Ada "Oğlumu Ankara'nın en iyi okuluna verdik; ama okulda 'Faziletli'nin oğlu' diye dışlandı. Okul yöneticileriyle konuştum, sonuç alamadım. Okuldan almak zorunda kaldık" demişti. Eşi de başı kapalı diye üniversiteye kayıt olamamıştı.Buruktu."Onların ne günahı var?" diye soruyordu.Bunu soran adam, şimdi devletin zirvesine oturmaya aday...Zor soru şu:Çankaya'da rövanş mı arayacak, toplumsal uzlaşma mı?"Siz benim ailemi dışladınız; ama şimdi davacı, davalı oldu" diye öç alma peşine mi düşecek; yoksa bir daha hiçbir çocuğun dışlanmayacağı bir Türkiye idealine mi hizmet edecek? * * *Ben Abdullah Gül adının, mevcutlar içindeki en iyi seçenek olduğuna inanıyorum.Yumuşak üslubu, uzlaşmacı yaklaşımı, devlet adamı tavrı ve güler yüzüyle Erdoğan'dan farklı bir çizgi izleyegelmiştir. Türkiye'nin, farklılıklarını zenginlik haline getirecek bir kucaklaşmaya duyduğu ihtiyacı en iyi bilenlerdendir.Talihsizliği, mazide kalmış sözleri, eşinin türbanı veya devleti bir dönem Avrupa mahkemelerine şikâyet etmiş olması değil... hak varsa, herkes içindir.Talihsizliği, seçiliş biçimindedir.O makama, baştan hak ettiği için gönderilmek yerine, Erdoğan imzalı dolambaçlı bir entrikanın son dakika formülüyle
Ada Toplumca, kendisini evlat edinecek aile bekleyen çocuk durumuna sokulduk aylardır...Başımıza kim geçecek?Erdoğan kimi seçecek?Eşinin başı açık mı olacak?Dil bilecek mi? Bizi sevecek mi?Biz onu sevebilecek miyiz?Eski halimizi özleyecek miyiz?* * *Bir nevi görücü usulü bu...Geleceğimize damgasını vuracak, 7 yıl tepemizde oturacak kişi belirleniyor. Ve cumhurbaşkanı konusunda "cumhur"un zerrece söz hakkı yok."Anayasa'ya göre söz Meclis'in" deniliyor.Gidin sorun bakalım Meclis'te kimsenin haberi var mı?Onlar da Erdoğan'ın ağzına bakıyorlar; baklayı ağzından çıkarsın diye...Böyle zavallı bir "demokrasicilik" oyunu...Komikliğin daniskası şurada ki muhtemelen adayın kendisi bile bilmiyor, Çankaya ile baş göz edileceğini...Sadece bizi değil, muhatabını bile şaşırtacak bir "sürpriz" bu... Cumhurbaşkanı'nın Başbakan atamasına alışkındık; Başbakan'ın Cumhurbaşkanı atamasına tanık oluyoruz bugün...Sürenin dolmasına saatler kaldı; hâlâ iktidarın adayı belli değil...Muhalefetin zaten adayı yok.Asker konuştu, üniversite açıklama yaptı, kitleler yollara döküldü. Şimdi 60'lık Türk demokrasisi Başbakan'ın dudaklarını oynatmasını bekliyor sabırsızca...Ancak 2. sınıf diktatörlüklerde yaşanacak
Ada 1986 yılı... Nokta dergisi Ankara bürosunda çalışıyordum. Şimdi rahmetle andığımız Ercan Arıklı'nın yönetimindeki dergi, müthiş kadrosuyla her hafta bir başka sansasyonel dosya yayımlayarak gündemi belirliyordu.Tam o günlerde Londra'da 6 aylık bir eğitim bursu kazandım. Uçakta yanımda Ercan Bey vardı."Haftaya müthiş bir bomba patlatıyoruz, kaçıracaksın" dedi."Bomba", işkenceci bir polisin itiraflarıydı. İşkence seanslarını ayrıntılarıyla anlatıyordu. 12 Eylül'ün yarattığı suskunluk havası henüz dağılmamıştı. O ortamda bu cesur yayın öyle gürültü yarattı ki ben Londra'dan duydum. Tiraj 70 binden 150 bine çıkmıştı. Bu, Türkiye'nin dergicilik tarihinde bir ilkti.* * *Tabii yetkililer, polisin itirafları yerine Nokta'nın üzerine gittiler."İddiaların yurtdışından maksatlı olarak çıkarıldığı" söylendi."Amaç, devleti yıpratmak, Türkiye'nin itibarını zedelemektir" dendi."Polisin sol örgütlerle ilişkisi olduğu, dergi yönetiminin de solculardan oluştuğu" söylendi.Dergi 2. baskıya hazırlanırken toplatma kararı çıkarıldı.Ama Nokta yılmadı; ertesi hafta "İtiraflar"ın 2. bölümü yayımlandı.12 Eylül işkencehanelerinden geçenlerin iddiaları doğrulandı.Zaman içinde Nokta'ya yönelik iftiralar
Ada Dr. Henry Jekyll, zaafları olan, ama buna rağmen başarı ve itibar peşinde koşan, yumuşak başlı bir doktordur.En iyi olabilmek için zaaflarından kurtulması gerektiğini düşünür. Bunun tek bir yolu vardır:Benliğindeki iyi ve kötüyü iki ayrı bedene dağıtmak...Aylarca çalıştıktan sonra kendisini ikiye bölecek iksiri elde eder. İksiri içtiğinde Mr. Hyde doğar:Bu, sevimsiz görünüşlü adam, onun nefret çağrıştıran yüzüdür.Dr. Jekyll, içindeki kötülüğü, yarattığı bu ucubeye yüklemiştir. İksiri yeniden içince, o itibar sahibi doktor, kötülüklerinden arınmış olarak geri döner. ** *Başbakan Erdoğan, son dönem tüm Türkiye huzurunda oynadığı "Cumhurbaşkanı oliym-olmiym oyunu"nda zaman zaman yukarıdaki öyküyü canlandırıyor.Bir bakıyorsunuz mesleğinin en tepesine tırmanabilmek için zaaflarını aşmış, mazisindeki hırçınlıkları atmış gibi görünüyor."Hoşgörülü, anlayışlı, güzel yüzlü siyasetçi"yi oynuyor.Sonra ilk krizde, birden içindeki "gizli kişilik" dışarı fırlıyor.Ağzı bozuluyor, tavrı sertleşiyor; hoşgörü mesajları yerini öfkeli çıkışlara terk ediyor.Tam Çankaya yarışı arifesinde yoğun bir kişilik bölünmesine tanık oluyoruz. ** *Tandoğan mitingine yaklaşımı, bunun eşsiz bir örneği: Önce bu
Ada "Alfabeyi bulanla, okuma yazması olmayan aynı oy hakkına sahip... Böyle adaletsizlik olur mu?" dedi.Bu yakınmaların nedeni, AKP'yi iktidar yapan sandığın, Erdoğan'ı da Köşk'e taşımak üzere olması...Bunu kabullenemeyen, ama elinden de bir şey gelmeyenler, bir imam hatiplinin Köşk'e çıkacak olmasının suçunu demokrasiye yüklüyor."Cahile oy hakkı verirsen sonu böyle olur" demeye getiriyor.Devrimler tam oturmadan çok partili demokrasiye geçilmesinin karşı-devrime fırsat verdiği, otoriter bir rejimle devrimlerin sürdürülmesi gerektiği, pek tekrarlanan bir görüştür.* * *Bugün Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümü...Oradan örnek vereyim: Enstitüler, Cumhuriyet'in aydınlanma projelerinden biriydi. Amaç, taşranın tutuculuğunu kırmak, değişimi köylere yaymaktı. Hasan Ali Yücel'in deyişiyle, "Köye imam yerine devrimci düşüncenin adamını göndermeyi" planlıyorlardı.Yaptılar da...Hem de Nazilerin Trakya'ya yürüdüğü yıllarda...40 bin köyün 31 bininde okul yoktu.Köy çocuklarının yüzde 81'i okula gidemiyordu.Anadolu'nun dört yanında 20 enstitü planlandı. Lakin devletin parası yoktu... Kim kuracaktı okulları?..İnönü'ye sordular:"Her köyde cami yok mu? O camiler nasıl yapıldıysa okul da öyle
Ada Gençler, yaşlılar ama ille de ve en çok kadınlardı, "Hayır" diye haykıranlar...Cumhuriyet, balo salonlarından dışarı taştı; kırmızı beyaz kostümlü bir şenliğe dönüştü."Ordu göreve" diye bağırmadılar; "Cumhuriyet sahipsiz değil. Biz varız" mesajı, sadece hükümete değil, darbe özlemcilerine de gitti.3 ortak payda yüz binleri meydana, milyonları ekrana toplamaya yetmişti:Atatürk...Cumhuriyet...Ve Erdoğan'ı Köşk'e çıkarmama azmi...* * *Ne yazık ki bu 3 ortak payda, o coşkun insan selinden bir siyasal oluşum çıkarmaya yetmiyor.Bayrağını kapıp mitinge koşanlar, siyasal arenada ne istemediklerini çok iyi biliyor ve gayet net ifade ediyorlar. Lakin ne istediklerine gelince kafalar karışıyor."Laiklik", "Cumhuriyet değerleri", "Atatürkçü idare..."Ama hangi partiyle, hangi liderle, hangi cumhurbaşkanı adayıyla?..Sonu Anıtkabir'de "Ata'ya şikâyet"le biten bu yürüyüşler, somut bir siyasal programla, iktidar hedefiyle ya da alternatif isimlerle buluşmadıkça sonuçsuz kalıyor.Herkes "Görevimizi yaptık" duygusunun memnuniyetiyle otobüslerine binip 10. Yıl Marşı eşliğinde kentine geri dönüyor; Ankara, bildiğini okumaya devam ediyor.* * *Mitingde "Cumhuriyetin altını oyan ve Erdoğan'a Köşk'ü
Ada Erdoğan Cumhurbaşkanı: Ortada yasal bir engel yok. Anayasa'da bir adayda aranan özellikler Başbakan'da var.Zaten ülkenin başbakanlığını emanet ettiğiniz birine "Sen Başbakan oldun, ama cumhurbaşkanı olamazsın" demek, hukuken saçmalık olur.Böyle demek, hem onu mağdur duruma düşürür; hem de "cumhuriyeti koruma uğruna demokrasiyi feda etmek" anlamı taşır.Meclis'te yeterli milletvekili varken hukuku zorlayarak 367 milletvekili koşulunu dayatmak, sonuç vermeyeceği gibi, transfer pazarlıklarına da kapı aralar. "Bu Meclis ömrünü doldurdu, cumhurbaşkanı seçemez" iddiası da dayanaksız. Şu andaki cumhurbaşkanını seçen partilerin hiçbiri Meclis'te yok çünkü... Maç sürerken oyunun kurallarını değiştirmek adaletsizliktir. Kaldı ki tüm kamuoyu yoklamaları AKP'nin 1. parti konumunu sürdürdüğünü gösteriyor.* * *Olmamalı çünkü:Önünde Özal örneği var: Siyasette inatlaşmanın ters teptiğini, halkın çoğunluğu karşısındayken "Ben çıkarım arkadaş" dayatmasının hayırlı sonuç vermediğini, bu yöntemle Çankaya'da rahat oturmasının mümkün olmayacağını görmüş olmalı...Arkada bıraktığı partinin liderlik yarışında dağılabileceğini, ilk seçimde Meclis desteğini kaybedebileceğini, ondan sonra da kendisine
Ada 8 eski Meclis başkanından 7'si ortak görüşte: Muhalefet, umudunu Sabih Kanadoğlu'nun ortaya attığı, YÖK'ün de desteklediği itiraza bağladı:"Cumhurbaşkanlığı oylaması için toplanma yeter sayısı 367 olmalıdır. Olmazsa, Meclis kararı Anayasa Mahkemesi'nden döner."Bu hesapla AKP, 367'nin altında kalacağından seçim engellenebiliyordu.Hukukçular ikiye bölündü.Anayasa'nın ve Meclis içtüzüğünün aynı maddelerine bakıp birbirine taban tabana zıt sonuçlar çıkarıyorlar.Kararı Meclis verecek.Biz de NTV'deki "Neden" programında, eski Meclis başkanlarını son Başkan'la buluşturduk ve sorduk:"Başkan Arınç o gün ne yapacak? Siz başkan olsanız ne yapardınız?"* * *İlginç bir sonuç çıktı ortaya:Arınç dedi ki: "O gün kürsüye çıkacağım. İçeride 184'ü aşan bir çoğunluk gördüğüm zaman yoklama yapmadan gündeme geçeceğim. Cumhurbaşkanlığı için oylamaları başlatacağım."Peki doğrusu bu mudur?İşte diğer başkanların görüşleri:Yıldırım Akbulut (1987-89 ve 1999-2000 yıllarının Meclis Başkanı):"Özal'ın seçiminde Meclis'i ben yönetiyordum. Orada 367 telaffuzu yapılmadı. Toplantı yeter sayısı 184'tür. Zaten Anayasa'nın amacı da seçimi kolaylaştırmaktır."Hikmet Çetin (1997-1999 dönemi Meclis Başkanı):"367 karar