Sosyolog Şerif Mardin’in ortaya attığı “mahalle baskısı” kavramı Türkiye’nin gündemini çok meşgul etti.
“Mahalle baskısı” bilinmeyen ve sosyal bilimce ifade edilmesi çok zor olan bir havadır.
Ben bu ortamın AKP’den bağımsız olarak Türkiye’de yaşadığına inanıyorum.
Ama “AKP’yle bu hava artmış mıdır, bazı çevreleri daha cesaretlendirmiş midir?” diye soracak olursanız...
Yanıtım “Evet” olur... AKP’nin uyguladığı politikalardan cesaret alanlar ve kendilerine vazife çıkaranlar müthiş bir baskı yapmaya başladılar.
Ama mahalle baskısının getirdiği ruh hali bazen öyle şartlar oluşturur ki, işte o zaman AKP de bu havaya boyun eğmek zorunda kalır.
O yüzden Türkiye’yi yönetenlerin asıl bu detaylara dikkat etmesinde fayda bulunuyor. Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Zeynep Gambetti’nin şöyle bir yorumu var:
“Toplumsal baskıya dayanabilme haddinin hiç de yüksek olmadığı bu ülkede, ‘çoğunluğun tiranisi’ (baskısı) sadece AKP’nin iktidara gelişiyle ortaya çıkan bir olgu değil. Gayrimüslimlerin kamusal alanda adlarının Türkçe versiyonlarını kullanmalarından tutun Aleviliğin gizlenmesine kadar mahalle baskısının türlü bin hal ve biçimler aldığı daima görüldü. İslamcı kesimin mahalle baskısından korktuğumuz kadar bir refleks haline getirdiğimiz Cumhuriyetçi ve milliyetçi mahalle baskılarından da korkmamız gerekmez mi o halde?
Çözümler birlikte üretilmedikçe, doğrular farklılıklara rağmen birlikte tespit edilmedikçe şu anki şizofrenik halimizin devam etmemesi tahayyül edilemez. Birilerinin etken olarak özneleştiği, diğerlerinin (çoğunluğun) edilgen tüketiciler olarak nesneleştirildiği bir toplumda demokrasinin okulda öğrenilmesine imkan yoktur...”
Zeynep Gambetti’nin yorumuna katılıyorum.
Ben bir süredir dinsel simgelerde artan bu mahalle baskısının neden toplumun iyiye gitmesi gereken detaylarda yapılamadığını sorguluyorum.
Yani neden türban mahalle baskısıyla genç kızlarımıza giydirilmeye çalışılıyor da...
Örneğin...
Bu ülkede yasalara uymayanlara, kanunlar çerçevesinde hareket etmeyenlere, başkasının hakkını gasp edenlere, başkasının malında gözü olanlara, kuralları çiğneyenlere, düzene meydan okuyanlara...
Mahalle baskısı yapılmıyor.
Borcuna sadık kalmayanlara, devlete vergi vermeyenlere, yetimin hakkını yemekten çekinmeyenlere...
Hazine arazini çevirip gecekondu yapanlara...
‘Devletin malı deniz’ diye düşünenlere, ihale almak için her türlü numarayı çevirenlere...
Yasadışı her türlü işi yapanlara...
Neden mahalle baskısı uygulanmıyor?
Kızını okula yollamayanlara, kadının hakkını yok sayanlara...
Çocuğuna şiddet uygulayanlara, toplumun huzurunu kaçıranlara...
Neden mahalle baskısı yapılmaktan çekiniliyor?
Evet...
Ben mahalle baskısından yanayım. Çünkü gelişmiş Batı demokrasilerinde her birey yasaların uygulanması aşamasında bu baskıyı uygulamaktadır.
Çünkü bir toplumun ayakta kalabilmesi için kurallar gerekmektedir.
Bireysel özgürlükler ayrıdır, demokrasinin işleyişi ayrıdır.
Toplumsal değerlerimiz hızla çürüyor ve eriyor.
Belki bu değerlere sahip çıkmak adına bu baskıları yapmamızın zamanı geldi de geçiyor.
Hayata değil, sınava hazırlanıyoruz
Hep söylüyorum. Yaşadığımız sorunların tümünün temelinde eğitim sistemimizdeki yanlışlar yatıyor. Neler mi bunlar? Bazılarını sayalım.
Sistem ezbere dayalı... İmam hatip liseleri eğitimde ikilik yaratmakta... Müfredat gereksiz bilgilerle şişirilmiş, farklı yetenekler göz önüne alınmamakta... Sürekli öğretilen öğrenci... Farklı düşünme, söz söyleme hakkı yok... Zorla ezberletilen bilgiler düşünme sürecini olumsuz etkilemekte ve kolayca unutulmakta... Geçinmekte zorlanan öğretmenler kapasitelerinin üstündeki sayıda öğrenciyle ilgilenememekte... Bütçeden eğitime ayrılan pay çok düşük, kaynaklar verimli kullanılmamakta... Tek doğrulu test sistemi ezberci eğitimi desteklemekte; hayata değil, sınava hazırlayan eğitim sistemi...
Sonuçta ilgisiz, eleştiremeyen, kolay kandırılabilen, hakkını aramayan, gözledikleri suçları şikayet etmeyen, olayları siyah-beyaz gören bireylerden oluşan bir toplum yapısı... Ve yaygınlaşan “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” zihniyeti... Kısacası Einstein’ın dediği gibi: “Bugünkü eğitimde kutsal merakı boğup yok edecek hiçbir mucize eksik değildir.”
* * *
Eğitimde en önemli sorunumuz özellikle Doğu’da ve sosyo-ekonomik açıdan yoksul bölgelerde, sıklıkla kız çocuklarının, yani yarının annelerinin okula gönderilmemeleri. Çocuğunu döven aile bireyleri şikayet edildiklerinde doğal olarak haklarında yasal işlem yürütülür. Oysa hukuki zorunluluğa karşın çocuğunu okula göndermeyenler hakkında hiçbir işlem yapılmıyor. Çocuklara uygulanan şiddet sorununu küçümsemiyorum, ama şöyle bir düşünün; hangisi çocuğa daha fazla zarar verir? Biraz ağrı mı; yoksa yaşam boyu cahil kalmak mı?
* * *
Üniversitelerin durumu da çok farklı değil. Düşük bütçeler, düşük maaşlar, yüksek beklentiler... Oy avcılığıyla plansız programsız yeni üniversite açma çabaları... Birçok alanda öğretim elemanı bulma güçlüğü, araştırma ve geliştirmede çekilen güçlükler... Nitelikli birçok bilim adamının daha karlı özel sektöre veya yurt dışına gitmeleri... Bunca sorun dururken tartışılanlar sadece “türban” ile imam hatip okulu mezunlarına uygulanacak katsayı...
Sonuç olarak...
Deveye sormuşlar “Boynun neden eğri?” diye, “Nerem doğru ki?” demiş. Karamsar bir tablo çizdiğimin farkındayım, ama ne yazık ki gerçekler böyle. Haftaya Atatürkçü düşünce paralelinde çözüm önerileri...
(Prof. Dr. Ülgen Zeki Ok’un kaleminden, ulgenok@ulgenok.net)