Ada Mustafa Ahmet Yuvanç...44 yaşındaydı.22 yıldır tiyatrodaydı.Kendi yazdığı "Selanik'ten Anıtkabir'e" oyunu Devlet Tiyatroları'nca oynanırken o, böbrek yetersizliği derdindeydi.Geçen dönem Gorki'nin "Ekmek İşçileri" oyununu yönettiği Çankaya Belediyesi şehir tiyatrosunda sigortalı olmuştu. Diyaliz masraflarını öyle karşılayabiliyordu.Ama yetmedi. Kiralık evinde bir başına can verdi.Pazar günü, Ankara Sanat Tiyatrosu önünde yapıldı cenaze töreni...Daha önce çalıştığı Ankara Komedi Sahnesi'nden, Ankara Halk Oyuncuları Tiyatrosu'ndan, AST'tan, Çankaya'dan sanatçı dostları geldi törene...Ondan anılar anlattılar birbirlerine...Ömrünün yarısı, karda kışta turne yollarında, ayaz vurmuş tiyatro salonlarında, duşsuz, banyosuz kulis ortamlarında geçmişti."O turnelerde kaybettim böbreklerimi" diye sızlanmıştı bir kez...Gün olmuş aylarca maaş alamamış, ev kirasını yatıramamış, hastalanmış, bakılamamıştı.Yine de sahneyi hiç bırakmamıştı. * * *Şaşalı konakların metruk arka bahçeleri gibidir, sahnede izlediğimiz ışıltılı dünyanın perde arkası...Ve yeni de değil; tiyatro bu topraklarda perde açtı açalı böyledir bu...150 yıl önce Güllü Agop'un tiyatrosunda hasta olanın maaşı kesilirdi.Osmanlı
Ada Hrant Dink cinayetini organize eden kişinin, istihbarat elemanı olduğu çıktı ortaya... Bir yandan cinayeti örgütlüyor, öte yandan bu hazırlığı Trabzon Emniyeti'ne bildiriyordu.Tam 17 rapor yazmıştı "Hayal, Hrant'ı öldürtecek" diye...Hatta "Ensesinden vurulacak" diye tarif etmişti.Bu raporlardan sadece 1'i İstanbul'a bildirilmişti.Trabzon Emniyeti elemanın cinayetten aylar önce polisle ilişiğinin kesildiğini söylemişti. Şimdi ortaya çıkıyor ki, ilişik kesmeden sonra elemanımız Trabzon polisiyle tam 25 telefon görüşmesi yapmış.Sonuncusu ne zaman?Hrant öldürüldüğü gün....Ne konuşmuşlar?Cinayetten 4 gün önce oda arkadaşı, bizim elemana sormuş:"7.65'lik mermiler geldi mi?"Eleman, telefonların dinlendiğini hatırlatarak azarlamış onu...Bu görüşme kaydedilmiş. Hrant 7.65'lik bir mermi ile öldürülünce kayıt, önem kazanmış.Lakin Emniyet yetkilileri, görüşmeyi rapor ederken telefondaki ifadeye müdahale edip "7.65" ifadesini çıkarmışlar.Müfettişler, tutanağı inceleyince "7.65" ifadesinin silinerek, delillerin karartıldığı ortaya çıkarılmış.Peki biz bunları araştırarak mı öğrenebiliyoruz?Ne gezer?Fatih Altaylı'nın dünkü yazısına bakılırsa cinayetin sorumluluğunun Cerrah'ın sırtına
Ada Kadir Has, o gün yeğeni Mete'nin Suadiye'deki evine geldi.Kapıyı açan iki silahlıdan biri tabancasını Has'ın alnına dayayıp "Hiç konuşma" dedi."Dev-Genç'li" olduklarını söylediler.Adları, Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir'di.Evde Has'ın gelini Fezal ile onun 8 yaşındaki kızı Berna da vardı.Sonra Has'ın kız kardeşleri Yıldız ve Fazilet ile eniştesi Talip Aksoy geldiler.Saat 23.00'te silahlılara 4 kişi daha katıldı:Ulaş Bardakçı, Oktay Etiman, Kamil Dede, Rüçhan Manas...* * *Evdeki kasada 1,5 milyon lira değerinde mücevher vardı.Dokunmadılar. Onların istediği "400 bin lira fidye" idi. Bu, "günümüzün 200 bin dolarına eşdeğerdi."Gece Mete Has'la Talip Aksoy'u Erenköy'deki hücre evine götürdüler. "Para bulunmazsa ikisini de öldürürüz" dediler.Fezal yiğit kadındı. Kapıda "Kocamın kılına halel gelirse silahla peşinize düşerim" diye bağırdı.Kadir Has yeni by-pass ameliyatı geçirmişti. orada fenalaştı. Evi basanların yanında sağlık seti vardı. Hemen Has'ı yatağa yatırıp tansiyonunu ölçtüler. Kendisinden özür dilediler ve sabaha kadar başında nöbet tuttular.* * * Pazartesi sabah, Erenköy'teki evde rehinelere sahanda sucukla kahvaltı ikram edildi. Birinci sigarası verildi.Diğer evde saat
Ada "Siirt konuşmasından ötürü aldığı mahkûmiyet, Erdoğan için çok önemli bir sabıka kaydıdır. Muhalefet bunu Anayasa Mahkemesi'ne götürebilir" dedi.Erdoğan'ın o konuşmadan aldığı mahkûmiyetin, bir dönem milletvekilliğini engellediği gibi şimdi de cumhurbaşkanlığını engelleyebileceğini söyledi.* * *Erdoğan'ın, Fazilet Partili İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak Siirt'te yaptığı konuşma, kürsüde okuduğu "Minareler süngü / kubbeler miğfer / camiler kışlamız / müminler asker" şiiriyle akılda kalmıştır. Mahkûmiyetin bu şiirden olduğu sanılır.Oysa Cindoruk "Mahkûmiyet, sadece okuduğu şiire değil, o konuşmanın tam metnine verilmiştir. O konuşmada cumhuriyete, laikliğe aykırılık vardır. Bir cumhurbaşkanı için çok önemli bir sabıka kaydıdır" dedi.* * *Erdoğan orada demişti ki:"Türkiye'de düşünce özgürlüğü yok ve ırk ayrımı yapılıyor. Referansımız İslamiyet. Bizi hiçbir zaman sindiremezler. Batı insanının bile inanç hürriyeti var. Türkiye'de neden buna saygı gösterilmiyor? (..) Okunan ezanı kimse susturamayacak. Türkiye'deki ırk ayrımına kesinlikle son vereceğiz."Mahkeme bu konuşmayı "halkı kışkırtma" olarak yorumlayarak 312. maddeden mahkûmiyet cezası vermişti.Yargıtay, kararı
Ada İzmirli 43 yaşında bir işadamı, gizlice kiraladığı bir evde boğazı kesilerek öldürüldü.Bulunduğunda yüzü makyajlıydı. Üzerinde kombinezon ve kadın külotu vardı.Polis kısa zamanda katilin izine ulaştı.İletişimin patladığı ve adım adım kaydedildiği çağda her şey kayda geçmişti zaten:Kurbanın girdiği internet siteleri...MSN'de sohbet ettiği adresler...Telefon ettiği son kişinin numarası...Evine girip çıkanların güvenlik kamerasındaki görüntüleri...Hayatı, hepimizinki gibi, tam bir elektronik muhasara altındaydı.* * *O, muhasarayı yarabileceğini düşünmüş, gizli bir sığınakta kendine ikinci bir hayat kurmuştu; ilk hayatıyla taban tabana zıt, bambaşka bir ikinci hayat...Kurban böyle de katili farklı mı?O da 25 yaşında bir inşaat işçisiydi.İnternetteki arkadaşlık sitelerinde tanıştığı eşcinsellerle para karşılığı ilişkiye giriyordu.Cinayet anında o da ikinci hayatındaydı.Gündüz harç kararken gece âlemlere dalıyordu.* * *Kimsenin tercihini çekiştirecek, geride kalanların acılarını deşecek değilim.Ben daha çok, ortaya serilen ikinci hayatlarla ilgiliyim.Farklı dünyalarla iletişimin imkân dahiline girdiği, ilişkiler ağının yayıldığı bir çağda, değişik etkilere açık hale geldik. Davranış
Almanya, ailenin dağılmasını tartışıyor Öfke, Türkiye kökenli genç kuşak yönetmenlerden Züli Aladağ tarafından WDR için çekilen bir TV filmi... Eylülde ilk kez TV'de gösterildi. Gösterilince de ortalığı birbirine kattı.Filmin kahramanı, 19 yaşında nefret dolu, psikopat bir Türk...Kurbanı ise varlıklı bir Alman ailesi...Can, bir akademisyenin oğlu olan Felix'i çetesine girmeye zorluyor; "öfkenin müzisyeni" "Ceza"ya, şiddete, uyuşturucuya alıştırıyor.Babası, Felix'i kurtarmak için devreye girince çetenin hedefi haline geliyor. Can giderek canavarlaşıyor ve ailenin başına bela oluyor.Zavallı görünümdeki Almanlara kırık şivesiyle "Domuz yiyen faşist köpekler!" diye ana avrat söverken Almanya tarihinde yeni bir dönemi haber verircesine şunları söylüyor:"Sizin evinizi istiyorum. Babam bu evi sizden daha fazla hak etti. Her yerdeyim ve sizden biriyim artık... "Felix'in annesinin sorusunda ise aczin izleri var:"Biz nerede hata yaptık?"* * *Anlayışsızlığın, dışlanmanın, hor görülmenin kıskacında asileşen bir kuşağı resmeden "Öfke", bu içeriğiyle büyük tepkilere yol açtı. Sadece Türkler de değil, Almanlar da filmdeki katı gerçekçiliği rahatsız edici buldu. İtibarlı Alman dergisi Der
Pembe Köşk'teydik.Özden Toker, "İsmet Paşa" kitabımız için bir davet veriyordu.Davetliler arasında Dışişleri'nden Selim Kuneralp de vardı.Özden Toker'le ilk kez orada tanıştılar.Özden Hanım ismi duyar duymaz hararetle konuğunun elini sıktı."Ne kadar sevindim geldiğinize" dedi; "Babanız evimize sık gelip giderdi. Çok severdik kendisini..."Selim Kuneralp'le Özden Toker'in babaları 1963'te tanışmışlardı.Zeki Kuneralp 1940'ta Dışişleri sınavını kazanınca, Dışişleri yetkilileri onu Ali Kemal'in oğlu olması nedeniyle "veto etmeye" kalkışmış, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'ye danışmışlardı.İnönü ise, bir zamanlar Kuvvacılara düşman olmuş birinin oğlunun diplomat olma talebi karşısında "suçun şahsiliği" ilkesini anımsatmış ve "Ne var bunda? Oğlu niçin Hariciye'ye giremesin?" demişti.Böylece diplomatlık kariyerine başlayan Zeki Kuneralp hızla tırmanmış ve 1963'te Londra'ya büyükelçi olarak Londra'ya giderken bu kez Başbakan olan İnönü'ye teşekkürlerini sunmuştu.Yakınlıkları o günden sonra hep devam etmişti.* * *Çok ders alınacak, 3 kuşaklık bir yaşam öyküsüdür bu...Tarih oldu sanıyorduk; olmamış.Zeki Kuneralp'in kendisi gibi başarılı bir diplomat olan oğlu Selim Kuneralp de İsveç ve Kore'de
Kaynağım, 14 Mart 1971'de Cumhuriyet'te çıkan bir haber..."Devrimci kuruluşlar muhtırayı destekliyor" başlıklı haberde "Türk Hukuk Kurumu, Türkiye Öğretmenler Sendikası, DEV-GENÇ ve TMMOB'ye bağlı odaların bir ortak durum değerlendirmesi yaparak muhtırayı destekledikleri" belirtiliyor.Daha sonra birçok kitapta, belgeselde yer bulan bu haber, en son benim 12 Mart tarihli yazımda kaynaklık etti; lakin yalanlandı.Yalanlayan, 1971'in DEV-GENÇ Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü... Kürkçü'nün açıklaması, 12 Mart gününün kargaşasını ortaya koyan bir belge niteliğinde...* * *Kürkçü, nazik açıklamasında DEV-GENÇ'in darbeyi desteklemediğini belirtiyor; yazıma kaynak olan haberi ise bir "Cumhuriyet temennisi" olarak niteliyor.Darbeyi nasıl haber aldıklarını, nasıl "ortak değerlendirme" yaptıklarını, daha önceki bir söyleşisinden aktarıyor (Ekspres, Mart 2006):"O zaman bizim karargâh Mülkiye kantiniydi. Tam kapıdan girerken birisi 'Muhtıra verildi' dedi. Nasıl bir tavır takınmamız gerekeceğini bilemedik ilk başta... Danıştığımız insanlar da -Mahir (Çayan), Yusuf (Küpeli)- Ankara'da değillerdi. O akşam, İnşaat Mühendisleri Odası'nda, darbeye karşı alınacak tavrın konuşulması için düzenlenen