giderek tarifsiz bir keder... Ardından çaresiz bir öfke...* * *Başbakan'ın "Önümüzdeki ay, Amerika'da Sayın Başkan'la bu konuları konuşacağız" demesi, mesela Şırnak'tan her an kara haber bekleyen bir asker ailesini ne kadar rahatlatmıştır, değil mi(!)Artık böyle "Dur bakalım" demeçleriyle ya da güvenlik zirvelerinin beylik açıklamalarıyla bir yere varılamayacağını herkesin gördüğü noktadayız.Sabırlar taşıyor.Sınır ötesi harekât için kamuoyu baskısı artıyor.Asker, göz göre göre, neredeyse zorla Kuzey Irak batağına çekiliyor.Ben de sorunun sınır ötesinde değil, içeride olduğuna inanıyorum; ama bunu söylemek, günbegün yaşanan acılara çare olmuyor.* * *Türkiye, hiç güvenmediği Amerika'dan hâlâ medet umuyor. Oysa Arap dünyasının etkili gazetesi El Hayat, ABD'nin bu operasyona neden göz yummayacağını gayet net özetledi geçen gün:1)Türk askeri harekâtı, işgal yönetiminin Irak'ın bağımsızlık taahhüdüne zarar verir.2) Harekât, Türkiye'yi yeni bir Kıbrıs
Ada Minnesota-Efes Pilsen maçını hayranlıkla izledik. Baş döndürücü bir tempo, soluk kesen bir gösteri..."Gösteri" diyorum, çünkü işin şov yanı, maçın önüne geçti çoğu zaman... O kadar ki, kendimizi basket maçında değil, panayır meydanında hissettiğimiz anlar oldu.Ve Amerikan patentli NBA ortamının, bizim renkli siyasal arenamıza ne kadar benzediğini fark ettik.* * *Bir zamanlar "zenci" diye aşağılananlar, şimdi sahanın kralı olmuş; beyazlarsa neredeyse hiç yok ortalıkta...Rakipler, sahada birbirleriyle gayet iyiler; taraftarları ise tribünde atışıyor. Kimi "milli" olan takımı destekliyor, kimi, Amerikan takımını... Bu ikinciler, "Yerel olması değil, küresel oynaması önemli" diye savunuyor tavrını... "Milli"ciler, rakibi tutanları "satılmışlar" diye yuhalıyor.Takımların maskotları "mavi aslan" ile "boz-kurt", kenarda taraftar topluyor. Seyirci, mısır yiyerek "Yuh"lar ve alkışlarla takımlara destek ya da köstek oluyor. Bir yandan da tribüne fırlatılan beleş havlulardan (kömür kamyonlarının moderni!) kapabilmek için birbirini eziyor. Bedava ürün kapan, takım değiştiriyor.Tam bir takım oyunu olsa da "gösteriş peşinde koşanlar"la, "takımı omuzlayanlar" hemen fark ediliyor. Tribüne
Ada Türkiye'deki öğrenciler de, İzmir işgalindeki Yunan mezalimini öğreniyor.İki komşu halkın barış içinde yaşaması mümkün mü? Yunanistan'da bir ilkokul öğrencisi düşünün. Tarih dersinde "Konstantinopol'ün Türklerce nasıl işgal edildiğini, Küçük Asya felaketinde Yunanlıların nasıl yok edildiğini" okuyor. Ders kitapları konusu, ilk kez, 1999'da, İsmail Cem'in Dışişleri Bakanlığı döneminde gündeme geldi. Batı'da tarih yazımı, nicedir sorgulanıyordu. Tarihsel düşmanlar, Almanya ve Fransa ortak ders kitabı yazma noktasına varmıştı. 1980'lerin başında UNESCO, Balkanlar'da tarih kitaplarının hasmane ifadelerden arındırılması için çalışma başlatmıştı.Türkler ve Yunanlılar aynı şeyi yapamaz mıydı?2 ülkede "gelecek kuşakların önyargısız yetişmesi" amacıyla bürokratlar ve akademisyenlerden 2 kurul oluşturuldu.İlk toplantı 2005'te Ankara'da, ikincisi 2006'da Atina'da yapıldı.Heyetler, karşı tarafın ders kitaplarını inceleyip hasmane ifadeleri madde madde sıraladı. Ve "törpüleme" işlemi başladı. Nasıl başladı? 2006'da Yunanistan, 40 yıllık kitaplardaki 80 cümleyi "temizledi." "Yunanlılar 400 yıl esaret altında yaşadı", "Küçük Asya felaketinde (Kurtuluş Savaşı) on binlerce Yunanlı
Ada Bazılarımız bunu ömür boyu küslüğe çevirir. Kimimiz üstünü örtüp hiç yokmuş gibi davranır. Malum; hafıza-ı beşer, nisyan ile maluldür; yani insan aklı, unutma özürlüdür.Kimimiz ise, dargınlığı derinleştirme pahasına sorunun üstüne yürür; esaslı bir hesaplaşmaya girişir.Pek azımız yaşananlarda kendi sorumluluğumuzu kabul ederiz. O yüzden de küslük sürdüğü müddetçe kendimizi haklı çıkaracak tezler üretiriz.Bu arada hafıza, sürekli diğerinin bize ne kötülükler yaptığını hatırlatarak suçluluk duygumuzu bastırır.* * *Toplumlar da böyledir. Geçmiş ihtilafları deşmek istemezler pek... Samimi bir hesaplaşmaya girişmek yerine kendilerinin ne kadar haklı olduğuna dair kanıtlar üretirler. Giderek bu kanıtları, itirazları bastıracak şekilde yüksek sesle dillendirmeye başlarlar. Toplumlar, böylece "millet" olur.Süreci sağlamlaştırmak, tartışma yaratmamak için "Düşmanlarımız bize ne kötülükler yaptı" konusu da sık sık hatırlatılır. Böylece mazideki yaranın üstü sımsıkı kapatılır.Dış düşman, içte birliğin sigortasıdır. "Bir daha düşünsek, şuna karşı taraftan da baksak" diyenler vatan haini sayılır.Resmi tarih, kindarlığın koltuk değneğidir.Yeni yetişen kuşaklar, bu değnekle yetiştirilir* *
Ada "Tarih, ders alınacak bir kitap mıdır, bir kahramanlık destanı mı?""Geçmişle hesaplaşmak için mi okutulur, ortak bir kimlik oluşturmak için mi?""Derste tarihsel gerçekleri mi öğretmeliyiz, milli gurur mu aşılamalıyız?"Yabancı olmadığımız bir tartışma bu... o yüzden ilgiyle izliyorum.* * *Tartışma, "kamikazeler"den çıktı.2. Dünya Savaşı'nı anlatan çoğu kitapta, Japon intihar komandoları efsaneleştirilerek anlatılır. "1945'te Japonya düşmek üzereyken binlerce gönüllü, hayatlarını hiçe sayarak Okinava'da Amerikan gemilerine 'ölüm dalışı' yapmıştır."İşin aslının böyle olmadığı biliniyordu, ama durum, geçenlerde yayınlanan bir kitapla belgelendi. 1500 kamikaze taarruzunu yapanlar gönüllü değil, "intihar"a zorlanan kurbanlardı. Japon ordusunun baskısıyla ailelerini öldürüp çaresizce ölüme dalmışlardı.Gerçek ortaya çıkınca, ders kitapları "düzeltildi". Kamikaze efsaneleri yerine Japon ordusunun herkese silah ve bomba dağıtarak intihar "telkininde" bulunduğu belirtildi.* * *Ancak geçen yıl işbaşına gelen muhafazakâr hükümet, Japonlara yeniden ulusal onur kazandırma vaadi doğrultusunda okullarda milliyetçi eğitim verilmesi için anayasayı değiştirdi. Bir komisyon kuruldu. Ortaokul ve
Ada Kapağında "Ali topu Agop'a at" yazıyor. Bu, Hrant Dink'in günün birinde ilkokul kitaplarında okumayı umduğu cümleydi."İliklerime kadar Anadoluluyum" dediği şu topraklarda yok sayılmaktan dertlendiğinde "Ne var yani" derdi;"...hep 'Ali topu Ayşe'ye at' diye yazan şu alfabede Ali bi gün de Agop'a atıverse şu topu..."Katledilmesinden sonra açılan anı defterine, Asya adlı bir küçük kız bu cümleciği not etmişti; kanla yazılmış bir vasiyeti yerine getirir gibi..."Ali topu Agop'a at!"* * *Hrant anısına çıkarılan kitap (Kırmızı, 2007), duruşmasının yapılacağı bugün piyasada olacak. Dostlarının, ailesinin onu anlattığı kitabı bir solukta okudum dün...Ayşe Önal, çocuklarının suikast haberini nasıl aldığını yazmış.Hrant'ın kızı Sera, Taksim'de arkadaşlarıyla dolaşıyormuş o gün... İçlerinden birinin telefonu çalmış. Açan kız, bembeyaz kesilmiş. Şöyle yazıyor Ayşe:"Sera arkadaşını bembeyaz bırakan haberin aslında kendi hayatını sonsuza dek değiştireceğini hissetti. İçgüdüsel olarak eli kendi telefonuna gitti. Babasını aradı. Telefon olağan çalıyordu. Derin bir nefes aldı. Az sonra babası, numarasını görüp onu arayacaktı. Ama arkadaşları onu bir taksiye bindirip Agos'a götürdüler. Tuhaf bir
Ada 1930'ların sonu... Ticaret Bakanı Hüsnü Çakır, Zonguldak'ta özel sektörün elinde bulunan birkaç kömür ocağının devletleştirilmesini kararlaştırıyor.Savaş, Türkiye'nin kapısında olduğundan, kararın yadırganacak bir yanı yok.Yalnız şöyle bir sıkıntı var:Devletleştirilecek ocaklardan birini Rıza İnönü işletiyor.Rıza İnönü, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün kardeşi...Yıllardır işlettiği ocağın elinden alınacağını duyunca yıkılıyor. Ankara'ya gelip çare aramaya başlıyor. Bakanla, yetkililerle konuşuyor. Sonuç alamıyor. Tabii bu arada evinde kaldığı ağabeyine de açıyor konuyu...Yine sonuç yok.İsmet Paşa, devletleştirmeden zarar gören ve o yaştan sonra yeni bir işe girişmesi zor olan kardeşi için "kılını kımıldatmıyor."Hatta yaverinin anılarından öğrendiğimize göre, Ticaret Bakanı'nı çağırıp "Kardeşim burada... Bu kararı değiştirmeye uğraşıyor. Sakın kolaylık göstermeyin" diye tembihliyor.Başta anneleri olmak üzere evde herkes üzülüyor, ama karar değişmiyor.Yıllar sonra bu konuyu Erdal İnönü'ye sorduğumda şöyle demişti:"Babam ticareti bilmezdi. Ayrıca Türkiye'de ticaretin devlet parasıyla yapıldığına inanırdı. 'Ticaretle zengin olanlar esasen devlet kaynaklarını kullanmışlardır' diye
Ada Eski ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı, seneye Dışişleri Bakanı olması beklenen Richard Holbrook geçen ağustosta PBS TV'de bir söyleşide dedi ki:"11 Eylül'den beri ABD, dünyanın her yerinde ılımlı İslami demokrasiler istiyor. İşte, sadece iki tane var: Türkiye ve Malezya... Türkler çok dramatik bir seçim yaptı. Ilımlı Müslüman bir parti, meşruiyetlerini Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Atatürk'ten alan ünlü milliyetçi partileri mağlup etti. Bu ılımlı Müslüman parti, İsrail ile de iyi ilişkiler içinde ve AB'ye üyelik istiyor. Ben de bunu kuvvetle destekliyorum.""Ilımlı İslam" tanımının yarattığı antipatiye Malezya'dan gelen haberler de eklenince tüyler ürperdi. Çünkü Malezya da Türkiye gibi anayasa değişikliğine hazırlanıyordu ve "Malezya laik bir devlettir" maddesinin değiştirilmesi düşünülüyordu.Malezya yüksek mahkemesi başyargıcı, şeriat hükümlerinin hukuk sistemine eklenmesini önermişti.ABD'nin niyeti konusundaki kuşkular hepten arttı.Bu niyeti daha iyi anlamak ve yaşanan gelişmeleri netleştirebilmek için, Amerikan stratejisinin zeminini oluşturan bazı raporları hatırlamakta büyük yarar var. Malezya tartışmasının nasıl başladığını hatırlamakta yarar var. Bahsedeceğim raporlar