İran'da mı eğitildi?

18 Mayıs 2006

Saldırgan Alparslan Arslan'la ilgili çok önemli bir kuşkuyu dillendiriyor:Arslan, 1977 Bingöl doğumlu...Hukuk fakültesi mezunu...Son yıllarda Hizbullahçıların davalarını üstlenmiş.Emekli Paşa'nın verdiği bilgi şu:1995-97 döneminde Bingöl Emniyeti, Hizbullah tarafından İran'ın Kum kentine eğitime yollanmış bir kişiyi saptıyor.Adı:Alparslan Arslan...Komutan, Kum'da eğitim gören Hizbullahçıların listesinin Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat dairesinde ve Bingöl Emniyeti'nde bulunduğunu ve bu listeden bazı isimlerin çok önemli eylemlere imza attığını söylüyor."İşin rengi"ni değiştirecek bir iddia bu... Hele İran meselesinin tüm dünyada bu kadar "sıcak" olduğu günlerde...Gün boyu bu bilgiyi doğrulatmak mümkün olmuyor.* * *Öyle bir katliam ki, tetikçi de hukukçu, kurbanlar da...Eylemin soğukkanlılıkla ve planlı işlenmesine rağmen eylemcinin nasıl gözü dönmüş olduğu şuradan belli:Vurdukları arasında Ayfer Özdemir de var. Özdemir, Danıştay'ın tartışma yaratan türban kararında, türbanın yasaklanmasını savunan çoğunluğa karşı oy kullanmıştı. O da hukuk fakültesi mezunuydu.Yasak yönünde oy kullanan Mustafa Yücel Özbilgin de... Onu katleden tetikçi de..."Allah'ın askeri" olduğunu söyleyen

Yazının Devamı

Şiddetin krallığı

15 Mayıs 2006

Yoğun hafta sonu trafiğinde süslü bir at arabası rahvan beygir adımlarıyla turist gezdiriyor.Yol iki şerit... At arabasının arkasında koca bir konvoy oluşuyor.İstifini bozmuyor arabacı....Ama arkadaki araçlardan hiçbiri sollama girişiminde bulunmuyor.Camdan beline kadar sarkıp "Yürrrüüü" diye bağıran da yok; kornaya basan da...Caddeye çıkana kadar uzun süre sabırla at arabasını takip ediyor konvoy..."Türkiye'de olsa..." tahminleri yürütüyoruz izlerken...***Uçağa bindiğimizde öğreniyoruz "Türkiye'de olsa" neler yaşanacağını...Aynı saatlerde İstanbul Unkapanı köprüsünde, arkadaki araca yol vermeyen üç genç, bedelini kurşunlanarak ödemiş. Arkadaki sivil araçta bomba imha ekibi varmış.Kendilerine yol verilmeyince "yolcu imha ekibi"ne dönüşmüşler. Öndeki araçtaki üç genci yarım saat kovalamış, yakalayınca da kurşunlamışlar.Sürücü genç, kalbinden aldığı yarayla ölmüş.***Ve diğer "Memlekete hoş geldin" haberleri:Cumhuriyet bir hafta içinde 3 kez tekbir sesleri arasında alçakça bombalı saldırıya uğruyor.Ordu'da Büyük Birlik Partisi binası önünde bomba patlıyor.Metin Uca dostumuz Gazi Üniversitesi'nde "Bir daha Çatlı'nın adını ağzına alma" diyen iri kıyım saldırgan tarafından

Yazının Devamı

Neden korkmuyorlar?

13 Mayıs 2006

"Fear Factor".Ödüllü bir yarışma bu...Yarışmacılardan bir örümceği canlı canlı yemesi, toprağın altına girmesi, helikopterde asılı gitmesi ya da bir fanusta yılanlarla yatması isteniyor.Yarışmacılar aslen kendi korkularına karşı yarışıyorlar. Seyirci de ekran karşısında kendi fobilerini test ediyor.* * *Gösterildiği her ülkede izlenme rekorları kıran yarışma Türkiye'de zirveye oturmadıysa da ilgi gördü.Başta cumartesi geceleri Huysuz Virjin karşısında zorlanınca cumaya kaydırıldı, böylece -Acun'un tabiriyle- "ciddi derecede iyi" reyting aldı.Reytingler incelendiğinde programın özellikle varlıklı, kentli AB grubunda seyirci bulduğu görülüyor.Bence burada, farklı gelir düzeyindeki izleyicinin, "farklı korku algısı" kendini hissettiriyor.Açmaya çalışayım:* * *Babam çocukluğunu bağ bahçe içinde geçirmiş; yılanlar, çiyanlarla büyümüş. Yolda gördüğü yılanı boğazından tutup kenara koyduğunu bilirim.Ona özgü bir cesaret gösterisi değil bu... Anadolu halkının çoğu doğanın kucağında her nevi haşereyle kucak kucağa büyümüştür. Bugün programın asıl müşterisi olan ve evde fare gördü mü çıkacak sandalye arayan şehirli gençlere göre korkusuzdurlar."Fear Factor" sadece güldürür onları...Coğrafya

Yazının Devamı

Yüzümüzün ağardığı şafaklar

11 Mayıs 2006

19. yüzyılın ortalarında Osmanlı, Fransa'nın borç tuzağına düşmüştür.İstanbul'daki Fransız elçisi Marki de la Valette, bunun kibriyle "makam kayığı"na bir çift kürek daha taktırır. Böylece normalde elçilik kayıklarının 5'le sınırlandırılan kürek sayısı 7'ye çıkar.Oysa 7 kürek, sadece saltanat kayıklarında kullanılmaktadır.Elçilik kayığı Boğaz'a çıktığında herkes onu saltanat kayığı sanıp selamlar. Saray, Paris'in para musluğu kesilecek diye görmezden gelir bu saygısızlığı...Lakin Osmanlı'nın Paris'teki elçisi, aileden diplomat olduğu kadar Tercüme Odası'ndan yetişme bir aydın olan Ahmet Vefik Paşa'dır. O, alttan almaz. III. Napoleon'un beyaz renkli at arabasının aynısından bir makam arabası yaptırır kendine... Paris sokaklarında onunla turalar. Fransızlar, saygıyla selamlar "imparatorlarını"...Fransız hükümeti "Arabayı kaldırın" diye uyarır İstanbul'u...Cevap, Ahmet Vefik Paşa'dan gelir:"Siz kayığı kaldırdığınız gün, ben de arabayı kaldırırım".Bu restleşmenin ardından önce İstanbul'daki kayık kıyıya çekilir, ardından da Paris'teki beyaz araba...* * *Fransa-Türkiye ilişkileri hep sorunlu oldu ve sorunlar genelde böyle restleşmelerle çözüm buldu.Ama günümüzde diplomasi, diplomatlara

Yazının Devamı

Yıldız ve Samanyolu

9 Mayıs 2006

Çocuklar ağacın gövdesini taşlar.Taşlar yerini bulursa, muz ağacının yumuşak bedenine saplanır; sular sızar taşın gömüldüğü yerden....Ağlar muz ağacı; kurur zamanla... Muz salkımları boynunu büker, buruşur gider.***Bir öyküsünde demir parmaklıklı pencereden bir mahkûmun hücresine giriveren güvercini anlatır Erdal Öz...Etli kanatlarıyla mahkûmun başının üzerinden karşı duvara uçar, çarpıp yere düşer. İlk sersemliğinden sıyrıldığında bu kez karşı duvara vurur kendini...Mahkûm, misafirini ürkütmemek için siner köşeye...Güvercinin korku dolu kırmızı cam gözleriyle bakışırlar bir süre...Güvercin duvara vurmanın acısıyla yeniden havalanıp demir parmaklığa konar. Mahkûm bu kez de yeniden yalnızlığa dönecek olmanın hüznüne bulanır. "Gitmese" diye yakarır içinden...O sırada kapı açılır; ürkütücü bir görevli içeri girer; güvercin korkuyla havalanınca içeri düşer. Karşı duvara çarpıp görevlinin ayakları dibine serilir.İki hoyrat el sarılır gövdesine...Tutuklu güvercin, görevlinin hoyrat ellerinde uzaklaşır.***Bir öyküsünde iki arkadaşı anlatır Erdal Öz...Bir Akdeniz kasabasında aynı sınıfa düşmüşlerdir.Çocuklardan biri kitapsız, deftersiz gelmiştir sınıfa; belli ki yoksuldur. Arkadaşı kitap

Yazının Devamı

Tevazuun ölümü

8 Mayıs 2006

Herkes farklı bir yönünden söz etti "Büyük Usta"nın...Benim gözümde onu büyük kılan, kendisiyle dalga geçebilme olgunluğuydu.Anılarını ("Söylemek Güzeldir", Afa, 1995) okurken bu özelliğine hayran kalmıştım.Kendini çok ciddiye alan "kabaramazsın kel Fatma"lar âleminde bir tevazu abidesiydi o...Dünkü konuşmaları ve her birinin ardından yükselen alkışları izlediyse semadan, doğum yeri Mersin'de bir sınıfa adı verildiğinde kendisini mütemadiyen alkışlayan çocuklara söylediğini tekrarlamıştır muhtemelen:"Kendinizi şakşakçılığa alıştırmayın; zor beğenin, zor alkışlayın".***O da zor beğenirdi; özellikle de kendi filmlerini...Anılarının ilk sayfası şöyle başlar:"Adımın iyi yönetmene çıkmasının dezavantajlarını hayatım boyunca yaşadım. Sizden hep daha iyisini isterler. Bir defasında 'İzin verin, bir de kötü film yapayım' dediğimi hatırlıyorum. Şimdi bunu okuyup 'Zaten bol bol kötü film yapıyorsun' diyenler çıkabilir. Allah'tan ben de bu konuda onlardan pek farklı düşünmüyorum".Filmlerinin birini bile sinemada seyirciyle birlikte izlemediğini söyler.Evinde, bürosunda ne çektiği bir filmin kasedi, ne bir senaryosu, ne kendisine dair bir belge, ne aldığı ödüllerden biri vardır. Geçmişi

Yazının Devamı

Evet, türban simgedir!

4 Mayıs 2006

Bıyık sevdiğimden mi?Hayır!Yakıştığından?Hayır!Bıyıklıydım, çünkü bıyık yasaktı. 12 Eylül, YÖK aracılığıyla hem öğretim üyelerine, hem öğrencilere bıyığı yasaklamıştı.Bize tıraş dersi verenlere öyle kolay lokma olmadığımızı göstermek, kesmemekte direnen hocalarımızı sahiplenmek için hemen hepimiz bıyıklıydık.Bıyık bir simge miydi?Evet!Possa solcuyduk, sarkıksa sağcı, imam bıyığıysa İslamcı...Ne zaman kestik?Yasak kalktığı zaman...* * *Evet, türban da bir siyasal simgedir.Demirel'in fötr'ü, Ecevit'in kasketi kadar "temsili bir simgedir."Toplumsal iletişimin zayıf olduğu baskıcı toplumlarda herkes, simgeleri aracılığıyla konuşur birbiriyle...Cem Uzan yolsuzlukla suçlandığı dönemde saflığı simgeleyen bembeyaz bir gömlekle çıkıyordu kitlelerin karşısına...Baykal, Ecevit'e karşı gençliğini kanıtlamak için kot giyiyordu.Meclis'te bir milletvekili "laiklik simgesi" kravatını beline bağlıyordu.Çiller askerle dağa çıkarken oğlunun botunu giyiyordu.Simgeler konuşuyordu.* * *Bu anlamda türbanın siyasal bir simge olduğunu tekrarlayıp durmanın bir yararı yok.Onu simge olmaktan çıkaracak şey, ardındaki soruna çözüm bulmaktır."Arabistan'a gitsinler" demek çare değil.Aynı ses 40 yıl önce de

Yazının Devamı

Yas eksikliği

2 Mayıs 2006

Annesinin acısını unutabilmek için hemen yoğun bir ilişkiye girmiş. Çok bağlanmış. Ayrılınca da yaman bir aşk acısına düşmüş. Çökmüş.Kendi başına atlatamayacağını anlayıp bir psikoloğa gitmiş. "Senin asıl sorunun aşk acısı değil, yas eksikliği" demiş psikolog..."Annenin yasını tutmadan yeni bir ilişkiye girmişsin. Biriktirdiğin acılar, ayrılıkla katlanmış."O yüzden önce yas eksikliğini tamamlaması gerektiğini söylemiş."Annenin fotoğraflarını çıkar yeniden, ona mektuplar yaz, mezarını ziyaret et. O acıyla yüzleş. Ondan sonra ayrılık acısıyla daha kolay baş edersin" demiş.* * *Modern toplum yastan kaçar.Hayatın temposunu düşüren bir maniadır yas... İçe kapatır insanı; üretimden, tüketimden alıkoyar. O yüzden "Unut" der, sistemin kanaat önderleri; dertlerin üzerinden atlamayı telkin eder.Dönüp geri bakılmayacaktır, ölüm hiç yokmuş gibi yaşanacaktır, mezarlıklar kent dışına taşınacaktır, yitirilen aşkın acısı, yeni aşkın koynunda unutulacaktır."Her canlı ölümü tadacaktır" tabelası oradan kaldırılacaktır.Televizyonlar göbek havasıyla açılıp göbek havasıyla kapanacaktır. Acılar katlandıkça daha çok kahkaha atılacaktır.Yas tutulmayacaktır.* * *Arkadaşım annesine mektuplar yazmamış gerçi;

Yazının Devamı