İnternetten şehir efsaneleri

1 Haziran 2006

Anne vitrinlere bakarken, birileri çocuğuna eterli mendil koklatmış. Kucaklarında baygın çocukla "Acil hasta var, açılın" diyerek kalabalığı yarmışlar, güvenliği aşmışlar. Bir hafta sonra çocuğun iç organları alınmış, cesedini alışveriş merkezinin çöplüğüne bırakmışlar.* * *Yine İzmir'de bir kadın Gaziemir Kipa'ya gelmiş. Açık parfüm satılan bir reyonu gezerken 40 yaşlarında bir adam yanına yaklaşmış, "Eşime parfüm alacağım, bana yardımcı olur musunuz" diyerek elindeki şişeyi koklatmış. Kadın bayılmış. Adam "Eşim bayıldı" diye bağırarak kadını kucakta dışarı çıkarmış.Kadından hâlâ haber yokmuş.* * *Barda tanıştığı bir çocuğun evine giden genç kız, sabah (her nasılsa ölmeden) buz dolu bir küvette uyanmış. Eliyle vücudunu yoklayınca dikişi fark etmiş. Yanda bulduğu notta, "Böbreğin bende" yazıyormuş.Yine İzmir'de 6 yaşında bir çocuk cesedi 25 gün önce bir çöpte torbaya sarılı olarak bulunmuş. Tabii onun da "içi boşaltılmış".Geçen salı, Yamanlar'da 4 çocuk teneffüsteyken kaybolmuş ortadan...Organ mafyası siyah arabalarla geziyormuş. Ege'de kayıp çocuk ilanları elden ele dağıtılıyormuş.* * *İnternette son günlerde virüs hızıyla dağılan haberler bunlar...Genelde mesajı alıp dağıtanlar

Yazının Devamı

Kral ve biz

30 Mayıs 2006

1934 Ekim'iydi.Veliaht Prens, eşi Prenses Louise ve çocuklarıyla birlikte trenle Ankara'ya geldi. Askeri nişanlarla süslü üniforma giyen Prens'i, istasyonda Atatürk sade bir takım elbiseyle karşıladı.Prensle gelen İsveçli bir gazeteci ilk Ankara izlenimini şöyle yazdı:"Bu uyumsuz ve düzensiz giriş, her şeye benzeyebilir, ama büyük bir imparatorluğun başkenti olamaz. Ağaçlı geniş yolların sağında fonksiyonalist tarzda yapılmış evler ve alabildiğine geniş alanlar, kentin müthiş bir şekilde büyüyeceği düşüncesinden hareketle tasarlanmış. Ancak, büyük numara elbiseler tam ölçüye girinceye dek üzerinizde güzel durmuyor". (Kaj Falkman, "Türkiye-Uç Beyi", Cem, 2001)***Atatürk, Ankara'yı, "yarının büyük başkenti" vizyonuyla kuruyordu. O günlerde gündeminde ağırlıkla iki konu vardı:Müzik ve dil..."Özünü halk müziğinden alan çok sesli bir musiki" yaratma peşindeydi. Bunun için denemeler yaptırıyor ve gelen yabancı konuklara bu denemeleri gururla sergiliyordu.O yılın haziranında gelen İran Şahı için Adnan Saygun'a "Özsoy" operasını besteletmişti.3 ay sonra gelen İsveçli konuğunun elçilikte verdiği davete 60 kişilik Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nı gönderdi.Veliaht Prens gittikten

Yazının Devamı

Silahsızlanma seferberliği

29 Mayıs 2006

Pencerede yaslı bir anne: Nur Genç...16 yaşındaki oğlunu "kız davası yüzünden" liseli arkadaşının kurşunlarıyla yitirmiş.Yüzünde, sesinde, evlat acısının kor ateşi var. Aşağıda ağlaşan oğlunun arkadaşlarına yalvarıyor:"N'olur, silahları bırakın!"***Kan davalılara söylenen bu çağrı nicedir gençlere tembihlenir oldu.Silahlanıyor gençler... Nedeni öyle çok ki:Toplum, silahı olana itibar ediyor.Silah, bir "erkeklik simgesi" olarak görülüyor.Bilgisayar oyunları çocuk beyinlerine "Ateş et" komutunu yerleştiriyor.Herkes Polat gibi olmak istiyor.Devlete güven azaldıkça kendini koruma güdüsü öne çıkıyor."Havaya sıkan" milletvekilleri kötü örnek oluyor.Ve en önemlisi, silah kolay bulunuyor.***Bunun sonucudur ki, her gün ya maç çıkışında ya düğünde "maganda kurşunu"na kurban gidenlerin haberini okuyoruz.Önce şunu düzeltmeliyiz:"Maganda" sonuçtur.Asıl sorumlu, "bireysel silahlanma..."Bunun da, toplumsal, ekonomik, siyasi nedenleri var.Erkek çocuğu silahla yetiştiren gelenek...Silah lobisinin teşviki...Hırsızlığın, kapkaçın çoğalması karşısında yurttaşın kendini koruma refleksi...vs...***Bunlar ortadayken acılı annenin "Silahları bırakın" feryadı ne yazık ki, silah sesleri arasında kaybolmaya

Yazının Devamı

Bazı adamlar bazı finalleri hazırlar

27 Mayıs 2006

Evet!Başta Rahşan Hanım olmak üzere doktoru, koruması herkes onu bu "intihar"dan vazgeçirmeye çalışmış.Nafile!Olacakları bile bile gitti.Böyle bir finali seçti.* * *Ecevit'i bilenler, onu bir kere kafasına koyduğu şeyden vazgeçirmenin zorluğunu da bilirler.3 Haziran 1977'de Başbakan Demirel kendisine bir mektup yazıp "Taksim mitinginizde size suikast düzenlenecek" dediğinde de "Eşim ve ben orada olacağız" cevabını vermiş ve arkasına takılan kitlelerle Taksim tarihinin en büyük mitinglerinden birini gerçekleştirmişti.12 Eylül'de herkesin sustuğu dönemde konuşmuş, yargılanmış, 2 kez hapsedilmiş, 120 soruşturmayla dışarı çıktığında "Yine konuşacak mısınız?" sorusuna şu yanıtı vermişti:"Herkes baskıya boyun eğseydi, insanlık hâlâ dünyanın düz olduğunu sanıyor olurdu."* * *Kişisel bir meydan okuma mı bu?Kısmen..."Genel Başkan"ı "lider" yapan iksire katılmış bir cesaret tozu...Ama aynı zamanda onun tarihten devraldığı bir miras...Çünkü oturduğu koltuk Atatürk'ün koltuğu...O Atatürk ki, Hatay sorunu kızıştığında, doktorların "Günün 23 saati yataktan kalkmamalısınız" dediği zamanda, -ve yine kavurucu bir mayıs sıcağında- trenle Mersin'e gitmiş, hâlâ ölmediğini dünyaya göstermek için

Yazının Devamı

Ergenekon mu?

25 Mayıs 2006

Son kontrolden geçerken bir özel güvenlik görevlisi yanıma yaklaştı ve endişeyle şöyle dedi:"Poliste arkadaşlarımız var. Mayıs ayında önemli siyasi cinayetler beklendiğini söylüyorlar."Kulağımızda bu "kanlı ihtimal"le yola çıktık.Aslında herkes, cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça gerilimin tırmandırılacağını tahmin ediyordu. Köşk, "son kale"ydi.Ve son kalenin ele geçirilmesi ya da düşürülmemesi için her tür entrika beklenebilirdi.Şimdi ise, beklenen "siyasi cinayet"in ardından bunun "kaleyi ele geçirmek isteyenler"in saldırısı mı, "kale"yi koruyanların provokasyonu mu olduğu konusunda top gidip geliyor. Bu yüzden de, at izinin it izine karıştığı bu dönemde (özeleştiri yaparak söyleyeyim) herkesin dikkatli olması gerekiyor.* * *Dünkü Hürriyet'te, Celal Kazdağlı ile birlikte yazdığımız "Ergenekon" (İmge, 1997) kitabına atıf yapılarak Yüzbaşı Muzaffer Tekin'in ilişkiler ağı, "Ergenekon yapılanması" diye adlandırılıyordu.Ergenekon'u kısaca hatırlayalım:Avrupa'da 2. Dünya Savaşı'ndan sonra muhaliflerin (o dönem komünistlerin) iktidara gelmesini önlemek için kurulan "Gladio" adlı kontrgerilla örgütünün Türkiye'deki uzantısına "Ergenekon" deniliyordu.Bu ismi, deniz subayı Erol

Yazının Devamı

Yeşil ampul ile kızıl elma arasında

23 Mayıs 2006

"Derin" kökleri olan kanlı provokasyonlar...20. yüzyılı bunlarla tükettik.Ve acıyla görüyoruz ki, aynı tezgâh, kanlı bir miras gibi 21. yüzyıla aktarılıyor.1966'da Genelkurmay Başkanı'nı eleştirdi diye gazeteci İlhami Soysal'ı döven Özel Harpçi yarbayın misyonunu 2006'da oğlu üstleniyor.Ve bizler, medeni eleştiriyi kör şiddetle yanıtlayan çetelerin ikinci kuşağını devralıyoruz.***Hükümeti eleştirdikçe tepki mektupları geliyor:"Sağduyunu kaybettin" diyor bir kısmı...Bir başka kesim, "Yeni mi uyandın?" diye dokunduruyor.Oysa bugüne kadarki "sağduyulu yaklaşım"ımızın da, "şimdiki uyanıklığımızın" da nedeni politikalar...Erdoğan, AB'ye uyum sürecinde özgürlükleri genişleten demokratikleşme reformlarına imza atarken destekledik.ABD baskısı karşısında Irak bataklığına uzak durmaya çalıştığında omuz verdik."Kürt sorunu"nun çözümüne söz verirken cesaretlendirdik.Siyaset, askerin etki alanından, derin devletin tahakkümünden çıksın istedik.***Sonra ne oldu?Erdoğan, reform sürecinde frene bastı.AB'ye mesafeli durdukça ABD çizgisine daha yakınlaştı.Şemdinli'de derin devletle hesaplaşma yönünde cesareti olmadığını ortaya koydu.İtibarındaki gerilemeyi durdurmak, tabanına söz verip

Yazının Devamı

Kemal Paşa'yı kurtaran damat

22 Mayıs 2006

Oysa aynı tarihe denk gelen bu iki olay vesilesiyle, Atatürk'ün talihiyle Ecevit'in tarihinin kesiştiği ilginç bir anıyı, yeniden anımsatma niyetindeydim. Bugüne kaldı.***Mustafa Kemal, Samsun yolculuğunun ayrıntılarını 1926'da Hakimiyet-i Milliye başyazarı Falih Rıfkı ile Milliyet başyazarı Mahmut Soydan'a anlatmıştır. Bu anılarda önemli bir ayrıntı vardır:Kemal Paşa, Bandırma'ya gitmek için Şişli'deki evinden çıkmak üzereyken eskiden yanında çalışmış bir kurmay gelir ve felaket haberini verir:"İngilizler ya yola çıkışınıza engel olacaklar ya da vapurunuz Karadeniz'de batırılacak."Anılara göre haberin kaynağı "Kurmayın yanında çalıştığı bir damat"tır.İsmail Hakkı Okday, yıllar sonra ortaya çıktı ve Arı İnan'a "O damat bendim" dedi. ("Tarihe Tanıklık Edenler", Çağdaş, 1997).Okday kimin damadıydı biliyor musunuz?Sultan Vahideddin'in... ***İsmail Hakkı Bey, son Osmanlı Sadrazamı Ahmet Tevfik Paşa'nın oğluydu.1919 Mayıs'ında, Harbiye'den sınıf arkadaşı olan zengin tüccar Babanzade Fuat Bey'in Beyoğlu'ndaki evinde bir ziyafete katıldı.İşgal subayları da davetliler arasındaydı. Yemekten sonra kahveler yudumlanırken davetlilerden İngiliz istihbarat subayı yüzbaşı John Godolphin Bennett,

Yazının Devamı

Hükümet için sonun başlangıcı

20 Mayıs 2006

Olabilir.Bundan kuşkulanmak için tüm veriler mevcut...Saldırganın önce Cumhuriyet'i bombalayıp sonra Danıştay'ı kurşunlaması... Arabasında, hedef gösteren gazeteleri "unutması"... Tam Köşk kavgası başlamak üzereyken iki eylemle ülkedeki havayı bulandırması...Bunlar komplo teorisyenlerine koz veren işaretler.* * *Peki hükümeti devirmeye ve laik kitleleri ayaklandırmaya yönelik bir komplo, ihtimal dahilindeyse neden "Katil Erdoğan" sloganı atıldı cenazede?.."Beyni yıkanmış kitleler oyuna geldi"ğinden mi?Hayır!Bu durumu bizzat Başbakan hazırladı.Gelin saldırıdan önceki günlerde Erdoğan'ın üslubunu hatırlayalım ve "Saldırganlığa zemin hazırlamamak için bir Başbakan nasıl konuşmamalı" konulu dersi alalım:* * *Erdoğan, Danıştay'ın türban kararından sonra "Bunlar bu gidişle evin içine de karışacaklar" demiş ve Danıştay üyelerine şöyle hitap etmişti:"Efendi! Bu senin işin değil, Diyanet'in işi..."Danıştay seçimi öncesi ise şu açıklamayı yaptı:"Yasamada, yürütmede bazı adımları atarız ama yargıdaki adımı bizim atmamız mümkün değil. Açık konuşuyorum, Danıştay'da birçok engelle karşı karşıyayız. Maalesef burada tıkanıp kalıyoruz. Bürokratik oligarşiyle uğraşıyoruz."Saldırıdan önceki hafta, 9

Yazının Devamı