22 Temmuz seçimleri öncesinde Güneydoğu’daydım. Halkın nabzını tutmak; bölge insanıyla oturup konuşmak, görüşlerini almak için şehir şehir dolaştık.
Kahvedeki insanla da, sivil toplum örgütlerinin temsilcileriyle de bir araya geldik. Bir gazeteci için kamuoyu yoklamalarından çok daha değerlidir bu seyahatler... İzlerseniz, gözlemlersiniz, halkın beklentilerini bire bir görürsünüz.
Bu turdan sonra İzmir’e döndüğümde; hem yazılar yazdım, hem de görüşlerimi değişik platformlarda dile getirdim.
Herhangi bir partinin iktidara yürüyüşü bölgesel hareketlerle asla olmuyor. Bu çıkışlar dönemsel ya da konjontürel olabiliyor ya da olağanüstü koşullara bağlı gelişebiliyor. Nitekim 22 Temmuz’da çıkan sonuçlar beni hiç şaşırtmadı. CHP kıyılara hapsoldu, MHP güçlü olduğu yerlerde sürpriz yapmadı. AKP ise çıkışını sürdüren parti oldu.
* * *
Şimdi yeniden seçim sürecine giriyoruz. Ramazan’dan hemen sonra kulisler hızlanır; aday adayları ortaya çıkar. Aralık gibi de bu isimler netleşir. Yerel seçimlerde elbette adayların isimleri, projeleri önemlidir ama partilerin stratejileri, liderlerin partiyi sürükleyip sürüklemedikleri çok daha ön plandadır. O yüzden anketler de gösteriyor ki; bu seçimler AKP ve CHP arasında gidip gelecektir.
Elbette MHP’nin, Demokrat Parti’nin, DSP’nin çıkışları olacaktır ama 22 Temmuz öncesinde gördüğüm fotoğraftan bugün çok şeyin değişmediğini çok rahat söyleyebilirim. Son günlerde CHP lideri Deniz Baykal’ın partiyi yeniden yapılandıracağı ve daha hızlı çalışabilmesi için yeni yöntemleri devreye sokacağı dile getiriliyor.
Bunun için süre yeterli olur mu, olmaz mı göreceğiz.
Ama gerçek olan şudur ki...
Türk halkı hem AKP’den, hem de CHP’den yeni açılımlar bekliyor.
AKP’nin merkeze yakınlaşması, CHP’nin de birkaç konu başlığını sıkışıp kalmayan bir gündeme sahip olmasını istiyor. Her iki gerekçe de son derece yerinde...
İktidar partisinin bıçak sırtı bir dengeyle kapatılmaması ama laikliğe karşı eylemlerin odağı olması AKP’nin siyasete bakışını değiştirmeye zorunlu kılıyor. CHP’nin de oylarını arttıramaması ve sadece Büyükşehirlerde varlığını göstermesi partideki vizyon arayışlarını hızlandırıyor.
Sonuçta... İddiamı tekrarlıyorum. 2009 Mart’ın seçim sembolü İzmir’dir.
İzmir’den çıkacak mesaj çok önemlidir.
Liderler de bunu çok iyi biliyor.
Önemli kararlar
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu birkaç günlüğüne tatile gitti. Ben Türkiye’yi yönetenlerin sık tatil yapmasından yanayım. Aziz Bey, gece gündüz demeden, günde yirmi saat çalışarak dört buçuk yılı tamamladı. Karar vermek, kararı takip etmek ve geleceği şekillendirmek insanı yoruyor. Bana göre daha fazla dinlenmesi, tatile gitmesi gerekiyordu. Örneğin ABD Başkanı, Fransa Cumhurbaşkanı üç ayda bir birer hafta, yılda da iki kere 15’er gün tatil yapıyor. Keşke bu alışkanlıklar bizde de yerleşse...
Aziz Kocaoğlu, adaylığıyla ilgili seçimlere altı kala karar vereceğini söylüyordu. Türkiye’de bu süreç son üç ay olduğunu bildiğimiz için her seferinde bu detayı hatırlatmadan edemedik. Bizdeki teamül... Karar verenlerin önemli kararlar öncesinde tatile çıkması yönündedir. Örneğin Ahmet Piriştina DSP’den CHP’ye geçmeden önce Kanada’ya gidip sakin kafayla olanları düşündü. Ve bir sonuca vardı...
Aziz Bey de, tatil sonrasında daha kararlı bir şekilde iş başı yapacaktır. Ne dersiniz...
Pencereden bakan bir kadın ve bir erkek
Pencereden dışarıya bakan bir insan neler görür? Bu dışarıda ne olduğuna ve bakan kişinin kim olduğuna bağlı.
Diyelim ki; pencereden bakan evli bir çift dışarıdansa alımlı bir kadın geçiyor. Alımlı kadını şöyle bir süzen kadın, uzaktan bile burnunun aslında estetik ameliyatlı olduğunu, kaşlarını fazla aldırdığını, taşıdığı ünlü “A” marka çantanın taklit olduğunu fark edebilir...
Çantasının ayakkabılarıyla uyumlu olmadığını ve saçlarını yapan kuaförün pek de başarılı olmadığını düşünürken, kendisinin de saçlarını boyatma zamanının geldiğini anımsar.
Ardından ne ilgisi varsa “B” mağazasında indirimli satışların başladığı ve “C” ürününden bir tane daha almasının ne kadar iyi olacağı geliverir aklına...
Kocasının bu işe biraz kızabileceği ama akşamki maçı televizyondan izlerken söylerse, fazla tartışma çıkmayacağını düşünür ve harekete geçer.
Alımlı kadını gören adamsa, plastik ve rekonstrüktif cerrahi uzmanı olsa bile, ilgi odakları son derece kısıtlı olduğundan, eşinin gördüğü ayrıntıların çok azını fark edebilir.
Ne ilgisi varsa, akşamki futbol maçını ve son izlediği maç sırasında kendini sık sık rahatsız eden eşini anımsayacaktır az sonra.
Ve “İnşallah bu akşam alışverişe filan çıkar da, şu maçı rahat rahat izlerim!” diye iç geçirip, eşinin “Etrafı yeni temizledim, lütfen yine dağıtma!” sözlerine karşın, dolapta maç sırasında tüketebileceği çerez olup olmadığına bakmaya gidecektir.
* * *
Kadınlarımızı ve erkeklerimizi biraz daha kızdırma pahasına “algıda seçicilik” üzerine güzel bir öyküyü özetleyerek sonlandıralım yazımızı.
New York’ta bir grup iş arkadaşı yolda yürürken, içlerinden Kızılderili kökenli olanı kulağına cırcırböceği sesi geldiğini söyler ve böceği aramaya başlar.
Arkadaşlarıysa insan kalabalığı, siren ve korna sesleri, iş makinelerinin gürültüsü arasında bu sesi duyamayacağını iddia eder. Kızılderili yolun karşısına yürür, binaların arasındaki yeşilliğin arasında cırcırböceğini bulur.
Arkadaşları, “Senin insanüstü güçlerin var. Bu sesi nasıl duydun?” diye sorduğunda Kızılderili kaldırıma geçer ve cebinden çıkardığı bozuk parayı yuvarlar.
Birçok insan, bozuk para sesini duyunca sesin geldiği tarafa bakarak, ceplerinden düşüp düşmediklerini kontrol eder.
Kızılderili, arkadaşlarına dönerek, “Önemli olan, nelere değer verdiğin ve neleri önemsediğindir. Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissedersin.”
(Prof. Dr. Ülgen Zeki Ok’un kaleminden, )