Yarını dünden görebilmek için fal açmaya gerek yok.
Halil Mutlu’nun Avrupa Şampiyonası’nda yaptığı dereceden sonra şu satırları yazmıştım;
“Onu kardeşim gibi severim. Üzülmesini, başarısız olmasını asla istemem.
Hele Naim’in düştüğü duruma düşmesini hiç kabullenemem!
Ben milyonlarca insan gibi Halil Mutlu’yu hep zirvede, hep bir numara olarak görmeye alışmışım.
Bunun için diyorum ki;
Zoru seversin biliyorum ama, Çin’e gitmeden önce iyi düşün Halil!..”
İddia ediyorum hiç bir dönemde futbol ve siyaset bu kadar iç içe olmamıştı.
Yine iddia ediyorum siyaset hiç bir dönemde futbolu böylesine kullanmamıştı.
Rahmetli Turgul Özal'ın Başbakanlık günlerini hatırlayın.
Malatyaspor'a 4 milyar lira para verince ortalık yangın yerine dönmüş, gazeteler günlerce Başbakanı eleştirmişti.
Şimdilerde herşey ulu orta yaşanıyor.
Geçen yıl Adalet Bakanı Antalyaspor'un, Maliye bakanı Eskişehirspor'un onursal başkanı gibi davrandılar.
Transfer yaptılar, kaynak yarattılar, ama helal olsun verdikleri sözleri tuttular!
Okuyunca gözlerime inanamadım. 4 yıl içinde üçüncü kez revize edilerek rekor kıran “Sporda Şiddet ve Düzensizliği Önleme” yasasına göre doping yapana hapis cezası verilecek.
Tam da spor yöneticilerimizin “son yıllarda dopingin kökünü kazıdık” söylemlerinin arefesinde!
Kimse dopingi onayladığımı filan düşünmesin.
Sadece çağın vebasıyla mücadele yönteminin bu olmadığını düşünüyorum.
Dopinge hapis cezası vermenin de insan haklarına aykırı olduğuna inanıyorum.
Sporcuyu eğitmek, bilimsel antrenman yöntemleri uygulamak ve bu bilinçte antrenörler yetiştirmek öncelikli hedefler iken, devletin kendi sağlığını tehlikeye atan insanları cezalandırmak gibi bir yetkisi olmamalı.
Kamu otoritesi, dopingi teşvik edenleri takip edip cezalandırma yükümlülüğü taşımalı.
Dört gün sonra Ankara’da özerklik anlayışımızı temelden değiştirecek bir statü oylanacak. Ancak kimseden tık yok.
Neden?
Çünkü Futbol Federasyonu, FIFA’nın emir buyurduğu çerçeve statü çalışmasını garip bir gizlilik içinde yürüttü.
Kamuoyunda tartışılmasını istemedi. “Aman dışarı bilgi sızmasın” dendi.
Futbolun lokomotifi Süper Lig kulüplerinin bile tasarının içeriğinden hafta sonu haberi oldu.
Uzlaşma zemini yaratılmadan iş neredeyse oldu bittiye getirildi. Ve hukuken ciddi sıkıntılara yol açabilecek bir noktaya gelindi. Çünkü süreç tersinden işledi.
Statü ve yasa çalışmalarının eş zamanlı yürütülmesi gerekirken “yasa koyucular” uyudu, federasyon onların önüne geçti.
Neden bu tepkiler? Çünkü burası Türkiye. Vekil seçilip dokunulmazlık zırhına büründüyseniz herkese, her şeyi söyleyebilirsiniz.
Şehirler arası yolda hız sınırını aşabilir, trafik polisini azarlayabilirsiniz.
Sağlık hizmetlerinde öncelik alabilir, gerekirse doktora kafa tutabilirsiniz.
Dilediğiniz maça haber vermeden gidebilir, baş köşede yer isteyebilirsiniz.
Milletin meclisinde ağıza alınmayacak sözler sarf edebilir, vücudunuzun sağlam uzuvlarıyla genel kurul salonunu ringe çevirebilirsiniz!
Kimse size karışamaz, eleştiremez.
Niçin? Çünkü dünyanın pek az ülkesinde tanınan ayrıcalıklar vekilleri bir koza gibi korur bu memlekette.
Futboluyla değil, olayları, kartları, ilginç protestoları ve coşkulu tribünleriyle uzun süre konuşulacak bir final maçı oldu.
12 yıllık lig özlemini dindiren Eskişehirspor’u kutlamadan önce, neredeyse maçın tamamını rakibinden bir eksik oynayan, kazanmak için çok daha fazlasını yapan, müthiş bir mücadele sergileyen Bolusporlu futbolcuları alkışlamak istiyorum.
Finale kadar gelen ve Süper Lig’in kapısından dönen kırmızı-beyazlılara şapka çıkarıyorum. Futbolun ne kadar nankör bir oyun olduğunu görmeleri için elbette böyle acı bir deneyim yaşamaları gerekmiyordu... Çünkü bunu hak ettiklerini hiç düşünmüyorum.
Ve Eskişehirspor. Son 90 dakikayı iyi oynamasalar da kazanmayı bildiler ve Süper Lig’in üçüncü bileti aldılar. Boluspor’un üç topu direkten dönerken yakaladıkları iki fırsatı değerlendirmeyi bilmenin adı beceri ve deneyimdi tabii ki... Çalkantılarla geçen koca bir sezon sonunda inandıkları hedefe varan Eskişehirspor’un bu lige renk getireceği,
Futbolda radikal kararlar alınırken ne kadar iyi niyetli davranırsanız davranın, “Ben yaptım oldu” demek ciddi sıkıntılara yol açabilir.
Konunun enine boyuna incelenmesi, ne getirip ne götüreceğinin iyi hesaplanması gerekir.
Futbol Federasyonu geçtiğimiz günlerde kamuoyunun pek dikkatini çekmeyen bir karara imza attı.
Türkiye Profesyonel 3. Ligi’nde forma giyen futbolculara otuz yaş sınırını getirdi.
Kademeli olarak 2009-2010 sezonunda bunu 24’e indireceğini açıkladı.
İlk bakışta Türk futbolunun “kanayan yarası” 3. ligin ıslahı açısından olumlu bir adım gibi algılansa da, aceleci davranıldığı ve detayların atlandığı bir gerçek.
Öncelikle bu liglerde 30 yaşın üzerinde 252 kişinin akıbetinin ne olacağının düşünülmediği ortada.
Finalin bu kadar buruk olacağını rüyasında görse inanmazdı Sivassporlular.
İki hafta öncesine kadar Şampiyonlar Ligi hesabı yapan bir takımın en büyük darbeyi “kardeş” dediği Fenerbahçe’den yiyeceği kimin aklına gelirdi ki?
Bıraktık kafa karıştıran averaj hesaplarını, işin en acı yanı Trabzonspor’un galibiyetiydi.
Herkes kendi göbeğini kesebilse, Sivasspor’un koskoca sezonun ikramiyesi olarak UEFA vizesini alması kaçınılmazdı. Olmadı.
Sezonun son doksan dakikasını kazanmak gönüllerin şampiyonunu taçlandırmaya yetmedi!
Uzun lig maratonunda bir golün, atamadığın ya da yediğin tek bir golün ne kadar önemli olduğunu anlamak, pişmanlıkları, hayal kırıklıklarını, isyanları önlemeyemedi.
“Yazık oldu Sivasspor’a” derken bile içim burkuluyor.