Sevgisizliğin insanın canını acıttığını...Duyguları, nesneleri, kişileri, çevresini tanıyor.Her şey ona çok büyük görünüyor:Ev, masa, anne, baba... 10'una gelmeden oyunla, sayılarla, harflerle tanışıyor. Azgın bir iştahla öğreniyor. Kız ya da erkek olduğunu fark ediyor. Dünyanın evde, okulda kendisine anlatılandan da büyük olduğunun ayırdına varıyor. ***15'inde, tam da en çok kendini sevdireceği çağda, sivilcelenen yüzünden, değişen bedeninden utanırken aşkı keşfediyor.Dış dünya kadar iç dünyanın da büyük salonları ve kendisinin bile bilmediği odaları olduğunu, açıldıkça o odalardan devasa bahçelere çıkıldığını hissediyor, büyüleniyor. Şarkıların içinde sevdalar gezdirdiğini, şiirin her türden hasreti dindirdiğini anlıyor. Aşk acısını öğreniyor. Yine de seviyor; ille seviyor, inadına seviyor. 20'sinde putlarını yıkıyor, başkaldırıyor, kanatlanıyor.Her şey ona küçük görünüyor:Ev, masa, anne, baba..."Dünya küçükmüş; büyük olan benim" efelenmeleri başlıyor.Lakin dünya bunu bilmiyor.O yüzden 20'ler çoğu zaman hayal kırıklıklarıyla geliyor.***25'inde ayaklar biraz yere değiyor.Okul bitiyor, iş telaşı başlıyor. Sınıfta öğrenilenlerin akı, sokaktaki gerçeklerin karasına çarpıp
Merhameti, kabiliyetinden az...Üzerine sahte bir rahmet gibi yağan sahne ışıkları gözünü öyle kör etmiş, insafını öyle köreltmiş ki, maskotunun tumanını taammüden indirip onu donsuz, uluorta rüsva ettikten sonra kıkırdayarak, "Yakaladı mı kamera?" diye sorabildi."İş kazasıdır; canlı yayın cilvesi" diye omuz silkebildi.Bir nedamet emaresini bile sadık Hilmi'sinden, seyircisinden esirgedi.Belki de bu vurdumduymazlıktır, onu gösteri dünyasının kral tahtına oturtan, devirdiği çamların üstünden gamsız atlatan, "Oldu bir kere, bir sonraki işe bakalım" diye rahatlatan...Yoksa sızlayan bir yürek, servete boğulsa da, kendi yarattığı trajediye kolay katlanamaz.Merhamet ile mülkiyet kolay uzlaşamaz.***Yoksulluk her erdemi yer.Ama görünen o ki varsıllık da erdem kâsesinden besleniyor.İnsan paranın sahtesini yaptığı gibi, para da insanın sahtesini yapıyor.Ama öyledir diye, son skandalı da hafızamıza gömmemeliyiz; tersine bu rezaletten Erbil'in çıkaramadığı dersi söküp çıkarmalıyız.Evet, bu bir "yol kazası"dır.Susurluk da sistemin yol kazasıydı. Ve o kaza birikmiş cümle cerahati döktü ortaya...Gevrek kahkahalar eşliğinde aşağı çekilen o pantolonun altından çırılçıplak sergilenen de artık
85 yaşındaki müteveffa, Konya'nın "Son Ermeni"si Kirkor Özararat'tı.Tören için Kanada'dan, Fransa'dan vs. gelen Ermeni cemaat, en fazla 15 kişiydi.Diğer 70-80 kişi, Özararat'ın Müslüman dostları, komşularıydı.Konya'dan aile dostları olan Dışişleri Müsteşarı Ali Tuygan'ın çelengi kenarda duruyordu.Patrikhane bir papaz göndermiş, kilisenin bahçesindeki barakada yaşayan iki rahibe de törende görev almışlardı.Törenin ardından Kirkor Özararat, Hıristiyan mezarlığına gömüldü.Konya'nın merkezinde olmasına rağmen göze batmayan, en çok 5-6 mezarın bulunduğu bu mezarlıkta annesi yatıyordu. Abisi öldüğünde annesinin soluna gömülmüştü. Özararat da annesinin sağına gömülmek ve ebediyen Konya topraklarında kalmak istemişti.Öyle oldu.***"Kirkor Amca"nın öyküsünü, cenaze için Fransa'dan gelen yeğeni Samson Özararat'tan dinledim.Aile aslen Bitlisliymiş. Kirkor Özararat'ın babası Artin, 1915'te bütün ailesini yitirince tek başına sevk trenine binmiş. Tren, sevkiyat merkezi olan Konya'da durunca Vali Celal Bey, sevk edilenlere ekmek, su verdirmiş, çoğunun hayatını kurtarmış. 18 yaşındaki Artin de Konya'ya yerleşmiş. Meram-Dereköy'de ordu için ekmek üreten bir değirmende işe girmiş. Orada ustasının
At sahibinin takibi sonucu iş üstünde yakalanan mühendis, "hayvana cinsel istismar" suçlamasıyla gözaltına alındıBolu Hayvanları Koruma Derneği üyeleri, Ceylan'ı ziyaret edip şeker verdiler, "insanlık adına" özür dilediler, satılmasını engellediler. Dernek üyesi bir kadın olay yerinde, "Utanıyorum atın gözlerine bakmaya" diye başlayan bir şiir okudu. Aynı gün Sakarya Hendek'in bir köyünde, ahırdaki ineğin arkasında yakalanan 17'lik bir genç, jandarmaya teslim edildi.N'oluyoruz?***Van'ın Muradiye ilçesinde bir hayat kadınını il il dolaştırıp pazarlayan 5 kişi, bisiklet turuna çıkmış iki İsviçreli turisti görünce çullandı. Adamı ağaca bağlayıp gözünün önünde sevgilisine tecavüz ettiler.Atabey Çetesi'nin lideri denilen Yüzbaşı, ortağının bombaları sakladıkları Ankara Eryaman'daki eve "karı kız getirmesi" yüzünden aralarında anlaşmazlık çıktığını açıkladı.Türkiye'nin, insan kaçakçılığında önde gittiği, Rusya ve Ukrayna'dan gelen genç kızların hayat kadını olarak zorla çalıştırıldığı açıklandı.N'oluyoruz?***Prof. Teksen Çamlıbel, Günaydın'a Türkiye'de seks yaşının hepten düştüğünü, 18 yaş ve altında kürtaj patlaması yaşandığını açıkladı.Haydar Dümen'e Kars'ın bir köyünden yazan 25
Sanmıyorum.Ama bir yazarın askerlikle ilgili görüşlerinden ötürü hapsini istemek soğutabilir.Perihan Mağden, Aktüel'deki yazısıyla "halkı askerlikten soğuttuğu" iddiasıyla yargılandı dün...Mahkemede şehit yakınları ve gaziler Mağden'i protesto ettiler.Oysa yazısını dikkatle okusalar, özünde onların yanında saf tuttuğunu fark ederlerdi.* * *Ne yazmıştı Mağden:"Bir oğlum olsaydı ve vicdani nedenlerle eline silah almayı reddetseydi hem sonuna kadar onun (ve gerekirse mücadelesinin) yanında olurdum, hem de diyelim öğretmenlik yaparak/ koro çalıştırarak/ ambulans sürerek/ ağaç dikerek/ kreşte çocuk bakarak/ aşı yaparak/ icabında yerleri silerek DE devletine 'hizmet' edebilmesinin mümkün olduğu (..) düşüncesi içinde olurdum." Suç bu...* * *Savcının iddianamesi "Ülkemizin içinde bulunduğu coğrafi şartlarda..." tekerlemesiyle başlıyor.Bu, şu demek:"Bu memleket bu coğrafyada durdukça siz bu lafları diyemezsiniz."Oysa hepimiz biliyoruz ki hiçbir coğrafya, düşüncenin önüne set çekemez.Fikri engelleyen şey, coğrafya değil, o coğrafyaya o dönem için hükmeden zihniyettir; ki (coğrafyanın aksine) değişir; değişecektir.Yine biliyoruz ki, vicdani ret hakkı Avrupa Konseyi içinde sadece Türkiye (ve
Kapıdan uğurlandı.Eve bırakmak üzere emrine bir araba tahsis edilmişti.Binmedi."Ben eve kadar yürüyeceğim" dedi.Peşinde bir gazeteci ordusuyla yürüyüşe geçti.Baktı ki böyle olmayacak vazgeçip bulvara yöneldi.Bir taksi çevirdi, bindi.Taksi şoförünün ona bakışı görülecek şeydi.Muhtemelen ilk kez Başbakanlık'tan çıkmış bir siyasetçiyi taşıyordu.Ve muhtemelen o, son olacaktı.***Erdal İnönü bugün 80 yaşına giriyor.80. yaşını Amerika'da, hastalıkla mücadele halinde karşılıyor.Ne zor bir hayat!Düşünün ki, "tek adam"ın çocuğu yoktu.Bütün gözler, rejimin "ikinci adam"ının oğullarındaydı.Ömer ve Erdal...Cumhuriyetin yüzünü onların cılız bacakları taşıyacaktı.Erdal, gözlüklü olduğundan babası gibi askeri okula gidemedi. İsmet Paşa'nın yakınları "Erdal'ı Mülkiye'ye verin, diplomat olsun" diyordu. Ama Paşa, kararı çocuklarına bıraktı.Ömer mühendis olmak istedi.Erdal ise lise sonda "Felsefe ya da fizik" dedi.İsmet Paşa, "Felsefeye ömür verilmez, fiziği tercih et" dedi.Erdal İnönü o yıl açılan Fen Fakültesi'ne gitti.Lisansüstü eğitimini Amerika'da yaptı.Dönmeye karar verdiğinde Macar asıllı hocası şöyle dedi:"Türkiye gibi ülkelerde bilimle uğraşmanın bir tehlikesi vardır. İnsan her şeyi
Keşke vakti olsa da Başbakan Erdoğan da izleyebilse...Ders alınacak o kadar çok şey var ki...***Belgeselin ilk bölümlerinde anlatılan DP ile AKP arasında pek çok benzerlik var.DP de AKP gibi ciddi oy oranıyla iktidara gelmiş, kitlelere büyük umutlar vermiş ve ilk yıllarda önemli reformlara imza atmıştı.İlk elde Türkçe ezan mecburiyetinin kaldırılması gibi kararlarla dindar kitleye göz kırpmıştı.Amerika'nın gözüne ve NATO'ya girebilmek için sınır ötesi bir savaşa asker göndermeye "Evet" demişti. Balayı döneminde basının, iş çevrelerinin, üniversitenin, Washington'un desteğini hep arkasında hissetmişti.***Ama ben Başbakan'a özellikle 5. bölümden sonrasını izlemesini tavsiye ederim.Çünkü, DP'nin iktidarda 4. yılını anlatan o bölüm ve sonrası, iktidarda 4. yılını yaşayan AKP için gerçek bir ders niteliğindedir. Neler olduğunu özetleyeyim:Kitlelerin ilgisi DP'nin başını döndürür.Başbakan buna güvenir ve "Halk arkamda" duygusuyla hırçınlaşır.Kendisine oy vermeyen illeri cezalandırır.Yargıçları ve öğretim üyelerini karşısına alır.Bugün Emin Çölaşan'a yapılana benzer baskılarla muhalif gazetecileri sıkıştırır. Hüseyin Cahit Yalçın'ı 80 yaşında hapse attırır.Parti içinde "Bu, iyiye gidiş
Atatürk'ün naaşının etnoğrafya müzesinden Anıtkabir'e nakli sırasında çekilmiş.Tabutun kapağı açık. Ve aralanmış örtü içinde Atatürk'ten arta kalanlar görülüyor.Zihnimizdeki Atatürk imgesine zarar verebilecek bir fotoğraf bu...Atatürk kamuoyuna mal olmuş bir kişi midir?Elbette.Fotoğrafın çekilmiş olması bir "gazetecilik başarısı" mıdır?Tabii ki...Tarih için önemli bir belge mi bu?Belki.Yayımlansa herkes merak eder mi?Kesin eder.O halde, Ecevit'in komada gizlice çekilmiş fotoğraflarının yayımlanmasını savunan meslektaşlarıma sormak isterim:Bunu da yayımlar mısınız?* * *Günümüz medyası "ünlü ceninler"in ultrasound görüntülerini yayımlayarak başlıyor insan hayatını teşhire...Ve Cem Karaca örneğinde olduğu gibi, bazen mezara girmek bile bundan kurtulmaya yetmiyor. Kemikleriniz bile görüntüleniyor.Yani, ana karnından ölüm döşeğine kadar kaçış yok.Ecevit'in kendi arzusu dışında, hasta yatağında, bu şekilde teşhiri bence en temel insan haklarına aykırıdır.Başbakan olduğu dönemde, mesleğini sürdürmeye ehil olup olmadığına dair doktor raporları kamu için önem arz ediyor ve haber değeri taşıyordu.Ancak bugün öyle bir kamu yararı yok.Ortada bir gazetecilik faaliyeti de yok. Bir uyanığın,