Selanik'te öğrenci iken, Nadire diye bir komşu kızı varmış.Ciğerlerinden hasta olan bu kız Mustafa'ya pek hayranmış.Her geçişinde pencereye koşar, ona bakarken yüzünü al basarmış.Bir gün komşu kızı Hatice'ye açılmış:"Mustafa Bey, öteki arkadaşlarına hiç benzemiyor" demiş.Bu gizli sevdayı Mustafa'ya hissettirmeye karar vermişler.Hatice, Zübeyde hanımların evine girer çıkarmış. Bir cuma, ailece oturmaya gitmişler. Mustafa evde yokmuş.Hatice, üst kattan bir şey getirmesi istendiğinde aklındaki planı uygulamaya koymuş.Sofadan geçerken, saksı içindeki kırmızı karanfillerden birini gizlice koparmış. Mustafa'nın üst katta soldaki yatak odasına dalmış. Karyolasının başucundaki masanın üzerinde açık duran tarih kitabının üzerine karanfili bırakmış.Korkudan titreyerek koşar adım aşağı inmiş.Çiçeğin Nadire'den geldiğinin anlaşılacağına eminmiş.* * *Az sonra Mustafa eve gelmiş. Zübeyde Hanım'ın ve Hatice'nin annesinin ellerini öpmüş. Hatice'nin de elini sıkmış.O dönem Türkler arasında el sıkma âdeti olmadığından Hatice şaşırmış biraz... Zaten gizlice bıraktığı çiçekten dolayı pek heyecanlıymış.Mustafa bu heyecanı hissetmiş; gözlerini Hatice'nin gözlerine dikmiş.Küçük kız ne yapacağını
Polisin katillere kahraman muamelesi yapabildiğini, hükümetin ise yükselen "gerici hissiyat"a karşı bir şey yapamadığını yazdı.* * *Bu milliyetçi yükselişin çok nedeni var:Amerika'nın bölgedeki saldırgan politikaları ile Avrupa'nın çifte standartlarının yarattığı öfke ve hayal kırıklığını en başa koyabiliriz.Kürt ve Türk milliyetçiliği birbirine sürtündükçe keskinleşen bıçaklar gibi kıvılcım saçıyor.Yarın umudunu yitiren kitleler, maziye, köklerine sığınarak güç buluyor.İçe kapanan, farklılığa tahammülsüz bir toplum çıkıyor ortaya...Milliyetçilik, yer yer kafatasçı bir şekle bürünüyor.Silah üzerine Türklük yemini eden Kuvvacılardan, katliam çağrıları yapan "sol" namlı dergilere, katilleri öven ırkçı sitelerden partileşmiş linç tahrikçilerine kadar büyük bir koalisyon, gerçek anlamda "bölücü bir faaliyet"e girişmiş durumda...Bu saldırganlığın kışkırtılmasının ne sonuçlar verebileceğini 6-7 Eylül'de Beyoğlu'nda da gördük; Sivas'ta Madımak Oteli'nde de...* * *Peki, nasıl gelişti bunlar?Geçen haftaki Neden'de Nuri Gündeş önemli bir hatırlatma yaptı:"Devletin polisinin güçlü olduğu zamanda, Ülkü Ocakları'ndan MHP'den bazı kişiler polise yardımcı oldular. Bunlar zamanla devletten
"Su, derinin gözeneklerini açarak vücuda sızar, mikroplara yol açar"mış; öyle zannederlermiş.Bu yanlış inanç yüzünden, insanlar temizlikten korkar hale gelmiş."İçime su girer" kaygısıyla, hamama, banyoya gitmez olmuşlar.Temizlenmedikçe salgın büyümüş, ölümler kitleselleşmiş.Şifa arayacaklarına devayla savaşmışlar.Banyolar yasaklanmış. Hamamlar kapatılmış.Pislik yayılmış. Veba hepten kök salmış.* * *Georges Vigarello, ortaçağdan günümüze vücut bakımının tarihini anlattığı kitabında ("Temiz ve Kirli", Kabalcı, 1996) "İnsanlar korkularının üzerine kapandılar" diye yazar. Dışlanan vebalılar dünyayla bağını kesip içe kapanmış; hastalığı, ölümü kader sayarak, giderek yüceltip alkışlayarak ölmüş, öldürmüşler.Bu akılsızlığı görüp salgından kaçmaya çalışanlar, hem vebalı köylülerce, hem kaçtıkları köylerin ahalilerince taşlanmış.Suyun nimeti anlaşılana kadar veba, milyonlarca can almış.* * *Yıkanmanın, belanın nedeni değil çaresi olduğu, ancak 19. yüzyılda anlaşılmış.İnsan aklı, temizliğin sağaltıcı etkisini kavramış. Düşünceyle birlikte serbest bırakılmış su... Banyolar açılmış. Yollar, evler, vücutlar yıkanmış. Pisliğin, hastalığın kökü kazınmış. * * *Ortaçağın vebalı Batı kasabaları
2 Türk lirası...Bazılarınız yere düşse eğilip almazsınız.Para üstü olsa aldırmazsınız.Harçlık diye, bahşiş diye, sadaka diye verilse surat asarsınız.Hepi topu 2 lira....* * *6 Şubat gecesi Şanlıurfa'ya çok yağmur yağdı. Ceylanpınar Tarım İşletmesi arazisi içinde bulunan Çırpı Deresi taştı; üzerindeki stabilize geçişi tahrip etti.O geçişten bir kamyon geçmeye çalışıyordu o gece...Kamyonun kasasına 44 kişi binmişti. Çoğu kadın ve çocuktu.Tarım İşletmeleri çiftliğine, koyun sağmaya gidiyorlardı.Kamyonun şoförü yolun çöktüğünü fark etmedi; araç Çırpı Deresi'ne uçtu.Kasadaki 44 kişi dereye döküldü; sürüklendiler.Kamyonun kasasına tutunmayı başaran 33 kişi kurtarıldı.Kurtarılanlar Ceylanpınar Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı.Sel sularına kapılan 2 işçi, Elma ve Hacer Kaya öldü.Halil, Ahmet, Emine ve Anuç Ete kayboldu.Zehra ve Hatun Kaya kayboldu. Naile Çorak, Fatma Merç, Halfe Ayberk kayboldu.Adları ilk kez haberlerde duyuldu.* * *Gece, arama kurtarma çalışmaları başladı.Dalgıçlar sabaha kadar derede işçi aradılar. Derenin Suriye tarafında da Suriyeliler çalıştı. Sonuç alınamadı.Kazayla ilgili olarak Ceylanpınar Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlattı. Çiftlikte süt sağımı işini
İlk kez bir tartışma programına katıldı ve çok önemli açıklamalar yaptı.Açıklamaların önemini daha iyi kavramak için Gündeş'in, 23 yılını verdiği MİT'te, 12 Eylül döneminde, ASALA operasyonunu yönettiğini, Mehmet Eymür imzalı 1. MİT raporunda Dündar Kılıç ve Şükrü Balcı ile bazı illegal işlere katılmakla suçlandığını, Çiller döneminde Başbakanlık İstihbarat Müşavirliği'ne getirildiğini hatırlatalım.Gündeş lafa ASALA operasyonuyla başladı. Biliyorsunuz, ASALA'nın Türk diplomatlarını hedef aldığı dönemde MİT, yurtdışında ASALA liderlerine karşı suikastlar planlamış, aynı dönemde Marsilya'daki Ermeni anıtı bombalanmış, bu operasyona Abdullah Çatlı ekibinin de katıldığı öne sürülmüştü.Gündeş, dönemin parasıyla toplam 17 milyon liraya mal olan operasyonu şöyle anlattı: MİT'in eski Yurtdışı İstihbarat Başkanı Nuri Gündeş, salı gecesi "derin devlet"i tartıştığımız NTV'deki "Neden" programında konuğumdu. "Marsilya'da bir Ermeni abidesi yapıldı. Oranın devlet başkanı açtı orayı... Devletin ne polisinin, ne de askerinin ulaşamayacağı menzillerde savaş veren insanlar olarak bizler oralara gittik. Ben gitmedim, ama ekibim gitti. Bunu derin devlet olarak izah etmek mümkün mü? Benim oradaki
Hrant Dink'in cenazesinde 100 bin kişi "Hepimiz Ermeniyiz" diye yürüdü ya...Gösteride görevli bir polis memuru, yanındakinin kulağına eğilip hayretle şöyle demiş:"Amma da çok Ermeni varmış Türkiye'de..."***Önceki gün Afyonkarahisar Atatürk Stadı'nda, tribünler Hrant'ın katilini destekleyen sloganlarla "Hepimiz Ogün'üz" diye bağırınca, bazıları ona özenip beyaz bere takınca, benim zihnimde de benzer bir hayret nidası belirdi:"Amma da çok katil varmış Türkiye'de..."***Her ülkede siyasi cinayetler olabilir.En uygar toplumlarda bile aydınlar, gazeteciler, siyasetçiler öldürülebilir.Dink cinayeti bizi dehşete düşürdüyse de hayrete düşürmedi; bir mukadderat gibi biliyoruz Türkiye'de muhalif olmanın bedelini...Sistemin serseri mayınlarını, polisin koruma kalkanlarını, jandarma-polis kavgalarını, istihbarat kirliliğiyle hava bulandırma çabalarını da maziden tanıyoruz.Burada belki bilmediğimiz; bilsek de kabullenemediğimiz şey, insanlık dışı bir barbarlığın, tribünler dolusu insanın alkışına mazhar olabilmesi...Bir hain cinayetin topyekûn üstlenilmesi...Bu vicdansızlığı -tahlil etmek mümkünse de- hazmetmek zor.Yara, asıl orada kanıyor.***10 yılda 15 milyon işsiz yarattık her
Programdaki konuşmalarda 301. maddeden dava açılabilecek suç unsurları olup olmadığını incelemek istemiş.Programın konuşmacılarından biri Hrant Dink'ti.Bence soruşturma sürdürülmeli ve bu ülkede ölümün bile kurtuluş olmadığı cemi cümleye iyice belletilmelidir.***Hrant, hakkında birbiri peşi sıra açılan davalar üzerine demişti ki:"Bu süreçlerden herhangi birinden aklanamazsam ülkemi terk edeceğim."Geç kaldı.Dink'in katlini planlayan Yasin Hayal'in "Orhan Pamuk akıllı olsun, akıllı" tehdidinin ardından Pamuk da gitti.Yaşar Kemal'le bir cenazede buluştuk geçen hafta... Taziyelerden sonra koluma girip "Hadi çıkalım şuradan" dedi, "Bu millet ölü sever oldu. Diriden esirgediği sevgiyi ölüye veriyor."Gidip bir yerde baş başa yemek yedik.Edebiyattan çok, ölümden konuştuk. Yazıdan çok silahlanmaktan, son romanından çok yurtdışına gidip gitmeme kararından...***Amaç da bu zaten; hayatı değil, ölümü konuşmamızı sağlamak...Karamsarlık, umutsuzluk, korku yaymak...Severken terke zorlamak...Ve ülkeyi, beyni dışarı akmış bir mevtaya dönüştürmek...Son haftalarda tribünlerden ırkçı sloganlar haykıran o öfkeli kalabalıklara, 1930'lar Almanya'sındaki Yahudi bilim adamlarının anılarını okumak
Oxford, "Harry Potter"a mekan, "Yüzüklerin Efendisi"ne ilham oldu can.dundar@e-kolay.net Neler okuduğunu sormuştum:Hep okuyacak zaman aradığı Babinger'in "Fatih Sultan Mehmet"ini yeni okuyabilmişti.Bunun yanı sıra hazırladığı "Ortadoğu" kitabı için I. Dünya Savaşı'na ilişkin İngiliz belgelerini, Karabekir'in anılarını okuyordu.Bu arada daha hafif şeyler okuduğunu da söylemişti:Mesela bütün Patrick O'Brian hikayelerini okumuştu. Haa... bir de "Harry Potter"ları... Şaşırdınız değil mi?Dahası da var; sonradan öğrendim. Meğer Cem, rahatsızlığı artıp da hastaneye kaldırılması gerektiğinde, evden getirtmiş "Harry Potter" ciltlerini... Hasta yatağında onları okuyormuş. Belki de son okuduğu sayfalar, bu İngiliz büyücülük öğrencisinin maceraları oldu. Vefatından bir ay önce İsmail Cem'le görüşürken şöyle demişti: "Bu hastalığın bir faydası oldu bana, müthiş kitap okudum. Hani akademik camiada 'sabatik yıl' denir ya; ayrılırsın iş hayatından, iki sene bir üniversiteye gider, okursun yeniden; bu hastalık bana öyle bir imkan sağladı. Herhalde hastalanmasaydım asla okuyamayacağım kadar çok kitap okudum bu dönemde..." Tüm dünyada 47 dile çevrilen ve 100 milyondan fazla satan bu kitabın sırrı