Pazar günkü yazımda, “Ben mahalle baskısından yanayım...” demiş ve yazımı şöyle bitirmiştim:
“Bu ülkede yasalara uymayanlara, kanunlar çerçevesinde hareket etmeyenlere, başkasının hakkını gasp edenlere, başkasının malında gözü olanlara, kuralları çiğneyenlere, düzene meydan okuyanlara... Borcuna sadık kalmayanlara, devlete vergi vermeyenlere, yetimin hakkını yemekten çekinmeyenlere... Hazine arazini çevirip gecekondu yapanlara... Devletin malı deniz diye düşünenlere, ihale almak için her türlü numarayı çevirenlere... Yasa dışı her türlü işi yapanlara... Neden mahalle baskısı uygulanmıyor?”
Baktım mail kutum dolup taşmış.
* * *
Bir öğretim görevlisi dostum diyor ki...
“Bizde komşumuzun bir yanlışını ihbar etmek ayıp sayılır. Avrupa’da böyle değildir. Eğer kurallar dışında bir eylem varsa ve uyarılara rağmen bir düzelme olmuyorsa bir Parisli, bir Berlinli telefonunu açar ve ihbarını yapar. Yapmadığı zaman kendini iyi hissetmez. Bizde ise tam tersidir. İzmir’in sokakları, caddeleri kirlense de, kırmızı ışıkta geçilse de, kocası karısını dövse de arasının bozulmasını istemez...”
* * *
Girişimci bir başka dostum ise şöyle bir not göndermiş:
“İnsanlarda bir bıkkınlık var. Uyarsa da insanlar yapmaya devam ediyor. Şikayet etse de sonuç değişmiyor. Mahkemeye gidiyorsun yıllar sürüyor. Polise şikayet ediyorsun, hiç beklemediğin tavırlarla karşılaşıyorsun. Sözlü uyarıda bulunuyorsun anında şiddetle cevap buluyorsun. Ama çok haklısın, Türkiye’nin değişmesini istiyorsak mahalle baskısını toplumun değerlerini geliştirmesi adına kullanmalıyız...”
* * *
Özel sektörde yönetici bir arkadaşım yaşadığı bir deneyimini aktarıyor...
“10 yılı aşkın bir süre Fransa’da yaşadım. Sadece bir kere trafik cezası yedim. Cezayı elime aldığımda şaşırdım. Sabaha karşı, sokakların boş olduğu bir zamanda kırmızı ışıkta geçtim. İhbarı yapan, havaalanında karşılaştığım bir arkadaşımdı. Onu da kaldığı yere bırakıp evime gidecektim. Bu tavır Fransa’da son derece doğal karşılanır. Hadi gelin bunu Türkiye’de yapın. O zaman herkes birbiriyle küs olur...”
* * *
Demokrasinin her zaman dünyanın en zor rejimi olduğuna inanmışımdır.
Demokrat olabilmek için de hoşgörünüzün yüksek, empati gücünüzün gelişmiş olması gerekir.
Ama her şeyden önemlisi...
Demokrasinin kurallarla işleyebilmesi ve olgunlaşabilmesidir.
Herkesin istediği gibi hareket edebileceği bir rejimini adı demokrasi olamaz.
Bana gelen mesajlardan anlıyorum ki, toplumda müthiş bir çekingenlik ve güvensizlik var.
Adamsendecilik, fütursuzluk, hesap vermezlik almış başını gidiyor.
Batı demokrasisinde bireysel haklar her şeyin önündedir.
Ve birey bu kazanımları korumada en önemli rolü üstlenmektedir.
Bizde eksik olan bu toplumsal reflekstir.
Mahalle baskısını “türban” olarak algılayan bir toplum, asıl baskıyı toplumun gelişmesi için kullanırsa çok daha iyi sonuçlar ortaya çıkabilir.