Gelin şu arsenikli su meselesine bir bakalım. Sağlık Bakanlığı’nın Türkiye genelinde sekiz ayrı yerde veri toplama merkezi bulunuyor.
Bu iller arasında İzmir de var.
İzmir’deki veriler diğer illere göre daha sağlıklı tutuluyor. Vali Kutlu Aktaş döneminden bu yana tüm veriler karşılaştırmalı olarak değerlendiriliyor.
Kanser vakaları Türkiye’ye özgü değil, bütün dünyada artıyor. Örneğin ABD’de 100 bin kişide 400-450 kişinin kansere yakalandığı görülürken, bu rakamlar Türkiye için çok daha düşük... 150-250 arasında gidip geliyor.
Elimizdeki veriler bir genelleme yapabilmek için yeterli değil.
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in iddia ettiği gibi “İzmir’in suyu kanser yapıyor” sözü havaya atılmış, içi doldurulmamış ve siyaseten de son derece yanlış yorumlar. Gelişmiş bir Batı ülkesinde olsa bu sözleri sarf eden siyasetçiler belki de ceza alabilirdi.
Ama burası Türkiye...
Sağlık Bakanlığı, Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı’yla da ortak çalışmalar yürütüyor. Buradan da aykırı bir rapor gelmiş değil.
İzmir’deki kanser türlerine baktığımızda erkeklerin daha çok akciğer, kadınların ise meme kanserine yakalandığı görülüyor.
İçtiğimiz suyun arsenikli olup olmamasının bu kanser türleriyle alakası olup olmadığıyla da ilgili bilimsel raporlar yok elimizde.
Yani kimsenin çıkıp bir çırpıda bunu kanıtlaması beklenemez. Gökçek’in sözleri de palavradan öteye geçemez.
Bir gerçek daha var ki, o da Sağlık Bakanlığı’ndaki verilerin 2003’e kadar değerlendirilmiş olması, sonrasıyla ilgili çalışmalar devam ediyor. Gökçek’in yanıldığı bir başka ayrıntı daha var.
O da kaynaktaki suyla şebekedeki suyun durumu...
Barajlarda bekletilen su bazı işlemlerden geçtikten sonra şebekeye veriliyor. Bu bütün kentler için geçerli... Oranlar, bekleyen suyla akan su arasında farklılıklar gösterebilir. Önemli olan işleme tabi tutulan sudaki oranlardır.
Tartışmaların en yoğun olduğu dönemde sudaki arsenik oranı yüzde 21’ler seviyesindeydi. Bugün 2-3 yerde oranın 11’lerde olduğu görülüyor. Demek ki alınan tedbirler netice vermiş, arsenik oranları düşüyor.
Göksu ve Sarıkız kaynaklarında toplam 29 kuyu vardı. Bu kuyular kapatıldı ve arıtmayla ilgili yatırımlara hız verildi. Bunlar zaman alacak...
Ama bizi bekleyen asıl tehlike susuzluk...
Günlerdir yağmur yağmıyor ve barajlardaki doluluk oranı giderek azalıyor.
Böyle giderse düzenli su kesintileri olacak. Ya da kapatılan kuyular yeniden açılmak zorunda kalınacak...
Büyükşehir Belediyesi bugünleri önceden görüp Başkent’e, merkezi hükümete gerekli başvuruları yapmamış mıydı? Yapmıştı...
Peki cevap hangi yöndeydi?
AKP’li Çevre Bakanlığı’nın genel müdürü Fevzi İşbilir, 19 Aralık 2007’de yazdığı bir yazıyla, “Çamlı Barajı’na acil ihtiyaç yoktur. İzmir’in yeterli suyu vardır” dememiş miydi?
Bugünün gerçeği nedir? İzmir’de barajlardaki su oranı yüzde 7’lere düşmüştür.
Ve yağmur yağmazsa 1-2 aylık suyu kalmıştır.
Suyu tutamazsanız, baraj yapamazsanız; kentlerin ihtiyaçlarını nasıl gidereceksiniz?
Bu bir siyasi linç değil midir?
Gelelim Avrupa Birliği’nin tuttuğu “insani tüketim amaçlı sular” hakkındaki standartlara...
Avrupa, Türkiye’den kurşun miktarını 15 yıl içinde 50 mikrograma düşürülmesini istemiş. Arsenik için 2005’te 3 yıllık muafiyet koymuş.
Gerekirse 3 yıllık uzatma, hatta bir 3 yıl daha süre verilmesini öngörmüş. Daha önce “50 mikrogram normaldir” diyen Avrupa Birliği, belirlenen süreler içinde bu oranların yüzde 10’nun altına düşürülmesini istemiş.
Birliğin üye ülkelerinde de 1993’e kadar bu oranlar yüzde 50’ler seviyesindeymiş.
Burada insanımızın sağlığını tehdit edecek bir şey var mı?
Önlemler alınmıyor mu?
Yatırımlar yapılmıyor mu?
Gerekli bilimsel destekler alınmıyor mu?
Bu soruların cevabı pozitif ise bunu niye anlatamıyorsunuz? Krizi, algılamayı yönetmek ayrı bir şey işte...
Son söz...
Türk siyaseti artık farklı bir dil kullanmalı...
Gökçek’in dili özlenen, beklenen üslup olamaz. Bu da bir başka yazı konusu olsun.