Saint Joseph’te beraber okuduğumuz, hatta sıra arkadaşlığı yaptığımız bir arkadaşım aradı. Buluşup, eski günleri konuştuk. Tabii ki yeni projeleri de... Arkadaşım üniversiteyi Fransa’da okudu ve orada kaldı. Hep sosyolog olmayı hayal etti. Bu hayalini de gerçekleştirdi, şimdi Fransa’nın en saygın sosyologlarından biri olarak gösteriliyor.
Avrupa Birliği üzerine araştırmalar yaptı, bazı raporları önemli kurumlar tarafından referans olarak gösterildi.
Son dönemde bir kitap hazırlığı yapıyor.
Konusu...
“Muhafazakarlaştırma...”
Türkiye’yi değil, Avrupa’yı da inceliyor.
Sadece Fransa’yı değil, Alman halkını da, Hollandalıları da, Avrupa’nın merkezindeki Belçika’yı da araştırıyor.
Elbette kitabın bir bölümünde Türkiye de var.
Çünkü genişleyen Avrupa’da Türkiye’nin farklı bir rol üstleneceğini ve bu yol haritasının gelecek günlerin en önemli gündem maddelerinden biri olacağını düşünüyor.
Yılda en az dört beş kere Türkiye’ye gelen arkadaşım, üstlendiği bir takım görevlerden dolayı son üç dört yıldır geliş gidişlerini bir ikiye indirmişti.
Bunlar da ailesinin burada olmasından dolayı İzmir ağırlıklıydı.
Kitabından dolayı bu sefer bir aylık uzun bir program hazırladı.
İzmir’den arabasıyla yola çıktı; Aydın’a, Denizli’ye, Muğla’ya gitti. Ege Bölgesi’nin kuzeyini de ihmal etmedi.
Balıkesir, Çanakkale’ye uğradı.
Bir haftasını da Doğu Anadolu ve Güneydoğu’ya ayırdı.
Giderken yemek yedik, gözlemlerini anlattı, tuttuğu bazı notları benimle paylaştı.
Ve dedi ki...
“Gördüğüm net birşey var. Türkiye muhafazakarlaşıyor. Fransa’da da, Almanya’da da bazı tespitlerimiz var ama Türkiye’deki durum biraz farklı. ABD’nin veya AB’nin Türkiye’ye laiklikten vazgeçmesi ya da muhafazakarlaştırma için doğrudan bir çabası olduğuna inanmıyorum. Ama iktidar muhafazakarlaştırma projesini tabanda mahalle politikasıyla uyguluyor. Sorun ise şu... Milli Görüş ve diğer cemaatlerin nerede duracakları bilinmiyor ve bunun mevcut iktidarın gücünü aşması durumunda nelerin olabileceği konusunda henüz bir formül geliştirilmiş değil...”
Önemli bir tespit...
Bu değerli dostumun asıl şaşkınlığı Ege’den kaynaklanıyor.
Görmeye alışık olduğumuz Anadolu fotoğrafının; İzmir’den biraz uzaklaştıkça değiştiğini söylüyor. Yol boyunca durup konuştuğu insanların gündelik hayatlarında bile bu baskının etkilerini hissettiklerini dile getirdiklerini ifade ediyor.
Buna rağmen Türkiye’nin laiklikten kopmasını beklemiyor.
Çünkü laikliğin bu ülkenin genetiğine işlendiğini ve söküp atmanın çok zor olduğuna inanıyor.
Peki nasıl bir Türkiye isteniyor?
“Kemalizm’in törpülenmesi ama İslam’ın her alanda yaşandığı modern ve yeni bir Türkiye’nin yaratılması...”
Ve devam ediyor.
“Avrupa Birliği ya da ABD resmin bütününe bakıyor. Her ülkenin kendi iç dinamikleri olduğu gibi Türkiye’nin de dengeleri demokrasiden ve laiklikten bazı tavizlerin verilmesini sağlayabilir. Bu tavizler görmezden gelinebilir, geçiştirilebilir, dünyayı rahatsız etmeyebilir. Önemli olan Türkiye’nin geleceği ve Türk insanın beklentileri...”
Ben arkadaşımdan daha sık Anadolu’ya gidiyorum, görevim gereği Ege’yi karış karış tarıyorum. Benzer tespitleri ben de yapıyorum.
Mahalle baskısının genişlediğini, muhafazakarlaştırma projesinin başarıyla uygulandığını görüyorum.
Sıra arkadaşım İzmir’den uçarken yine de çok umutsuz değildi.
Ve şöyle bir cümle kullandı.
“Türkiye’nin yapacağı Batı’ya daha fazla yaklaşmaktır. Avrupa Birliği’nden uzaklaştığı her dönemde bu fotoğraf değişmiştir...”