Hafta sonu Gaziantepspor deplasmanında yitirilen puanlar, can sıkıcıydı Trabzonspor için. Dolayısıyla şampiyonluk iddiasını sürdürebilmek için Malatyaspor karşısında mutlaka kazanmak zorunda idi.
Önce şunu söyleyeyim; Hüseyin Çimşir’i tebrik ederim, Obi Mikel’den vazgeçtiği için. Kariyeri onun olsun, bu ekibe ne katıyor ona bakarım. Takımın el ferini gibiydi. Abdülkadir Parmak onun boşluğunu fazlasıyla doldururken, orta alandaki direnci ve hücuma katkısıyla nasıl bir fark yarattığını gördük. Mikel’in, Sturridge gibi gereksiz bir transfer olduğunu söyleyip durdum. Sezon sonu bu yükü de üzerinden atmalı yönetim.
Maça gelince; son haftalarda oyuna rölantide başlayıp, rakibi bekleyen bir Trabzonspor izliyorduk. Bu plan hem riskli hem keyifsizdi. Gücünü ve yapabileceklerini biliyorsan, bölüm bölüm değil, doksan dakika istikrarı korumak zorundasın. Yapamaz isen, ecel terleri dökersin.
Lakin bir sorun daha var. Skor kimseyi yanıltmasın. O da savunmada. Sürekli değişen stoperlerin uyumsuzluğu, akla gelmeyecek
Trabzonspor için bu hafta itibarıyla çok kritik bir süreç başlamıştı. Zor dört deplasman ve sahasında ligin zirvesini şekillendirecek Başakşehirspor karşılaşması vardı menüde.
Tökezlemek istemeyeceğiniz bir korku tüneli gibi. Ama ilk darbeyi aldı Karadeniz ekibi.
Son söyleyeceğimi baştan yazayım. Sörloth bu takımın yarısı. Akıllı teknik adamlar Norveçli’ye önlem alırsa, en etkili silahını kaybedersin.
Gaziantepspor teknik direktörü Sumudica, cezası nedeniyle tribünde olsa da, rakibi iyi analiz etmiş, öğrencileri dersine iyi çalışmıştı.
Şifre “Sörloth” olunca, doksan dakika başına iki adam dikersen sorunu çözersin. Einstein olmana gerek yok.
Peki, B planı var mıydı Trabzonspor’un? Hüseyin hoca bu konuda bir strateji geliştirmiş miydi?
Gördük ki hayır! Teknik direktör meziyeti bu tarz maçlarda ortaya çıkar. Hoca üzerine katacaksa, daha fazla kafa soracak saha içine!
Daniel Sturridge neden ayrıldı Trabzonspor’dan?
Yılda 3.5 milyon euro, ki bunun yarısını yatarak kazanırken, alacaklarından vazgeçerek apar-topar gitmesi normal mi?
Hiç düşündünüz mü, Trabzonspor’a gelmeden önce bonservisi elinde olan bu kadar “kariyerli” bir futbolcuya İngiltere Premier Lig’den niçin talip olmadığını?
Adam bedava. Ama Avrupa’nın en prestijli liginde kimse “gel bize” demiyordu!
Sonra ne hikmetse birileri “ekselanslarını” Trabzonspor’a öneriyor ve bin bir ricadan sonra Sturridge arzı endam ediyor.
Bordo-mavili kulüpteki günlerinin yarıdan fazlasını tesislerde “masaj” yaptırarak geçiren oyuncu, tüm kazanımlarını geride bırakarak ayrılıyor Trabzonspor’dan!
İlginç değil mi?
Kadroları görünce, ilk dikkatimi çeken teknik direktör Hüseyin Çimşir’in kaleci tercihi oldu. Evet, kupa maçlarında hep Erce vardı. Çok yetenekli olduğunu biliyor ve yarınlarda Trabzonspor’a büyük katkı sağlayacağını düşünüyorum. Lakin yarı finalde, Fenerbahçe gibi bir rakip karşısında Uğurcan’ı yedek oturtmak, risk olabilir mi sorusu da geldi aklıma. Yediği golde suçu yok, her şeye rağmen hocasını utandırmadı Erce.
Bu tarz maçlarda turu geçmek adına en önemli faktör, kendi evinde gol yememek. Örnek Başakşehir. Avrupa liginde yoluna devam ediyorsa, Lizbon’da Visca’nın penaltı golünün ne kadar değerli olduğunu görebiliriz.
İlk yarıda her şey Fenerbahçe’nin istediği gibi gitti. Rakibin üzerine yüklenmeden, pas trafiğine hükmetmeyi tercih etti. Mantıklı idi. Dolayısıyla Trabzonspor’un hücum ezberini bozdu. Sörloth topla buluşamadı. Nwakaeme kaleyi göremedi. Ekuban sanki sahada yoktu. Solda Novak, sağda Kamil Ahmet ofansif özelliklerini kullanamadı. Bunlara Ndiaye’nin
Geçen hafta Beşiktaş karşısında puanı uzatma dakikalarında gelen golle kurtaran Trabzonspor, oyunun geneline baktığımız vakit iyi sinyaller vermemişti. Ama beraberlik, zorlu deplasman için kazanç görülmüştü.
Dün de Ç.Rizespor önünde oyuna çok kötü başladı bordo-mavililer.
Peki neden? Önce Rizespor’un hakkını verelim. Beraberlik amaçlamadıkları belliydi. Gücü oranında mücadele etti. Trabzonspor orta sahasının pas trafiğini kesip, hataya zorladılar. Sosa ilk yarıda en az üç top kaybetti. Obi Mikel deseniz, kendine yararı yoktu. Uzatma dakikalarında yaptırdığı penaltı ile yine takımını eksik bıraktı.
Biraz Ndiaye, biraz Guilherme gayretliydi. Hâl böyle olunca üçüncü bölgede ilk kaleyi bulan “dokunuş” ancak 34. dakikada gelebildi. O da yarım pozisyon.
Sonra ne oldu? Dört savunma oyuncusunun uzaklaştıramadığı topu 35. dakikada altı pas içinde gole çevirmek Melnjak’a düştü. Oradakilerin sanki nutku tutulmuştu, sadece baktılar. Sakatlık ve cezaların rolü olabilir ama, zorunlu
Güzel bir Atasözümüz var; “Gelen gideni aratır” diye..
Yaşamın her alanında deneyimlenmiş ve acı da olsa doğrudur. Güzel bir öğretidir.
Fenerbahçe’nin 20 yıl aradan sonra kendi evinde Galatasaray’a yenilmesi elbette dünyanın sonu değil.
Futbol oyunu bu. Bugün değilse bile yarın klişeler değişir, gelenekler yıkılır, ezberler bozulur.
Her camia bu gerçeği kabul etmek zorundadır. Aslında Fenerbahçelilerin ağrına giden Galatasaray’a kaybetmek değil, böyle yenilmekti sanırım.
Oynamadan, mücadele etmeden, direnç göstermeden teslim olmak!
Hemen altını çizeyim. Hakem Halil Umut Meler üzerinden başarısızlığa kılıf aramak kendi hatalarının üzerini örtmeye yönelik beyhude çabadır. Rakibin emeğine saygısızlıktır.
Maç öncesi ligdeki puan sıralamasına bakmışsınızdır kuşkusuz. Gözden kaçmaması gereken bir detay vardı tabloda. Trabzonspor’un fikstürü açısından çok önemliydi.
İnönü’deki ilk düdükten evvel Sivasspor lider, bordo-mavililer takipçi pozisyonunda idi. Ve onuncu sıradaki Malatyaspor’a kadar aradaki tüm takımlar ile maçı vardı.
Bu şu demek; aradaki puan farkını koruyabilmek için deplasmandaki en zorlu maçları kaybetmeyeceksin. Tabii kendi göbeğini kesmek istiyorsan...
Zorunlu bir anımsatma ile başlayalım; Trabzonspor’un bugün geldiği noktaya en büyük katkıyı kaleci Uğurcan ve golcü Sörloth’un sağladığı gerçeğini kimse inkâr edemez. Bu ikilinin, takımın kazandığı puanların yarısında emeği var. Dolayısıyla Beşiktaş maçında gözler yine onların üzerinde olacaktı. Nitekim dün akşam önce Sörloth attı, ardından Uğurcan tuttu. Hem de ne tuttu... Bakmayın yediği gollere, Uğurcan olmasa sahadan tarihi bir yenilgi ile ayrılırdı Çimşir’in takımı. ‘Çocuk daha ne
Fenerbahçe Kulübü Başkanı Ali Koç’un hafta içinde düzenlediği basın toplantısının hedefinde yine hakemler vardı.
Öncelikle altını çizmek gerek. VAR ile ilgili en büyük sorun bilgisizlik ve ilgisizlik. Medyasından teknik direktörüne, kulüp başkanından futbolcusuna, VAR’ın nerede ne zaman kullanılacağına dair sağlıklı bir görüş birliği yok.
Neden? Çünkü öğrenmek istemiyoruz. Ya da işimize gelmiyor. VAR üzerinden polemik yapmak, hakemi bir mermi gibi silahın ağzına sürmek en kolay iş.
Keşke Ali Koç, Kulüpler Birliği Vakfı’nın son toplantısına katılsaydı. Ya da bir temsilci gönderip Merkez Hakem Kurulu’nun VAR ile ilgili yaptığı kapsamlı sunumu takip ettirseydi. Belki bazı yanlış bilgilerinden arınır, Fenerbahçe’nin hakemler üzerinden kurgulanmış bir senaryonun parçası yapılmak istendiği yönündeki görüşleri değişebilirdi.
Algı mı dediniz?
Koç özelinden ilerlersek, futbolun tüm paydaşlarının VAR’la ilgili paranoya yaşamalarının tek sorumlusu hakemler değil. Bu olumsuz