Taraf, “WikiLeaks Türkiye belgeleri”ni yayımlıyor. Cumartesi manşeti çarpıcıydı:
“Sabancı’yı Veli Küçük Öldürttü.”
Bu, Amerikalıların iddiası değil. Ankara’daki FBI temsilcisi 2008 sonunda, Ergenekon’u merak etmiş. Emniyet yetkilileri de Amerikalılara “başka hiçbir ülkeye yapmadıkları kadar ayrıntılı” bir brifing vermişler.
İşte orada, Ergenekon’un “Türkiye’de kaosu kışkırtmak için muhtelif terörist gruplarla iletişim kurduğu” belirtilmiş.
“Mafya, İBDA-C, Hizbuttahrir ve Özdemir Sabancı’yı emekli general Veli Küçük’ün emriyle öldürdüğü anlaşılan DHKP-C” adları verilmiş.
* * *
Kriptoları okuyunca anlaşılıyor ki, Emniyet, Amerikalılara bazı tutuklamalara dair önceden ipucu vermiş. Biraz da “fazladan” bilgi eklemiş. Çünkü bildiğim kadarıyla Ergenekon iddianamesinde Sabancı’nın DHKP-C’ye vurdurulduğu iddiası var; ama Veli Küçük, doğrudan bununla suçlanmıyor; suikastın tetikçisi Duyar’ın öldürülmesini emretmekten yargılanıyor.
Geçenlerde Robert Fisk, Independent’te yazdı: Bir Arap tanıdığı, Libya’da isyanın en hararetli döneminde Kaddafi ile görüşmüş.
Libya lideri görüşmede şunu sormuş:
“Bana estetik yapacak iyi bir doktor biliyor musun?”
Hayır, yüz değiştirme ameliyatı olup tanınmadan sırra kadem basmak için değil bu soru; “güzelleşmek” için...
Kaddafi’nin botoks merakı dikkatli gözlerin malumu...
Nitekim ABD’nin Trablus büyükelçiliğinin yolladığı kriptoları açık eden Wikileaks belgelerinde de Kaddafi’nin estetik takıntısına değinilmişti:
“O kadar fazla botoks yaptırdı ki, yüz kaslarını hareket ettiremiyor. Saç ektirdi, vücudu reddedince implant geri alındı.”
CHP, bir taşla üç kuş birden vurdu: Hem askerlik derdine çözüm bekleyen yüz binlerce gencin sesi oldu.
Hem geleneksel “Ordu+CHP=İktidar” formülüne nokta koydu.
Hem de “sivil değişim” bayraktarı görünen iktidar partisini “statükonun bekçisi-askerlik nöbetçisi” pozisyonuna soktu.
Başbakan, önceki gün bu işlerin “Silahlı Kuvvetlerimizle gayet güzel oturulup konuşularak, mutabakat içinde” çözülebileceğini anlattı.
Bunu bir CHP’li söylese çoktan “askeri vesayetçi” damgasını yemişti.
* * *
Bugüne dek bir yandan Bülent Arınç’ın çıkışlarıyla bedellilere göz kırpan, bir yandan da Milli Savunma Bakanı’nın ananevi “Yok öyle bir şey” açıklamalarıyla askeri rahatlatan AKP, bu öneriyle zorda kaldı. Parti sözcüleri ısrarla CHP’nin çıkışının “seçim yatırımı” olduğunu söylüyorlar.
“Duygu analizi”, Batı’da sıkça kullanılan bir teknik... Diyelim piyasaya yeni bir cep telefonu modeli çıkarıldı. Uzmanlar, sanal ortamda, forumlarda, sosyal ağlarda dolaşan milyonlarca metni kaydedip sınıflandırıyor. Piyasanın ürüne verdiği tepki, bu analizle ölçülüyor.
İtalya’da bilgisayar eğitimi gören okurum Cüneyt Gürcan Akçora, bu analizi, İbrahim Tatlıses yorumları üzerine yapmış.
Milliyet’in internet sitesindeki saldırı haberlerine eklenen 246 yorumu incelemiş.
Yorumların çoğu (221’i) “olumlu”ymuş. Ama sitede bir de “oylama sistemi” var. Okuduğunuz bir yorumu yeşile basıp destekliyor ya da kırmızıya basıp karşı çıkıyorsunuz.
“Neredeyse hiçbir olumlu yorum, çoğunlukça beğenilmemiş; olumsuz yorumların ise hemen tamamı beğenilmiş” diyor Akçora...
Mesela “Tatlıses, bu ülkede yeteneğiyle kendini kabul ettirmiş bir sanatçı” yorumu, en fazla karşı çıkılan ifade olmuş.
Çok acımasız yorumlar da var.
İdris Küçükömer, soldaki politikacıları ikiye ayırır: Ankaralılar ve İstanbullular...
Ona göre “Ankaralılar”, devletçidir, plancıdır, “aradıkları cevapları önceden bilenler”dir.
“İstanbullular” ise Batı kültürünü tek dünya kültürü sayanlardır.
“İkisinin ortak yanılgısı, Anadolu insanı üzerinedir” der Küçükömer...
* * *
CHP, belki de 1970’lerin Ecevit’inden bu yana ilk kez farklı bir yol deniyor.
Bu seçimde iktidar partisiyle olduğu kadar, yerleşik imajıyla da uğraşıyor.
Dün 12 Mart’ın yıldönümüydü. Dile kolay, 40 yıl geçmiş üzerinden...
Ama havada yine aynı mart ayazı; aynı mart kasveti...
Hadi eski muhtıramızı, tanıdık bir sahneyle analım da bugünlerle kasvetdaş olup olmadığına birlikte karar verelim:
* * *
Mayıs 1971...
Muhtıradan 2 ay sonra...
DHKP-C, İstanbul’da İsrail Başkonsolosu Elrom’u kaçırdı.
“Hükümet, basın özgürlüğünü yasa maddeleriyle boğmakla yetinmedi. Yola gelmeyen gazeteleri de iktisadi baskı ile bertaraf etmeye başladı.”
Der Spiegel-Almanya
“Türkiye’de basın özgürlüğünün engellenmesi uluslararası tepkiye yol açtı.”
Die Presse-Avusturya
“Önce özgürlük isteyerek ve vaat ederek iktidar fethedilir; sonra iktidarı muhafaza etmek için hürriyet inkâr edilir. Demokrasiden dönüşü ispat sırası Türkiye’de...”
Corriere Della Sera-İtalya
* * *
Hayır, bu oyuna gelmeyeceğim. Ergenekon davasının bunca hukuksuzluğunu bir kenara bırakıp bizi çekmek istedikleri batağa, yani sarkıntılık iddialarına, bel altı şantaja girmeyeceğim.
“Kim kime asıldı” geyiklerine katılmayacağım.
Telefon dinlemelerin seksi bölümünün sızdırılması bana, Yassıada duruşmalarında savcının, devrik Başbakan’ı itibarsızlaştırmak için kasasından çıktığını iddia ettiği kadın külotunu, mahkeme salonunda sallamasını hatırlatıyor.
O pespayeliğin utancını 50 yıldır yaşıyoruz.
Asıl meseleyi sıvamada kullanılan bu çamura bulaşmayacağım.
* * *
Onun yerine, kimsesiz bir davadan söz edeceğim bugün...