Deniz Sipahi

Deniz Sipahi

dsipahi@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Gazeteleri okuyorum, televizyonları izliyorum.
Hükümete yakın kişilerin görüşleri Anayasa Mahkemesi’nin aldığı karara siyasi bir proje olarak yorumluyorlar.
Ama Türkiye’nin demokratik, laik ve hukukun üstünlüğüyle yönetilen bir ülke olduğunu hep es geçiyorlar.
Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın “Velev ki bir siyasi simge olarak taktığını düşünün. Bir siyasi simge olarak takmayı suç kabul edebilir misiniz? Simgelere bir yasak getirebilir misiniz? Sembollere bir yasak getirebilir misiniz?” diye başlayan cümlenin ve sonrasında atılan adımların; hesapsız kitapsız, toplumun değişimin dinamiklerini hesap etmeden yapılan hamlelerin Türk toplumunu hangi ruh haline getirdiğini hep birlikte yaşıyoruz.
Ben bu süreçte birçok yazı kaleme aldım.
Bugün de aynı noktadayım.
1- AKP Avrupa Birliği’ne sarıldıkça, reformlara imza attıkça toplumun geniş kitlelerinden destek görürken, bu hedeften uzaklaşmaya başladığı günden bu yana da yalpalamaya devam ediyor. Unutulan reformlar, unutulan sözler AKP için telafisi çok zor bir süreci başlattı.
2- Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde AKP ve MHP anlaşarak Abdullah Gül’ü Çankaya’ya yolladı.
Ardından üniversitede türbanı serbest bırakan anayasa değişikliğinde yine iki parti uzlaşarak anayasa değişikliğini Meclis’ten geçirdiler. Hatta bunun için DTP’nin de oylarını alarak yüzde 80’nin üzerinde bir oy oranını yakaladılar. Bugün geriye dönüp baktığımızda daha iyi anlaşılıyor ki; eğer gerçek anlamda bir uzlaşmadan bahsediyorsak bunun yolu AKP ve CHP’nin anlaşmasıdır.
3- Cumhurbaşkanı Abdullah Gül için yapılan “AKP’nin Cumhurbaşkanı” yakıştırmasını tersine çevirecek bir fırsat gelmişti. Türban yasasıyla ilgili el altından AKP’yi uyaracağına, daha soğukkanlı davranarak geri çevirebilseydi bugün siyasette farklı bir fotoğraftan söz ediyor olacaktık. Bu fırsat da kaçmıştır.
4- Endişeleri giderecek birinci aktör AKP’dir, AKP’nin yöneticileridir. “Milletin ağır bedeller ödememesi” savunması ise AKP’nin oynadığı kelime oyunundan başka bir şey değildir. Ağır bedel ödenecekse bunun nedeni yine partinin aldığı kararlardır. Önemli olan çoğulcu ve katılımcı demokrasidir. Konu rejimin özüne ilişkin önemli uygulamalara veya düzenlemelere geldiğinde çoğunluk yetmez, çoğulcu olmak, katılımcı olmak gerekir. Demokrasinin modern özü bu iki kavramdan geçmektedir.
*   *   *
Türkiye zor bir süreçten geçiyor.
Ama her zaman bir çıkış yolu vardır.
Bu güç Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinde ve temel ilkeleriyle bugünün çağdaş demokrasi anlayışında fazlasıyla vardır.

Bilgi insan için süs olmamalı
Yaşadığımız sorunların çözümünün Atatürkçü düşüncede yattığını yazıyorum hep. Eğitim sorunumuza çözüm ararken de Atatürk’ün yaptıklarına ve söylediklerine bakmakta yarar var.
Atatürk’ün eğitim konusunda ilk yaptıklarından biri 1924’te “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” ile okulların tümünü laikleştirerek bir çatı altında toplamasıydı: “Eğitim ve öğretimde birlik olmadıkça aynı fikirde, aynı zihniyette bireylerden oluşmuş bir millet yapmaya olanak aramak boş şeylerle uğraşmak olmaz mıydı?”
*   *   *
Atatürk’ün eğitimdeki önceliği eğitimsiz halkın aydınlatılmasıydı. Amacı ise hayatta başarıydı. Şöyle diyordu.
“Eğitim ve öğretimde uygulanacak yol, bilgiyi insan için fazla bir süs, bir zorbalık aracı veya uygar bir zevkten çok, maddi hayatta başarılı olmayı sağlayan pratik ve kullanılması mümkün bir araç haline getirmektir.”
Planladığı eğitim programı ilkelerine göre eğitim, öğrenci merkezli, uygulamalı, disiplinli, sürekli (okul sonrası dahil), laik ve demokratik olmalı, köyü kalkındıracak üretim için yapılmalıydı.
Atatürk’ün ilkelerine göre eğitim konusunda ilk yapılması gerekenin 15 yaşın altındaki okuma yazma bilmeyen çocuklara zorunlu, daha üst yaştakilere gönüllü olarak okuma yazma öğretilmesi olduğu kanısındayım. Özellikle kız çocuklarının, yani yarının ilk eğiticilerinin temel bir eğitim almalarının toplumun gelişiminde, eğitimli ve eğitimsiz kesimler arasındaki uçurumun kapatılmasında büyük önem taşıdığını düşünüyorum. İkinci yapılması gerekense eğitimde ikiliğin ortadan kaldırılarak birliğin yeniden sağlanmasıdır.
*   *   *
Daha iyi bir eğitim için eğitimin hedefleri, stratejisi, yöntemleri yeniden belirlenmeli; ezberleyen değil, “öğrenen, sorgulayan, araştıran, keşfeden, tartışan, öğrendiklerinden yararlanan, yaratıcı” bir öğrenci yapısı amaçlanmalı. Öğretmen “öğrenciyi keşfeden, anlayan, destekleyen, paylaşan, sınava değil, hayata hazırlayan yol gösterici” rolünü üstlenmeli; meslek liselerine ve 2-3 yıllık yüksekokullara ağırlık verilerek, hızla üretime katkıda bulunabilecek ara teknik personel yetiştirilmeli... Dünyayla daha iyi bütünleşme için İngilizce ve bilgisayar derslerine önem verilirken, İngilizce eğitime istisnalar dışında son verilmeli; beyin göçü ise tersine çevrilmeli... Kanımca...
(Prof. Dr. Ülgen Zeki Ok’un     kaleminden, ulgenok@ulgenok.net)