Ben olaylara partiler üstü bakılmasından yanayım.
Bir siyasetçiye de düşen seçimlerden hemen sonra parti rozetini bir kenara koyması ve hizmet üretmesidir.
Elbette seçildiği parti önemlidir, ama halkın beklentilerine cevap vermek çok daha önemlidir.
Ve de daha kutsaldır.
Uzun zamandır toplumda “bizden, ondan” tartışmaları devam ediyor.
Özellikle hükümetin türban konusunda ısrarcı tutumları ve anayasa değişikliği toplumun genelinde bir gerginlik yarattı.
Bakın Keçiören Belediyesi’nde yaşananlara...
Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’e başkan Turgut Altınok itiraflarda bulunmuş.
İki belediye görevlisinin şiddet uyguladığını kabul etmiş.
Ama büfe sahibinin de az suçlu olmadığını anlatmaya çalışmış.
Suçu ne olursa olsun; insanlık dışı bir davranışı kim yaşamak ister.
Sonrasında bir parkta yan yana oturan iki gence belediye görevlilerinin müdahalesini sormuş.
Altınok bu konuda da bir yanlış anlaşılma olduğunu söylüyor.
Oysa bu olay medyaya yansıdığında haberin iç yüzü hiç de öyle gözükmüyordu.
Kısacası toplum gergin, endişeli, sıkıntılı...
İşte size bir örnek...
İzmir’in göbeğinden... Tanıdığım, bildiğim, sözüne inandığım bir kişinin mesajından...
* * *
“Ağustos’un ortalarıydı. Alsancak’ta bir işim vardı, bir arkadaşıma uğramış Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesi’nin önünden geçiyorduk. Hastanenin bahçesinde dönem arkadaşlarımızla karşılaştık. Ayakta sohbet ediyorduk. Bir telaş olduğu belliydi. Etraftaki konuşmalardan o anlaşılıyordu. Acil serviste yatan bir çocuk için Yeşilyurt Devlet’ten konsültasyona bir beyin cerrahı çağrılmış. Herkes onu bekliyordu. (Bu arada bölgenin en büyük çocuk hastanesinde beyin cerrahı olmadığını öğrenince şok oldum. Bu elbette bakanlığın büyük başarısı olarak yorumluyorum.)
Etraf çok kalabalıktı. Aslında ben buradan hep geçerken aynı izdihamı görür, üzülürüm. (Türkiye’nin gerçeklerini bilmeden, alt yapıyı dikkate almadan üreyin diyenlere de bir çift sözümüz olsun.) Doktor hastane bahçesine girdi, arabasıyla arka taraftaki otoparka geçmek istedi. Bariyerleri geçip sağa dönerken tabii bu arada koşuşup duran çocuklardan sakınmaya çalışırken arabanın sağ aynası yolda yürüyen iki türbanlı kadından birine değdi. (Bariyer geçmek üzere durmuştu, hastane bahçesindeki aracın hızı ne olabilir takdirlerinize bırakıyorum.) Bütün bunlar gözlerimizin önünde oldu.
Ama kıyamet koptu. Bağırış çağrış; bir ağız dalaşından sonra kadın elindeki pet şişeyle arabaya vurmaya, avaz avaz bağırmaya başladı. Doktor arabasını park ettikten, özür diledikten sonra da kavga devam etti. Önce güvenlikçiler sonra polisler müdahale etmeye çalıştılar ama kadını sakinleştirmek mümkün olmadı. Polis odasına doğru giderken kadınların yanındaki babaları sürekli kendi kendine konuşuyordu. ‘Kızlarım mini etekli olsa çarpmazdı’ diye diye... Bahçedekiler müdahale etmeye çalıştı. ‘Siz niye böyle konuşuyorsunuz?’ dendikçe ‘Tabii mini etekli olmadıkları için çarptı’ diye bağırıp çağırdı.
O kalabalıkta köşeyi dönen doktor kadınlara mini etekli olsa çarpmazmış. Akıl tutulmasının sınırı yok tabii... İyi ki ben burada görevli bir personel, doktor filan değilim diye düşündüm. Arkadaşlarımın hastane çevresindeki iş yerlerine arada bir kahve içmeye gidip gelen bir kişi olarak ve her hastanenin önünden geçtiğimde dışarıdan gözlemleyebildiğim kadarıyla son yıllarda bahçede mini etekli birini bulmak imkansız gibi geliyor bana...
Uzun tartışmalar sonrası polisin aracılığı ile sulh sağlandı. Doktor tekrar özür diledi. Kadınlar ise ‘Özür diledi ama çok geç artık’ diye bağıra bağıra oradan uzaklaştılar.
Böyle bir şey olabilir mi? Ben ev kadınıyım, çalışmıyorum. Ya oradaki doktordan biri olsaydım. Ne yapardım. Her mezhebi hatta dini bir arada kardeşçe yaşayan bir ülke değil miydik? ‘Biz herkese eşit mesafedeyiz’ diyenleri kutluyorum...”
* * *
Böyle bir olay yirmi yıl önce yaşanır mıydı?
Bu okurumun dediği gibi burada bir akıl tutulması yok mu?