Ada Önceki gün Dağkapı Meydanı'nın açılışında bulundum. Oradan, dipleri temizlenip özenle ışıklandırılmış tarihi surları solumuza aldık, Urfakapı'ya kadar yürüdük, davul zurna eşliğinde...Sonra türküler dinledik; Türkçe, Kürtçe... Gazeteci olarak 1982'de geldiğim Diyarbakır ile dünkü şehir arasında çeyrek asırdan fazla mesafe var.Festival afişleri, Kürtçe-Türkçe duyurularla karşılıyor konukları...Sahnede duyurular iki dilden yapılıyor. İki dilden söyleniyor türküler; kitaplar iki dilde basılıyor. Kürt klasiklerini, Türk yazarların eserlerini Kürtçe yayınlayan Lis Yayınevi, festival haftası 22 kitabı birden iki dilde yayımlıyor. Bir sayfa Kürtçe-bir sayfa Türkçe... bir arada yaşamanın önemini, zenginliğini gösterircesine...Şeyhmus Diken'in deyişiyle "dilin nicedir tıkalı damarları açılıyor; serpilip gelişiyor."Diyarbakır, diline kavuşuyor.Üstelik 5 yıl önce bunları suç sayıp müdahale eden güvenlik kuvvetleri, bugün olup biteni uzaktan, anlayışla izliyor.Diyarbakır, dili çözülmüş çocuklar gibi rahatlamış; derdini daha kolay söylüyor, can kulağıyla dinliyor, gönlünce eğleniyor.Festival kürsüsünden "Ne istiyorsunuz" diye soran sunucuyu, meydan hep bir ağızdan yanıtlıyor:"Aşiti"...
Ada ANAP, 24 yıllık ömrünü kendi isteğiyle noktalayacak.Özal'ın ANAP'ı, 12 Eylül'ün siyaset sahnesindeki son kalıntısıydı.Askerin kurdurduğu MDP, daha ilk seçimde devrilip gitmişti.Halkçı Parti, girdiği ilk seçimden 2 yıl sonra yeni bir partiye dönüşmüştü.ANAP, iktidar olduğu için daha uzun direnebildi. Ama sonunda o da, yetiştirildiği seradan taşınıp toprağa karışıyor.Anayasasıyla, yasalarıyla hukuken yaşayan 12 Eylül, siyaseten son nefesini veriyor.* * *Yerine gelen tabloya bakalım:Önümüzdeki seçimde Meclis'e girmesi beklenen partiler, 12 Eylül'ün sildiği manzarayı yeniden tarih sahnesine taşıyor:Kapatılan CHP ve MHP aynı isimlerle varlığını sürdürüyor.Son müdahalede kapatılan AP, ilk müdahalede kapatılan DP'nin adıyla dönüyor siyasete...AKP ise, kapatılan MSP'nin kalıntıları üzerinde yükseliyor.Darbenin devirdiği Başbakan, daha sonra Cumhurbaşkanı oldu.Darbenin hapsettiği muhalefet lideri Başbakanlık koltuğuna oturdu.Dünya darbeler tarihine geçecek, ibretlik bir sicildir bu...* * *Siyaset "normale" döndü. Ama biz çeyrek asır kaybettik. O çeyrek asırda ne oldu?Siyaseti iki ucundan yontanlar, merkezi tahkim etmek adına tüm partileri birbirine benzetti. Öyle olunca da "merkezkaç
Ada "Bir: 'Hazır ol'... İki: 'Rahat'... Şimdi rahatlayabilirsiniz." Lakin Türkiye rahatlayamıyor bir türlü...Ne zaman biraz yüzümüz gülse, ne zaman milyonluk mitinglerde kimsenin burnu kanamadan coştuk diye sevinsek, ne zaman omuz omuza bir birliktelik göstersek, ne zaman bir nebze "rahat"layıp gevşesek, yüksek perdeden bir ses, bazen bir muhtıra bazen bir bomba, "Hazır ol" komutuyla kendimize getiriyor bizi...* * *Evet, bu seneki programımız iki bölümden oluşuyor:Rahat ve hazır ol...İki seçimli 2007, başından beri hepimizi ürküten bir korku filmi gibiydi.Hırant Dink cinayeti, hepimizi daha yıl başından teyakkuza geçirdi.Ardından Köşk krizi... muhtıra... Malatya... Ve tüyler ürperten bir demeç: "Yeni saldırılar sırada..."Daha mayıstayız.Yüksek ateşte seçime gidiyoruz.Bu ortamda toplumdan sağlıklı karar vermesini bekliyoruz.Zor.* * *Şimdi Ulus patlaması, ulusu patlatacaktır.Seçimin ana motifi güvenlik olacaktır.Kitleler sandık başına aş, iş, ekmek kaygısından çok "Bombalar sussun, terör boğulsun, çoluk çocuğum kurtulsun" düşüncesiyle gidecektir.Terörle mücadele, meydanların asli talebi haline gelecektir.Ekonomik, politik, demokratik talepler, ikinci bir "Rahat" emrine kadar
Ada O dönemki SODEP'in Genel Başkanı Erdal İnönü, bu birleşmenin perde arkasını "Anılar ve Düşünceler" kitabında (İdea, 1996) anlatır.1984 yerel seçimlerinde oyların yüzde 23.4'ünü alan SODEP, Meclis dışındaydı.Meclis'teki Halkçı Parti'nin (HP) oyu ise yüzde 8.7'ye düşmüştü.İnönü, birleşmeden yanaydı. Ancak Halkçı Parti'den karşılık bulamıyordu.1985 yazında HP yönetimine Aydın Güven Gürkan seçilince birleşmenin yolu açıldı. Şimdi iki tarafta da birleşme iradesi ve taban baskısı vardı. Ama bu nasıl olacaktı?***Oy oranlarına bakılırsa SODEP'in HP'ye katılması beklenemezdi. HP'nin SODEP'e katılmasına da yasalar engeldi. HP kendini feshetse Hazine yardımı kesilecekti.Yeni partide yönetimin nasıl paylaşılacağı da ayrı sorundu.Herkes formül ararken İnönü, bilim adamı tizliğiyle, kafasında birleşmenin teorik temellerini atmış, bir birleşme modeli yaratmıştı bile...Formülü şuydu:"Önce HP adını, amblemini, programını SODEP doğrultusunda değiştirecek. Bunu yaparken tüzel kişiliğini koruyacak, ama yapısı değişmiş olacak. SODEP'liler bu yeni partiye katılacaklar. Yasal açıdan iki parti birleşmiş olacak." Ya yönetimler?Orada bulduğu formül de şuydu:"Her iki partinin yerel yönetimleri
Ada Her yaz arifesi, aynı bikini firmasına ait aynı fotoğrafın, aynı panoya asılmasının halkın ahlakını bozup bozmayacağını, laikliğe darbe vurup vurmayacağını konuşup duruyoruz."Bu fotoğraftaki kadın çok açılmış" diyen belediyeci erkekler, "Size kalsa hepten örtersiniz" diyen tekstilci erkeklerle atışıyor.Bizse 21. yüzyılda hala "örtünme" meselesine saplanıp kalmış olmanın utancını yaşıyoruz.Örtünen kadınların kıyafetine müdahale edilmesinden yakınan belediyeler, örtünmeyen kadınların afişlerine müdahale ederken suçluluk duymuyorlar.Yaptıkları müdahaleyle "Bunlar hepimizi örtecek" kaygısına da benzin döküyorlar.Ve kaygılananları, bikini yanında saf tutmaya zorluyorlar.Türban karşısında bikini, laikliğin bayrağı haline geliyor.* * *Oysa önemli olan, kimsenin diğerlerinin kıyafetine müdahale etmediği bir toplumsal hoşgörü ortamı yaratabilmek...Laiklik aslında bunun güvencesidir. Günümüzde herkes kendi cephesinden tarif etse de, temelde iki yüzü vardır:Birincisi; inanç hürriyetini güvence altına almak...İkincisi; dinin siyasal, toplumsal alanı kuşatmasına engel olmak...Kimseye "Niye başını örtüyorsun" diye sorulamaması laikliğin birinci işlevidir."Bikinime karışamazsın" itirazı,
Ada Daha önce de yazdım; son seçimde sandığa gitmeyen 10 milyon seçmenin çoğu, sol partilerden umudunu kesmiş solculardı.Önceki günkü tokalaşma, onların ciddi bir bölümünü sandığa çekecektir.Bu, CHP'nin oylarını ve kazanma ihtimalini artıracağı gibi, meydanların özgüvenini de tazeleyecektir.Hem bu sonucu zorlayan meydanları, hem küçük hesapları aşmayı başaran liderleri kutlamak lazım.***Şimdi sıra ittifak şemsiyesini genişletebilmekte ve bu ittifakın programını ortaya koyabilmekte...Biliyorsunuz, 10 yıl önce İtalya'da "mazbut bir profesör" olan Prodi, merkez soldaki 17 partinin ittifakıyla seçime girmiş ve solu savaş sonrasında ilk kez iktidara taşımıştı."Oliva" (zeytin dalı) simgeli bu ittifakın başarısının sırrı, hem gerçekleştirdiği sol dayanışma hem de ortaya koyduğu programdı.Zeytin dalı ittifakı, bu programda çözüm önerilerini samimi ve anlaşılır bir dille açıklamıştı. İttifak, devlete "vatandaşın hizmetinde bir hakem" rolü verecekti."Demokrasi, adalet ve dayanışma temelinde bir Avrupa"yı destekleyecekti.Temiz politika, daha yüksek ücret, daha az vergi kaçağı, daha düşük kira sağlayacaktı.Gençlere iş imkânı yaratacak, yaşlıların imdadına koşacak, aile değerlerini
Ada Sonra Milli Görüşçülerin "Ak-Genç"i geldi.Bugünkülere bir ad takmak gerekirse ben "Tık-Genç"i önereceğim.Neden mi?***Geçen cuma, Forum İstanbul'da benim de davetli olduğum bir panelde "Gençlik 2023 Türkiye'sine nasıl hazırlanıyor?" konusu tartışıldı. Bu arada bir gençlik araştırmasının sonuçları açıklandı.GfK Türkiye, 37 üniversiteden 930 öğrenciye "sivil siyasi katılım"dan ne anladıklarını soruyor. Yüzde 43'ün tanımı şu:"İnternet üzerinden gerçekleştirilen bir protesto eylemine katılmak..."Yani ekrandaki oku ilgili tuşun üzerine kadar taşıyorlar, sonra bi zahmet "enter"e basıp "tık"lıyorlar.Mesela soruluyor:"25 yaşa seçilme hakkı verilsin istiyor musunuz?"Tıkla:"Evet!"Verilmemesini nasıl karşılıyorsunuz?Tıkla:"Ayıp!"Serçe parmağı marifetiyle gerçekleştirilebilen bir kitle eylemi..."Tık-Genç"in büyük parmak devrimi...***"Bu eylem yetmez" diyenler de var. Onlar daha ileri gidiyorlar. Gençlerin yüzde 38'i de "sivil siyasi katılım"dan "Yetkili mercilere dilekçe yazma"yı anlıyor. Onlarınki, birkaç tuşa daha basmayı gerektiriyor."Bir sivil toplum örgütüne üye olmak, partilerin gençlik kollarına katılmak vs?.."Bu eziyete katlanan gençlerin oranı yüzde 8...***Yaş ortalaması 20
Ada Çokları gibi ben de bunu Gonzalez İnarritu'nun "21 Gram" filminden öğrendim.O filmde Meksikalı yönetmen, ölümün eşiğindeki biriyle onun hamile eşinin ilişkisini anlatıyordu. Başka hayatlarla kesişen bu ilişki üzerinden umudu ve yaşama tutkusunu işliyordu.* * *Filmi izledikten bir süre sonra Turan Yavuz'la röportaja gittim.Hastaydı. 3 ayda 17 kilo vermişti. O da bana gramlardan söz etti."Gazetecilikte hayatı gram gram değil, kilo kilo harcıyoruz" dedi.Hoyratça harcarken bunu hiç düşünmemişti. Meslek hayatının önemli bölümünü Amerika'da geçirmiş, oradaki iş saatleriyle buradakiler çakışmadığından geceler boyu uykusuz kalmış, günde 2 paket sigara içerek kendini zehirlemişti.O uykusuz geceler, göz nuru döktüğü haberler, yazdığı kitaplar, yaptığı belgeseller ödüller getirse de hayatından bir şeyler de götürmüştü aynı zamanda...En iftihar ettiği işlerde pahalı bedeller ödemiş, gün olmuş yalnızlığa terk edilmiş, dost bildiklerinden umulmadık darbeler yemişti.Bıkkındı biraz; yorgundu.50 yaşına geldiğinde, biraz da bu darbelerin etkisiyle o güne kadar pek ilgilenemediği bir şeyle, kendisiyle, ailesiyle ilgilenebilmişti.Bir çocuğu olmasını istiyordu.Oldu da...Pelin Su doğdu.Ve Turan