Eğer bu toplantı bugünlerde değil, AKP’-nin ilk dönemlerinde yapılsaydı ya da 6 yıllık AKP iktidarında farklı uygulamalarda objektif kalınabilseydi bu eleştirileri yapmayacaktık.
Hep hatırlattık.
Hükümet tüm Türkiye’nin hükümetidir.
Türkiye’nin bütün başkanları Türkiye’nin başkanlarıdır diye.
O yüzden seçimlerin bittiği gece seçilenler rozetlerini bir dolaba bırakmalı ve bir dahaki sandık gününe kadar orada muhafaza etmelidir.
Ne yazık ki, bu yapılamadı.
Gelmiş geçmiş bütün iktidarlar aynısını yaptı.
Her seferinde Türkiye’nin yeni bir siyaset anlayışına ve siyaset diline ihtiyacı olduğunu söyledik.
Ama nafile...
Yazdıklarımız, çizdiklerimiz, konuştuklarımız bir kulaktan geldi, bir kulaktan çıktı.
Siyasetçiler bildiklerini okudular, kendi yandaşlarını korudular.
Rakiplerini kötülediler; zora soktular, siyasi linç yaptılar.
Olmadık uygulamalarla köşeye sıkıştırdılar.
İktidar değiştiğince fotoğraf da değişti, mağdur olanlar rövanş duygularıyla hareket ettiler.
2002’de AKP tek başına iktidara geldiğinde dedik ki...
AKP’nin önünde bir şans var. Halk siyasi bir konsolidasyona gitti ve eskinin uygulamalarından memnun olmadığını açıkça ortaya koydu.
Eğer AKP merkeze oturabilir, oy almadığı kesimlerin de endişelerini giderir, Türkiye’nin hükümeti olmayı başarabilirse bu ülke kazanır, gelecek çok daha güzel olur.
Eleştirilerimiz hep bu yöndeydi.
Merkeze oturan, yönetimde kadrolaşmayan bir AKP çok farklı bir tabloyu karşımıza çıkarabilirdi.
Ama olmadı.
Genetik kodları AKP’nin böyle bir gelişme sağlamasına engel oldu.
Müthiş bir kadrolaşma yaşandı.
Devletin yönetiminde ahbap çavuş ilişkisi hiç olmadığı kadar öne çıktı.
Öyle atamalar, öyle kararlar alındı ki...
Kamuoyundan büyük tepki çekti, toplumun vicdanı bunlara razı gelmedi.
Objektiflik terk edildi.
Yine söylüyorum.
Geçen altı yılın herhangi bir döneminde İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Sağlık Bakanı Recep Akdağ, Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu bir araya gelip suyla ilgili toplantı yapmış olsalardı.
Bunu siyasi değil, objektif bir değerlendirme olarak yorumlayabilirdim.
Atalay diyor ki...
“Şakaya gelir tarafı yok. Suyla ilgili temel sorunlar, suyun getirilmesi, sağlıklı ve güvenli suyun sağlanması, yerel yönetimlerin görevidir. Bakanlık olarak denetimlerimizi ve yaptırımlarımızı artıracağız...”
Sonra da ekliyor.
“Denetimlerimizi parti farkı gözetmeden yapıyoruz...”
Tamam da...
Konu bir şekilde İzmir’e gelip dayanıyor.
O İzmir ki, Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın sık sık “Burayı istiyorum...” dediği kent...
Ankara’nın Kızılırmak suyunu kullanmasında...
“Sorun yok...”
İstanbul’un...
Avrupa’nın en kaliteli suyu olarak tanımlayacaksınız.
İzmir’e gelince “Arsenik var...”
Şimdi siz bu toplantının siyasi bir mesaj vermediğini söyleyebilir misiniz?
Eğer ortada bir kusur, ihmal varsa...
Yapanın hangi partiden olması elbette önemli değildir.
AKP’li, CHP’li, MHP’li, DP’li, DSP’li, ANAP’lı olması bizim için hiç fark etmez.
Yeter ki hizmet üretilsin, yeter ki vatandaşımız mutlu olsun.
Ama uygulamalar, yaklaşımlar, tavırlar gerçekten öyle mi?
İşte bu yüzden seçimlerin üzerinden daha bir yıl geçmiş olmasına rağmen yeniden seçim tartışılıyor.
Siyasete yeni bir anlayış gerekiyor, maalesef AKP de bu değişimi gerçekleştiremedi.
Yalpalamamızın asıl nedeni de bu...
Halkımız aradığını yine bulamadı.