Oysa katran karası bir ıssızlıktan gelmiştir tarlaya da...Gözünü açtığı yer, göz kamaştıran bir yalnızlık bozkırıdır.Haykırır aydınlığa, çığlık çığlığa...Feryadına müşfik bir ana kucağı yetişir. Bir el saçını okşar, bir yüz tebessüm eder.Yalnız olmadığını anlar yeni gelen; yatışır, dinginleşir.O kucak, kişiliğinin bir parçasıdır artık...O, biraz da saçındaki eldir; yüzündeki tebessüm...* * *Sonra yaşam, bazen yalçın kayalıklara bazen bereketli vadilere sürer yolunu...Yol boyu yoldaşlar edinir.Güleç yüzlü bir hoca, ilk derste hayatın Matisse tabloları kadar berrak değil, Picasso'nunkiler kadar karmaşık olduğunu anlatır.Açık sözlü bir kadın, onu karşı cinsle tanıştırır.Gazete köşesinde bulduğu bir ablayla, dertlerini paylaşır.Bir tiyatrocunun tiradında isyanını haykırır.Okuduğu bir kitabın yazarını örnek alır.Tanıdığı ya da tanımadan kanının kaynadığı bir dolu insan, deniz fenerleri gibi aydınlatır yolunu...O hocaların, o kadınların, o oyuncuların, o yazarların, kahramanlarının yatağında nehirlerce büyür.İnsan, biraz da okuduğu kitaplardır artık...Dinlediği tiratlardır.* * *Belki de ondan; o deniz fenerleri söndüğünde, kısmen söneriz bizler de...Bir tatil dönüşü yeni kazılmış taze
İstanbul'a göçen saf köylülere Galata Köprüsü'nü satarak ün yapmıştı. Anadolu, kazıklana kazıklana sonunda gözünü açtı."Şehirde iş böyle yürüyor demek ki" deyip daha beter "Sülünleşti".Kaldırıma dökülmüş tulumba tatlısı tepsisinin başında ağlayan çocuğa cebimdeki tüm parayı verip, ertesi gün kendisini başka bir kavşakta aynı durumda görünce anlamıştım bunu...Şehrin yeni sakinleri, geçim yolunu bizim vicdanlarda bulmuştu.Caddede sara nöbetine tutulanlar, kafası kazıtılmış çocuğuyla kapı kapı dolaşanlar, bankamatik kuyruğunda bekleyen emeklileri yardım bahanesiyle çarpanlar çıkmıştı ortaya...Artık Sülün Osman köprü satarak dolandırmıyor, ama taksi şoförü lafı "dolandırırken", turiste bütün şehri "dolandırıyor"du.* * *Önceki kuşakta buz kalıplarında jeton yapıp bedava konuşanların çocukları, cep telefonu çıktıktan sonra "Konuştukça kontör kazan" yöntemini sömürmenin yolunu buldu:Gazeteye ucuz araba ilanı veriyorlar, cep telefonundan kendilerini arattırıp beleşe kontör kazanıyorlardı.Bu kumpas kurma yeteneği, en kalın gümrük duvarlarını deldi:Çin'den 20 bin çift ayakkabı getirten bir tüccar, ayakkabıların sağ teklerini Ankara gümrüğüne, sol teklerini İstanbul gümrüğüne yollamış, sonra
Çağrılmamıştı.Lakin son anda ABD Dışişleri Bakanı Rice devreye girmiş:"Türkiye'yi de davet edin" demiş. Hayırdır inşallah... Eniştemiz bizi niye öptü?* * *Öpücüğün sırrını bulmak için Roma kadrosuna bir bakalım:Türkiye dışında davetli 3 bölge ülkesi var:Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün...ABD'nin bölgedeki kaleleri...Üçü de Lübnan krizinde İsrail'i değil Hizbullah'ı suçladılar. Daha doğrusu "Hizbullah'ı kışkırtan İran ve Suriye"yi...Bu yaklaşımlarıyla birer Roma davetiyesi kazandılar.Ama Roma'ya gelirken hiç de rahat değiller.* * *Suudi Arabistan'ı anlatmaya gerek yok. Petrol geliri ve Amerikan desteğiyle kurulmuş bir baskı rejimi... Mısır'a bakalım:ABD, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile bölgeye demokrasi götürmeye niyetlendi ya...Proje ilkin Mısır'da denendi.İsrail'le barış anlaşması bulunan Mısır, 1981'den bu yana Hüsnü Mübarek yönetiminde olağanüstü hal rejiminde yaşıyordu. Muhalefet şiddetle eziliyor, ekonomi çöküyordu.Bu koşullarda geçen yıl sonu seçime gidildi.Bütün hilelere rağmen iktidar partisi 100 sandalye kaybetti. Müslüman Kardeşler ise bağımsız adaylarla ve "Çözüm İslamdır" sloganıyla girdiği seçimde daha önce 15 olan temsilci sayısını 88'e çıkardı; ana muhalefet
"Dış temaslarınızda hızlanma adına Dışişleri'ni devreden çıkarıp tepki aldığınız oluyor mu?"Cevap:"Başta çok fazla oldu. Hiç böyle bir çalışmaya alışmamışlardı." Zapsu, basında aleyhine çıkan haberleri Dışişleri'nin sızdırdığını ima ediyor. Ama hak veriyor onlara:"Haklılar. 35 sene çalışmışlar, büyükelçilik payesi almışlar. Ondan sonra hiçbir işten anlamayan bir işadamı kalkıyor, sanki daha iyi bilirmiş gibi işe karışıyor, işi karıştırıyor. Bunu anlıyorum".Zapsu eleştirilere hak verir gibi görünüp Dışişleri'ne bindiriyor:"Ancak bizim vaktimiz yok. Çok geride kalmışız birçok konuda... Kıbrıs konusunda hakkımda yazılanlara şöyle bir bakın. Ne demişim, ne oldu? Dışişleri'nde 30 küsur senedir çözümsüzlük üzerine kurulmuş bir politika vardı. Aynı kişilere bir anda 'Hayır, bunu çözeceksin' dendiği anda nasıl değiştirebilir kendini?.."* * *Bu söyleşiden sonra Zapsu'nun "Lübnan diplomasisi" girdi devreye ve yukarıdaki demece yansıyan gerginlik hepten büyüdü.Dışişleri'nde hangi diplomatla konuşsanız "Zapsu'nun işgüzarlığı"ndan yakınıyor. Dışişleri Sözcüsü Namık Tan, "Zapsu'nun temaslarını basından takip ediyoruz" diyerek bakanlığın tepkisini ortaya koydu.Dengeli üslubunu her koşulda
2. Dünya Savaşı'na radyo damgasını vurdu.Televizyonun cephede silaha dönüştüğü ilk savaş ise Vietnam oldu.Dünya, Vietnam dehşetini ilk kez ekranda gördü ve "Amerika Vietnam'da savaşı oturma odalarında kaybetti".TV'nin önemini fark edince Körfez savaşlarında daha dikkatli oldular. Savaş yayınının tekeli CNN'e verildi. Dünya, olup bitenlere ilişkin izlenimi CNN muhabirlerinden edindi.Bu tek yanlılık, son savaşta El-Cezire'yi yarattı ve Arap dünyası sesini dünyaya oradan duyurabildi.* * *Şimdi ise internet çağındayız.Yazışmadan sohbete, kıtalararası satranç oynamaktan küresel çöpçatanlığa, canlı eğitimden ameliyat yayınına kadar her alanda hayatımıza giren internet, bu kez de cephede...İsrail'in Lübnan saldırısından sonra savaş, internet aracılığıyla bilgisayar ekranlarına yansıdı.Lübnan, belki de internetten yayımlanan ilk savaş olarak geçecek tarihe...* * *YouTube adlı siteden (www.youtube.com) daha önce de (26.06.2006) bahsetmiştim."ÖSYM" şarkısının klibini yayımlayarak dikkatimizi çekmişti.Şimdilerde ise savaş klipleriyle gündemde...YouTube, geçen yıl şubat ayında kurulmuş. Dünyanın her bir yanından amatör video çalışmalarını yayımlamasıyla ünlü...Kameralar, profesyonel aygıtlar
Beyrut'un en güzel meydanında oturuyorduk."Doğu'nun incisi" sarmıştı yaralarını; doğrulmuştu yerinden; iyileştim sanıyordu. Acıların bittiğine inanıyordu. Yeni yeni hayata dönüyordu.Soframızda Nihat Genç'le Hrant Dink kardeşlikten söz ediyordu.Arak vardı masada... Bir de humus...Kulağımızda Firuz:"Sen yüreğimizin en derinindesin Beyrut...Kalbimizde açtığın yara kendi yaralarından daha derin;Bizde yaktığın ateş, daha yakıcı kendi ateşinden...Söyle biz nasıl kahrolmayalım,Masmavi denizin bile kan rengine dönmüşken..."* * *Bir haftada 250 sivil öldü Lübnan'da... 100 bin Lübnanlı kendi ülkesinde mülteci durumunda... Dünya seyrediyor.Hadi Amerika sırtını sıvazlıyor İsrail'in... Avrupa acz içinde göz yumuyor.Hadi Arap dünyası, "Hizbullah'tan kurtulacağım, iç dengelerimi bozmayacağım" diye sinsice el ovuşturuyor. Ya biz?Biz niye bu kadar ilgisiziz?* * *Biz ki geçen asrın başında 4. kolorduyla Lübnan'a yürüdüğümüzde Arap kızları kırmızı entarilerinin üzerine beyaz çoraplarını yamalayıp ay-yıldızlı Osmanlı bayrakları yapmışlar, Halife'nin ordusunu ciritlerle karşılamışlardı.Cemal Paşa, "Lübnan artık Konya kadar Osmanlı'dır" demişti:"Bugüne kadar mustarip idi. Ben bu ıstırabı dindirmeye
Arap teröristler, Amerikan Başkanı'nın uçağını düşürdü. Başkan yaralandı. ABD'deki nükleer silahlara dair bilgilerin saklandığı çanta teröristlerce kaçırıldı. Büyük bir felaket kapıdaydı.Antiterör birimi, teröristlerden birini yakaladı. Çantayı kaçıran lider Habib Marvan'a ulaşmak için sorguya aldı. Marvan, vakit kazanmak için "Küresel Af Örgütü"nden zanlıya avukat istetti.Tam işkence başlayacakken avukat devreye girdi ve yargı kararıyla zanlıyı kurtardı.Amerika büyük tehdit altında iken "şu insan hakkı palavrası yüzünden" eldeki tek kozu kullanamıyorlardı.Yetkililer acz içindeydi.Bunun üzerine antiterör ekibinin ası Jack Bauer bir çare buldu. Şefine gidip istifasını verdi."Zanlıyı salıverin. Ben dışarıda sorgulayacağım" dedi. Böylece sorgudan devlet sorumlu olmayacaktı.Zanlı bırakıldı. Bauer kendisini kapıdaki arabada sorguya aldı. Birkaç parmağını kırınca çantanın yerini öğrendi.Böylece Amerika büyük felaketten kurtuldu.***ABD'nin mantığını bu dizilerden anlamak mümkün...Bu diziler, sokaktaki adama politik demeçlerin veremediği mesajı da şırıngalıyor. O mesaj şudur:"Demokrasi, özgürlük, insan hakları... Bunlar terörün ekmeğine yağ süren yalanlar... Güvenliğimiz tehdit
AKP'nin zaafı, muhalefetin kozu olacak.Peki Başbakan, bu kadar güvendiği Yasin El Kadı ile ne zaman, nerede tanıştı?Cevap:İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde... Cüneyd Zapsu'nun evinde...Ya Zapsu'nun El Kadı bağlantısı?..Bunun kökenine inebilmek için Cüneyd Zapsu'nun Almanya'dan Türkiye'ye döndüğü yıllara uzanmak gerek... Milliyet'in açtığı "Yasin El Kadı dosyası" ve Başbakan Erdoğan'ın "Yasin Bey'e kendime inandığım gibi inanıyorum. Hayırsever bir insandır" cümlesi belli ki seçime kadar daha çok tartışılacak. Zapsu, Almanya'dan Türkiye'ye 1986'da döndü.İşleri iyice büyütmüş, Batı'nın büyük fındık üreticileriyle ilişki kurmuş, Fındık İhracatçılar Birliği Başkanı olmuş, en genç üye sıfatıyla TÜSİAD'a girmişti. En yakınları, İshak Alaton, Can Paker gibi liberallerdi.90'ların başında TÜSİAD'daki görüşleriyle dikkati çekti ilkin..."Güneydoğu'da polise çelik yelek alalım" diyenlere "Alalım ama önce sorunun özünü çözelim diyor, DEP'liler Meclis'ten yaka paça atılınca, "İngilizler Sinn Fein'le görüşüyor, siz muhatabınızı içeri tıkıyorsunuz" diye isyan ediyor, "PKK'lı" damgası yiyordu.TÜSİAD'ın Manisa'da işkence gören gençlere sahip çıkmasını istediği için "komünist", başörtüsü