Dünya bir yandan Covid-19’un panzehirini bulmaya çalışırken, öte tarafta hayat normale döndüğünde her şeyin kaldığı yerden devamı için planlar yapıyor.
Elbette şimdilik kimse tarih veremiyor. Özellikle futbolda yarım kalmış liglerin tamamlanması gerekiyor.
Türkiye Futbol Federasyonu Korona virüsün ilk günlerindeki aceleci çıkışını terk etmiş, hükümetin alacağı kararları bekliyor.
Ya UEFA? Çok aktif çalıştıkları ve üç ayrı senaryo hazırladıkları bilgisi geliyor.
Avrupa futbolunun patronu, futbola dönüş için ülkelerin aldıkları önlemlere göre “Haziran- Temmuz- Ağustos” şeklinde alternatifler hazırlamış.
En kötü tahminle oyunun başlaması Ağustos’a sarkarsa, sıkıştırılmış bir maç takvimi kaçınılmaz.
UEFA’nın olmazsa olmazı ise 20 Ekim 2020 tarihi.
İnsanlar, kriz dönemlerinde yönetenlerden somut kararlar, umut verici açıklamalar, yarınlara ışık tutacak girişimler bekler.
Futbolda da öyle.
Evet. Liglerin ne zaman başlayacağına dair bir tarih vermek imkansız.
Futbol Federasyonu, koronavirüs belirtileri ortaya çıktığında önce “nisan sonu”, sonra “mayıs ayı” dedi ama, o da pek mümkün görünmüyor.
Peki ne yapıyor bu süreçte TFF?..
Sessiz kalarak yanlış yapıyor bence.
Bir ara “her türlü senaryoya hazırız” açıklaması yapılmıştı da, bunların neler olduğunu bilen yok.
Korona virüs sonrası dünya “çok farklı olacak” iddiaları konuşuluyor.
Ekonomik anlamda, kısa sürede radikal bir değişim olacağını sanmıyorum. Mevcut sistemin temelleri 70 yıl önce atılmış. Kapitalist düzenin savunucuları gücü ellerinde tutmak adına her yolu deneyecektir. Ve kendi önlemlerini alıp, varoluş sebeplerini sürdürmeye çalışacaktır.
Ya futbolda? Gerçek devrimin futbolda yaşanacağını düşünüyorum.
Kriz sürecinde FIFA ve UEFA’nın yeni söylemleri, öncelikle oyunun devamı, dolayısıyla kulüplerin ayakta kalabilmesi yönünde.
Ne demek bu? Futbolcu- kulüp anlaşmazlıklarında sürekli oyuncudan yana tavır koyan FIFA ve UEFA, artık tüm argümanlarını kullanarak kulüplerin çıkarlarını gözetme yolunu tercih edecek.
Aksi takdirde, ekonomik olarak batmış sektörde oyun duracak, iflas bayrağı çekilecek. Hasarı onarmak ise imkansız hale gelecek.
Sağlık Bakanlığı Covid-19 virüsünün Türkiye’deki etkilenme haritasını yayınladı.
En yoğun olayların yaşandığı kent doğal olarak İstanbul. Sonra Ankara ve İzmir geliyor. “Evde kal” uyarılarına harfiyen uymamız gereken günlerdeyiz.
Öte yandan da hayat devam ediyor. Sağlık, güvenlik, hizmet personeli zincirin en fedakâr parçaları.
Özel sektörün çoğu gibi, biz gazeteciler de üç haftaya yakın süredir evlerimizden çalışıyoruz.
Sporun ve futbolun durduğu süreçte üretmek, çarkı döndürmek kolay değil.
Basın emekçileri deneyimlerini, ilişkilerini ve birikimlerini kullanarak, medyanın işlevini yerine getirmesi için uğraş veriyor.
Gerçekten zor ve özveri gerektiren bir dönemden geçiyoruz.
Fatih Terim, Türk futbolu için önemli bir değerdir.
Abdürrahim Albayrak Galatasaray’ın kıymetli yöneticilerindendir.
İkisi de dünyayı kavuran Korona virüse yakalandıklarını duyurdu.
Bu virüsle tanışan tüm hastalara tez vakitte iyilik ve sağlık diliyorum.
Şu gerçeği kabul edelim: Çin’den yayılan ve yüzlerce ülkede on binlerce insanın ölümüne yol açan Kovit-19, ayrım yapmıyor.
Genci yaşlısı, siyasetçisi bilim insanı, ünlüsü- ünsüzü, garibanı zengini, herkes tehdit altında.
Salgının nerede duracağını, hangi duvara toslayacağını bilen yok.
Gecikmeli de olsa, Türkiye’de seyircili spor müsabakalarının ertelenmesi yerinde bir karar.
Dünyayı titreten Korona virüsü yaşamın her alanını etkiliyor. Futbolu, basketbolu, voleybolu, hentbolu, daha doğrusu temaslı tüm spor branşlarını bundan ayrıştıramayız.
Perşembe günü Spor bakanı başkanlığında yapılan zirveden böyle bir sonuç çıkması kaçınılmazdı.
Beklenen oldu. Oldu da, toplantıya katılan federasyon başkanlarının, daha doğrusu federasyonların doğru dürüst hazırlığının bulunmaması dikkat çekiciydi.
Tamam ligler ertelendi. İlk aşama geçildi. Ya sonrası?
Soru çok, yanıt yok. Çünkü kimsenin hazırlığı yok!
Bakan Mehmet Muharrem Kasapoğlu’nun karşısında terlemeleri bu yüzden.
Sahnenin perdesi, lider ve takipçisinin randevusu için açılmıştı. Haftanın değil, sezonun en önemli maçlarından biriydi.
Tüm dünyada olduğu gibi Koronavirüs gölgesindeki liglerimizin akıbeti belirsizken, iki takım açısından da en azından kaybedilmemesi gereken bir mücadele olmalıydı.
Öyle de oldu.
Karşılaşmanın seyircisiz oynanması kuşkusuz Başakşehir için avantaj, itici gücünü yitiren Trabzonspor adına eksiklikti.
Koşullar ne olursa olsun bu seviyedeki ekipler arasındaki kapışmada heyecan, aksiyon bekliyor insanlar. Lakin şunu unutmalayım. Hafta içinde biri Avrupa cephesinde, diğeri ligde, erteleme maçları oynamıştı. Fiziksel ve zihinsel yorgunluk kaçınılmazdı, bu da sahaya yansıyacaktı.
Dolayısıyla tempolu imiş gibi görünse de, kontrollü, üretkenlikten uzak ve tatsız bir 45 dakika izledik. Tarafların etkili isimleri, ezberlerini bozan “çizgilere” çekildi. Sörloth ve Demba Ba’nın ilk yarıdaki etkisizliği, karşılıklı alınan önlemler yüzündendi.
Ah vah denecek düzeyde pozisyon olmasa da, yine
En nefret ettiğim sözcüktür “savaş.”
Acı, gözyaşı, felaket, hayal kırıklığı demektir.
Yüz yıllardır insanlığın başına dert olan en dehşet verici hesaplaşmadır bence.
Kazananı yoktur, kaybedeni çoktur.
Sadece sebep olanları mutlu eder. Para, prestij, korku salma veya güç gösterisidir amaç.
Diğerleri ise korkunç oyunun piyonları.
Savaş deyince sadece cephe gelmiyor aklıma. Yaşamın her alanında çıkıyor karşımıza.