Yine o eski günlerde...

28 Ağustos 2005

Genç barmen, "Her gece burada neler yaşadığımızı bir bilseniz" diye sohbete başladı.Anlattıklarını dinleyince "Yazsana bunları" dedim, "Herkes başından geçenleri yazsa tarihi sivilleştirebiliriz."Unutup gitmiştim.Geçen gün bir anı kitabı geldi.Girişte bu diyalog hatırlatılıyor ve bana teşekkür ediliyor.Hayır; kitabın yazarı bizim barmen değil; sohbete kulak misafiri olan yanımdaki arkadaşım:Ziya Adnan...***Ziya tavsiyeye uymuş ve oturup "başından geçenleri" yazmış."Çünkü biz Ankaragüçlüyüz" (İletişim, 2005), sadece bir takımın değil bir kuşağın da öyküsünü anlatıyor. Çocukluğumuzun arsalarının tozuna karışıp uçuşmuş mazisinden fotoğraflar hatırlatıyor:"Japon kale"ler, "üç korner bir penaltı"lar, "5'te haftayım, 10'da biter"ler... Camı kıran topu elde bıçakla rehin alıp "Kesiym mi ha, kesiym mi" diye tehdit edenler...Topu olanın en iyi mevkide oynadığı, top olmadığında gazete kâğıtlarının iple sarmalanıp top niyetine yuvarlandığı, o kâğıttan ucubeyle kaldırıma konulmuş iki taş parçasının gün boyu bizi oyaladığı canım günler...Komik ama, Ziya'nın özlem kokulu kaleminden dökülenleri okurken ben de kendi öğüdüme uyup yaşadıklarımı yazmak istedim.***Bizim mahalle takımı da adını

Yazının Devamı

Hafıza

27 Ağustos 2005

Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi kürsüsü öğretim üyesi Doç. Dr. Bedrettin Cömert, eşi Maria ile 8.45'te evden çıktı, arabasına bindi.Karşıdaki kırmızı Simca'da 3 kişi bekliyordu. Takibe giriştiler.Köşede Cömert'lerin arabasına yaklaşıp ateş ettiler. Eşi ağır yaralandı.Cömert orada öldü. ***Samsun'da yoksul bir köyde doğmuştu Bedrettin Cömert...İki kardeşlerdi.Küçüğü Faruk askerliği, o sanatı seçmişti.Varlık'a şiirler, TİP'in organı Genç Öncü'ye yazılar yazıyordu..Hacettepe'de ülkücüler, öğretim üyelerine tabut resimli tehditler gönderince kurulan soruşturma komisyonuna atanmış, ama "can güvenliği olmadığı" gerekçesiyle kabul etmemişti.Cenazesinde 20 bin kişi "Ülkü ocakları kapatılsın" diye haykırdı.Uğur Mumcu ardından şöyle yazdı:"İlerici, devrimci, namuslu, kendi halinde, sessiz, çalımsız, gösterişsiz bir aydındı Cömert... Böyle insana nasıl kıyılır? (..) Bu kan seline basa basa, bu kurbanların cesetlerini çiğneye çiğneye iktidar olmak isteyenler varsa Allah kahretsin onları!..***30 Mart 1979'da Avrupa Ülkücü Türk Dernekleri Federasyonu'nun eski başkanı Lokman Kondakçı, İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş'e "Bedrettin Cömert olayında emri, dönemin ÜGD Başkanı Muhsin

Yazının Devamı

İki heves, bir kalas

25 Ağustos 2005

Tiyatro tarihinde ilk kez, ibretlik bir dayanışma örneği sergiledikleri için...Kurumlarının geleneğine, hukukuna, onuruna sahip çıktıkları için...Sanatçıların, siyasi iktidarın pasif oyuncusu olmadığını kanıtladıkları için...DT'yi tanıyanlar bilir:Birbirini seven 3 kişiyi bulmak zordur.Lakin bu kez 2 isim üzerinde neredeyse kesin bir görüş birliği var.Lemi Bilgin ve Mine Acar...İlki, kurumun en sevilen genel müdürlerinden biri oldu. İkincisinin adı bile bölge müdürlerinin topluca istifasına yetti. Devlet Tiyatrosu (DT) sanatçılarını alınlarından öpmek gerek... Atilla Koç, Lemi Bilgin'in gördüğü 3. bakan...Hüseyin Çelik ve Erkan Mumcu DT'ye karışmadılar.Atilla Koç gelince işler değişti. Biri dışında tüm genel müdürlerini değiştiren Bakan, tiyatroya da müdahale etti.Önce başrejisörlüğe Ensar Kılıç'ın atanmasını istedi. "Sanatsal yeteneği yok. Tiyatro asla kabul etmez" yanıtını aldı.Ardından Sivas Bölge Müdürlüğü'ne milletvekilinden torpilli birini empoze etti, kurum yine ayak diredi.Üçüncü olarak bir AKP milletvekili, Develi'de sahnelenen bir oyundaki bazı sözleri şikâyet edince devreye girdi. "Edebi kurul var, onların yetkisinde" yanıtını alınca yine sustu.Ama bu direnişten,

Yazının Devamı

Acul ile aheste

23 Ağustos 2005

"Savaş iyi de, insanların ölmesi fena" der gibi...Biri sebep, diğeri sonuç oysa...Trafik, Formula'da doruğa çıkan bir tutkunun, bir hayat düsturunun zehirli meyvesi...Trafik kazaları da öyle...Gürültü de...Bir İstanbul parkından çıkan sesin desibel yüksekliğiyle böbürlenir hale gelmemiz de...***Hafta sonu "Büyük yarış"a davetliydim.Lakin kendimi bildim bileli arabalara karşı ilgisizim.Nicedir de hayat seyrimde bilinçli olarak frene basmış vaziyetteyim.Hız, haz vermiyor bana... Ses duvarını aşma heveslisi değilim. Aheste sular gibi akar saatlerim...Sürat bağımlılarının yarışa kilitlendiği saatlerde biz bir belgesel çekimi için Hacıbektaş yolundaydık.Konaklama noktalarında, Formula seyretmek için durup televizyona yapışanları izleyerek ve gördüklerinden etkilenen acul sürücülerin kornaları ve sabırsız selektörleriyle taciz edilerek vardık Hacıbektaş dergâhına...Halen müze olan yapının "Çilehane" kapısına gelince mihmandarımız, Hacıbektaş-ı Veli'nin bu boş ve loş odada, ancak ölmeyecek kadar yiyip içerek 40 gün halvete çekildiğini anlattı.İçeri gireni saygıya zorlayan alçak kapının eşiğinde başımı eğip hücreyi andıran odaya girdim. İçerisi ıssız ve sessizdi. Karanlığı, üstteki minik

Yazının Devamı

Hilton'un sırrı

21 Ağustos 2005

Türkiye'nin ilk paparazzileri oradan yetişti.İstanbul, Hilton zincirinin ABD dışında açtığı 3. oteldi.Şimdiki gençlerin daha çok torunu Paris'i tanıdığı Amerikalı milyarder Conrad Hilton, önemli Avrupa başkentleri dururken, o zamanlar pek de adı sanı duyulmayan İstanbul'a otel açmıştı.Acaba neden?* * *"Hilton'un açılışındaki sır"rı yıllar önce işitmiş, zamanında yazamamıştım. Şimdi Hilton, yarım asrını kutlayıp yeni patronuna hazırlanırken bu ilginç öyküyü paylaşmak istiyorum sizlerle...İstanbul Hilton'un açılışını bir aşk hikayesine borçluyuz.Kahramanımız bir Tatar kızı...Adı "Ja Ja"...Budapeşte'de kalabalık bir ailede doğmuş. O kadar güzelmiş ki daha 13 yaşında Macaristan güzellik kraliçesi olmuş.Ailesinin Türk büyükelçiliğinde "Burhan" diye bir dostu varmış.1930'ların ortalarında savaş kapıya dayanınca aile Burhan'dan Ja Ja'yı Türkiye'ye götürmesini rica etmiş.Ja Ja, kendisinden 28 yaş büyük Burhan'la Türkiye'ye göçmüş.1930'lar Türkiye'sinde orta yaşlı bir adamla alımlı küçük bir kızın beraber yaşaması dedikodulara yol açacağından evlenmeye karar vermişler. Ama Burhan, Ja Ja'ya eşi gibi değil babası gibi davranmış hep...* * *O küçük kızla yıllar sonra Hollywood'da

Yazının Devamı

İyiyiz iyi!

20 Ağustos 2005

Ne olur?Türkiye kahkahaya boğulur değil mi?Meraklılar gidip makaraya alır belki...Şeyhine kulluk eden fanatik cahiller dışında böyle bir "promosyon kampanyası"na kulak asan çıkar mı?Ama bakın yeni Papa 16. Benediktus, memleketi Almanya'da kendisini dinlemeye geleceklerin "Bütün günahlarının bağışlanacağını" duyurdu; kimse "Hadi canım" demedi. Tersine, yarın Papa'nın ayinine 1 milyon kişinin katılması bekleniyor.Bu tablo karşısında "Biz de dinin hayattaki yerini tartışıp duruyoruz ama çok şükür nicedir daha akılcı bir çizgideyiz" diye düşünmüyor musunuz?* * *Batı'nın çok kültürlülük abidelerine bakın;Hollanda ana dilde yayın ve eğitime sınırlama getiriyor.ABD, can kaygısıyla ifade ve örgütlenme özgürlüğüne saldırıyor.İngiltere olağanüstü mahkemeleri tartışıyor. Silah taşımamasıyla ünlü İngiliz polisi metro girişlerinde makineli tüfekle bekliyor, yargısız infaz yapıyor. Yıllardır İngiltere'de yaşayan "esmerler", birden depreşen ırkçılığın hedefi haline geliyor, camilere saldırılıyor. Neden oldu bunlar?Terör saldırdı ve birkaç bomba, o efsanevi mozaiği tuzla buz etmeye yetti.* * *Bir de Türkiye'ye bakın:Güneydoğu'da 20 yıldır 30 bin cana mal olan bir savaş yaşanıyor. Büyük kentlerde

Yazının Devamı

Çıkmaz sokak

18 Ağustos 2005

Galiba bunu Avni Özgürel'in geçen ay Radikal'de yazdığı "İtalya'dan döl ithali" başlıklı yazıya borçluyuz.Avni, Abdullah Cevdet'in Türk halkını melezleştirerek medenileştirmek için İtalya'dan damızlık erkek getirtilmesi önerisini gündeme taşımıştı.Konu Belediye Meclisi'nde infial yarattı. Materyalist İttihatçı'nın "Kuran'ı kapat, kadını aç" sözleri ve Ermeni soykırımını doğrulaması da hatırlatılınca eller kalktı ve tabela değişti.Şimdi Belediye'nin "Mc Carthy"istleri, başkentin tüm sokak isimlerini elden geçiriyormuş; "hain"leri silip yerine "vatansever"leri yazmak üzere... Örneği var zaten:İvedik'in en büyük caddesinin adı, "Melih Gökçek Bulvarı"...* * *"O laflar Abdullah Cevdet'e mi ait?", "O, bu laflardan mı ibaret?", "Atatürk üzerindeki etkisini ne yapacağız?" tartışmalarını bir kenara bırakıyorum.Sormak istediğim şu:Hangi ismi silip hangisini yazacağımıza kim, nasıl karar verecek?Öyle ya, dünün "kahraman"ı bugün "hain" oluveriyor, bugünün "zalim"i yarın "devlet adamı" sayılıyor.Abdullah Cevdet'i "düzeltmişken", o sokağın açıldığı caddeden Latin Amerika'nın bağımsızlık savaşçısı "Simon Bolivar"ın adını da siliversek mi?Ya yolun devamındaki "Cinnah" ne olacak? Hindistan

Yazının Devamı

'İrlanda gibi' mi?

16 Ağustos 2005

Bugün bölge yine kaynıyor.Abdullah Öcalan, "Beni fiziksel olarak ortadan kaldırabilirler" dedi. Bunun üzerine 11 cezaevinde açlık grevi kararı alındı."Fiziksel olarak ortadan kaldırılan" şehitlerin cenazesi yeni acılar ve öfkeler doğuruyor. Kafalar karışık:PKK'lı Murat Karayılan, Başbakan Diyarbakır'a gitmeden iki gün önce "Halk, Erdoğan'ı dinlemeye gitmesin" mesajı verdi. Erdoğan'ın aydınlarla buluşmasından sonra "Vazgeçtik, gidin" dedi. Ama son mesaj geç kalınca Başbakan'ı sadece 600 kişi dinledi."Tapu töreniydi, sıcaktı, namaz vaktiydi" diye mazeret bulanları, Hürriyet'te emekli tümgeneral Osman Pamukoğlu'nun teşhisi yalanladı: "PKK artık ne halka saldırıyor ne köy basıyor. Demek bölgede yeterli halk desteği var."Nitekim örgüt artık yola mayın döşemek gibi (az kayıpla çok can almaya yönelik) eylemler yapıyor.Bu arada hem devlet katında hem Kürt cephesinde farklı sesler yükseliyor.Erdoğan, "İnşallah bizde de bu sorun İrlanda'daki gibi biter" dedi."Güneydoğu sorunu sopayla değil, özgürlük ve diyalogla çözülür" diyen Özal'ın, ölümünden hemen önce yaptığı çıkışı andıran bir hava var.* * *"İrlanda'daki gibi..." derken örneği iyi okumak lazım.Kuzey İrlanda'nın İngiltere'den

Yazının Devamı