Deniz salyası sorunu ciddi. Müsilaj yayıldıkça bundan turizm de, balıkçılık da olumsuz etkilenecek. En az iki yıl bu sorunla yaşayacağız. Önlemler sorunu azaltacak, süreyi kısaltacak. Kirlenmeyi önlemeli, arıtma tesislerini hemen devreye sokmalıyız.
Pandemi yetmezmiş gibi başımıza dert olan deniz salyası yayıldıkça yayılıyor. İncelemeler, araştırmalar, paneller... Çözüm aramak iyi de.. Neden kimse şu soruya yanıt vermiyor: “Aynı tehlike 2007 yılında da yaşandı. O günden sonra ne yapıldı? Ne önlemler alındı ya da alınmadı? Sorumlular kim?”
Çünkü çözüm tek: Kirliliğin önlenmesi. Bu konuda sıkı denetim ve mutlaka arıtma sisteminin her işletme için zorunlu tutulması. Bu sistemi kurmayan fabrika ve işletmelere ‘mühür vurulması’. Yoksa sadece Marmara Denizi’ni değil, birçok şeyi kaybederiz.
“Deniz salyasının mutasyonu eksikti” desek yeri. Çünkü bu kez karşımıza çıkan 14 yıl öncekinden daha farklı ve sıkıntılı. Üstelik daha tehlikeli. “Balıklarda tehlike yok” söylemi de çok yanlış. Çünkü, müsilaj içindeki balık ve diğer canlılar elbette ‘zararlı’.
İstanbul’dan, Ege’nin çeşitli kıyılarından not ve fotoğraflar geliyor elime. Rahatsız edici. Deniz salyası mikroorganizmalar tarafından üretilen yapışkan bir madde. Şikayet edelim de temel konuyu atlamadan: Kirletirsek sonuç bu!
Açık söyleyeyim, şimdiden önlem alırsak ancak iki yılda çözüm bulabiliriz. Önlem alınmazsa ‘gidişat kötü’. Bu acı tablo beş yıla kadar uzayabilir. O da önlemler aşama aşama devreye sokularak. Sadece Marmara Denizi ve çevresi değil, Ege ve Karadeniz de bu tehdidin ortasında. Suyun sıcaklığı, denizlerin kirliliği, atıkların suya karışımı devam ediyor çünkü.
İstanbul, Kocaeli, Adalar ve Balıkesir sahillerinde bu konuda bilimsel inceleme ve araştırmalar yoğunlaştı. İş işten geçmeden Ege ve Karadeniz’e de uzanmakta yarar var. Yoksa yayılma oralara da geçecek. Suyun ısınması da ciddi sorun ve maalesef önlenemiyor.
Atıklar denize akıyor
Deniz salyasının temel nedeni tabii ki, iklim krizi temelinde kirlenme. 3 milyon metreküpten fazla atık su Marmara’ya salınıyor. Kirlilik, organik ve inorganik maddeler dolu. Denizi kirlettikçe kötü sona doğru ilerliyoruz. Oysa ‘kirletmesek’ sorun yok. Deniz suyu sıcaklıklarının ortalama sıcaklıkların üzerine çıkması konusunu da önemsememiz gerekiyor.
Denizdeki ekolojik dengenin kirlenmelerle bozulması, bitki türlerinin yok edilmesi, evsel ve endüstri atıklarının denize karışmasının bir türlü engellenememesi, denizin doğal dengesinin kırılması, atık su tesisleri kurulmaması, hizmete sokulmaması, kirletenlerle mücadelenin maalesef yetersiz olması, denizin giderek doğal etkenlerden uzaklaşarak daha durağan hale gelmesi de ‘deniz salyası nedenleri’.
Milliyet su altından görüntüler verdi. Deniz salyası 30 metre derine ulaşabiliyor ve orada kalıyor. Parçalandıkça yüzeye çıkıyor.
Ortak mücadele
Kötü kokusu da dayanılmaz olan müsilaj, turizmi, deniz sektörünü ve balıkçılığı da olumsuz etkileyecek. Sonuçta da ekonomimizi... Sorun, ortaklaşa mücadele ve çözüm istiyor. Devletin kurumları, bilim insanları, üniversiteler, yerel yönetimler elele vererek bu sıkıntıyı giderebilir. Gün dayanışma günü. Tüm politik ve kişisel çatışmalardan öte.
Konunun uzmanı çok sayıda bilim insanı ile konuştum. Bu ciddi soruna ilişkin değerlendirmeleri genel çerçevede şöyle:
“Yıllar önce de bu sıkıntıyı yaşadık. Ama bu kez daha hızlı yayılan, kendini yenileyen bir türle karşı karşıyayız. Yani bir anlamda mutasyon geçirmiş Kovid-19 örneği bir deniz salyası tehdidi. Elbette ilk aşamada önlemler alınmalı ve kirlenme önlenmeli. Ancak konuyu uzun vadeli bir programla da ele alarak ortadan kaldırma yoluna gitmeliyiz. Denizlere ve akar sulara atık, kirlilik bırakma kesinlikle önlenmeli. Atık su ve biyolojik arıtma tesisleri her sanayi kuruluşu için zorunlu olmalı ve denetlenmeli. Yerel yönetimler de bu tesisleri hızla devreye sokmalı, sayısını artırmalı. Kurmayanlar ve işletmeyenler için ağır yaptırımlar getirilmeli. Yoksa hem deniz sektörü, hem de turizm bu gelişmeden daha da olumsuz etkilenir. Olayın insan sağlığı boyutu da var elbette.”
Öneri çok da zaman yok
Saygın isimler yoğun çalışma içinde. Prof. Barış Salihoğlu, Prof. Mustafa Öztürk, Prof. Mustafa Sarı, Prof. Hicran Yavuzcan, Prof. Saadet Karakulak, Prof. Melek İşinibilir Okyar, Doç. Mustafa Yücel, Doç. Nazlı Demirel, Doç. Dilek Türker, Doç. Muharrem Balcı, Doç. Ahsen Yüksek, Dr. Erol Kesici, Müh. Erdinç Veske... Değerlendirmeleri önemli. Uzun vadeli çözümler çok. Ancak zaman yok ve sınırlı. Elbette müsilaj temizlenmeli. Ancak biyolojik arıtma tesisine gönderilmezse toplamanın yararı yok.
‘Beyaz peynir değil sadece beyaz!’
Beyaz peynir zenginliğimiz. Zeytinle birlikte baş tacımız. Ama her şeyde olduğu gibi bu milli üründe de ‘sahteciler’ gündemde. Beyaz peynir diye neler satıyorlar neler. Aman dikkat!
Şikayetler yoğunlaşınca bu konuda güvenilir bir kapıyı çaldım. Tire Süt Kooperatif Başkanı Mahmut Eskiyörük. Türkiye’de ‘gıda terörü’ bulunduğunu ve bunun önlenmesinin güç olduğunu dile getiren Eskiyörük, piyasada beyaz olan her şeyin peynir ve türevleri olarak satıldığını belirtirken, “Birçok ürün sadece beyaz, ama beyaz peynir ya da peynir değil. İçine öyle şeyler katılıyor ki! Maalesef denetim yok. Ben kooperatifleşme kooperatifleşme derken bir anlamda da bunun için söylüyorum. Çünkü kooperatiflerde hata, yanlış, taklit, tağşiş olmaz. Tüketicimiz lütfen dikkat olsun, sıkıntı yaşayabilir” değerlendirmesinde bulundu.
Sektörün deneyimli markaları da uyarıyor: “Aman dikkat. Peynir diye sağlığa zararlı bir şey almayın.”
Büyük çiftçi araştırması
3 bin çiftçiyi kapsayan araştırma, üreticileri ‘en ürküten tehdidin’ iklim krizi olduğunu ortaya koydu. 63 ülkede faaliyet gösteren Cargill’in 1000 Çiftçi 1000 Bereket programı kapsamında KONDA tarafından 3 bin üretici ölçekli ‘Büyük Çiftçi Araştırması’ yapıldı. 10 yıllık bir perspektif üzerine hazırlanan araştırmada çarpıcı bulgular elde edildi:
- Çiftçi gelişime açık ve dijital tarımı destekliyor. Teknolojinin olmadığı bir tarım düşünülmüyor. Üretici bir gelişmeyi dener, olumlu sonuç alırsa hayatına sokuyor.
- Girdilerde tasarruf temel beklenti. Finansal okuryazarlık çiftçinin gündeminde.
- Çiftçiler, çocuklarının tarımla ilgili bölümlerde eğitim almasını ve aile mesleğini devam ettirmesini istiyor.
- Çiftçilerin en önemli gündem maddelerinden biri iklim krizi. Adına iklim krizi demeseler de etkisini hissediyorlar. Kuraklık ve beklenmeyen hava olayları gibi koşullara uyum sağlamaya çalışıyorlar.
Bir öneri
KONDA ile Cargill’in bulguları değerli. Ancak sektörün tamamını kapsayan, güncel sorun ve çözüm yolları konusuna ışık tutan yeni bir çalışma yapılabilir. Bu, tarımın geleceği adına önemli bir araştırma olur.
YAŞAR KEMAL OLSA...
‘Suçların en büyüğü doğayı yok etmek’
Türk romancı ve öykü yazarı. İnsan ve toplum felsefecisi. ‘Yer Demir, Gök Bakır’, ‘İnce Memed’, ‘Ağrı Dağı Efsanesi’, ‘Sarı Sıcak’ ve niceleri ile sadece beyinlerimizde değil, yüreklerimizde de iz bırakan büyük edebiyatçı. Anadolu efsanelerinin, insanlarının yürekli masalcısı. İnsan hakları, demokrasi ve doğa savunucusu.
Sözünü sakınmayan ‘yorgun demokrat’.
Türkiye’nin gururu, Nobel’e aday gösterilen ilk Türk romancı.
Gönüllerin Nobel sahibi...
Sait Faik’in deyişiyle “Türklerin en Kürt’ü, Kürtlerin en Türk’üydü”.
Halkı aydınlatıp güneşe yürüyen adam.
Ne söylense az.
Tanımaktan büyük onur duydum. Hele Ayvalık’ta onun da çok sevdiği, dostlarımız Orhan Onur Necla Tunç ailesine ait Ortunç Otel’deki iki günlük yarenlik doyumsuzdu.
Bugün hayatta olsa, yine Türkiye’yi konuşur, insan hakları ve demokrasi konusunda duyarlılığını dile getirir ve şöyle derdi herhalde:
“...Güneş ilk olaraktan doğuyorcasına, ıslak, terütaze, dağların doruğunda açıldı. Bin bir koku güneyden, kuzeyden, doğudan, batıdan geldi. Büyük yaldızlı kelebekler, kırmızı, yeşil benekli, saydam kanatlı arılar, karıncalar, kurtlar, tilkiler, sarhoş oldular kokulardan, yollara, bellere saldırdılar, kartallar, şahinler, öteki yırtıcı kuşlar, güvercinler, sarıasmalar, ibibikler, üveyikler yalpalayarak çığlık çığlığa gökyüzüne kayarak, süzülerek, takla atarak, kendilerinden geçerek dolaştılar. Toprak, doğurganlığının en cömert günlerini gerinerek, mest olarak yaşıyordu... Bütün yüreğimle inanıyorum ki, doğayı yok etmek suçların en büyüğüdür.”
MUHTARIM DİYOR Kİ
‘Kuraklık en büyük sorun’
Bugün Kars’a uzandık. Merkez ilçe, Boğatepe köyü. Güzellikler ve bereket diyarı. Yerel ürünleri lezzetli.
Çevre köylerle birlikte Türkiye’nin dört bir yanına bal, pekmez, peynir, gravyer, kuru armut, kuru elma gönderiliyor.
Yöredeki dernek ve kooperatifler işbirliği içinde en sağlıklı ve kaliteli ürünü hazırlamaya çalışıyor.
Boğatepe ise hayvancılık ve süt ürünleri ağırlıklı bir köy. Son yıllarda en büyük sıkıntı kuraklık. Akarsular da ciddi su azalması söz konusu. Bu da özellikle köylüleri zorluyor. Yem az ve kıt. Ona ayrıca verecek gelirleri de yok. Süt ürünleri, peynir ve gravyer temel geçim kaynağı.
Boğatepe Muhtarı Yener Koçulu. Yöresinin gelişimi için çaba gösteren çalışkan bir muhtar kardeşimiz. Boğatepe’yi ve hizmetleri şöyle anlatıyor:
“Pandemi sürecinde köylülerimize elimizden geldiğince yardımcı olmaya çalıştık. Kolay değil. Hayvancılık, peynir ve süt ürünleri burada geçim kaynağı. Kuraklık hepimizi zorluyor. Yem sıkıntısı oluyor. Otluk alanlar yeşermiyor. Öyle olunca da maliyetler artıyor. Bu yıl peynir, gravyer ve benzeri ürünlerde yüzde 15-20 artış olacaktır. Üretici ancak bu şekilde geçimini sağlayabilir. Dileğimiz kuraklık sorununun bir şekilde aşılması.”
Emisyon hedefine uyanlara alkış
Dünyanın önemli bilgi ve iletişim teknolojisi kuruluşlarından Japon Fujitsu, uzun süreden beri yaptığı ‘sürdürülebilir çevre planlaması’ hazırlıklarını kamuoyu ile paylaştı. Bu paylaşımdaki sevindirici nokta, ‘küresel olarak belirlenen 1.5 derecelik sera gazı azaltma hedefine tam uyumlu çalışma’ güvencesi. Bu tür büyük kuruluşların dünyanın yaşadığı sorunlara duyarlı olması alkışı hak ediyor. Fujitsu, topluma ‘iklim değişikliğine katkı ve doğa ile bir arada yaşama’ sözü veriyor.