YazarlarDuru mavi gözlü kadın

Duru mavi gözlü kadın

26.12.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Duru mavi gözlü kadın

Duru mavi gözlü kadın


yataktan hemen ayağa fırladı. Kediyi unutmuştu. Kedi yataktan yere düştü mırıltısını kesti. Hemen aşağıya indi. Karanlıkta gaz tenekesini buldu. Tüfeği omzundaydı, iskeleye, kıyıdan gitti. Poyrazın kayığının yanından evinin önüne geldi. Poyrazın ışığı daha yanıyordu. Ben onu bu gece öldürmezsem o beni öldürecek. Veririm ateşi, bir anda alışır ev, yarım saatte de yanar kül olur. Bütün bu evlerin de hepsi yanar. Poyraz da uyanık, hemen kaçar ya karanlıkta vuramazsam.
Ya karanlıkta vuramazsam, diye diye sabahı etti. Gün doğarken de kamışlığın içine çekildi. Bu sefer ne tüfeği doldurdu, boşalttı, ne eli ayağı çözüldü, ne bir şey oldu. Ama bekledi, bekledi Poyraz ne evden çıktı, ne de başka bir yerde gözüktü. Öfkeyle kamışlıktan çıktı, ılgınların içine, koyağın dibine saklanmadan mağaraya yürüdü, kayığını dışarı çıkardı. Yüz kulaç kadar açıkta durdu oltalarını düzeltti, sıyırtmayla birkaç küçük balık tuttu, küçük küçük kesti, yem yaptı, açıldı, çok iyi bildiği bir taşa geldi, taş balık kaynıyordu. Dönerken motoru çalıştırmadı, kürek çekti. Gün kavuşurken adaya çıktı.


FIRAT SUYU KAN AKIYOR BAKSANA (34)



Çok, çok korkuyordu Poyrazdan. Adaya çıkan ilk kişiyi öldüreceği yeminini unutmuş, ona bir sebepten düşman kesilmişti. Bir de her gün biraz daha ondan korkuyor, her gün biraz daha, adayı yakıp buradan uzaklaşmak düşüncesi kökleşiyor, her gün onu öldürmek kararı yeni, sağlam, vazgeçilmez bir kararlılık kazanıyordu.
Cuma günü balığa çıkmadı, Cumartesi günü açık açık, saklanmadan, sinmeden en görülebilecek yerlerde, bütün adayı, Poyrazı arayarak dolaştı. Karlı ovada yürürken başının yöresinen vızır vızır geçen kurşunların arasında yürüyüşü düştü aklına. Pazar günü kiliseye gitti. Artık her şeye hazırdı. Poyrazın mezarının başucuna koyacağı haçı bile hazırladı. Tüfeğini, kurşunları, tabancasını gözden geçirdi, evine gitti, en güzel bayramlık giyitlerini giyindi, dışarı çıktı, köşklere giderken denizde, bu yana gelen Kadri Kaptanın teknesini gördü, yolunu kamışlığa çevirdi, koyağa indi. Otlar, çiçekler o kadar uzamıştı ki, Vasili içinde yitti. Ilgınlıktan sürünerek kamışlığa girdi. Kedisi artık onu izlemiyordu, nedendi acaba? Bugünlerde de adaya üstüste insanlar geliyordu, hayrola.
Kadri Kaptanın teknesinin iskeleye yanaştığını, iskelenin çıkarıdğı sesten anladı. Tahta gıcırtılarının arkasından da tanıdık bir kadın sesi geldi. Vasili, bu tanıdık ses kimin sesi, diye ayağa kalktı, kamışları, uzamış gitmiş sazları, bol tozaklı oklukları araladı. İskelenin üstüne çıkmış şen şakrak gülen Lenayı gördü. Önce onun da içine bir sevinç doğdu, Lena ana kaçmış, dedi. Lena, birden, Vasili, Vasili, Vasili ben geldim, diye bağırınca ürkerek yerine oturdu. Kadri Kaptanın teknesi geriye dönmüş uzaklaşırken Lena sırtındaki torbasını sedirin üstüne koydu, Vasili, Vasili, Vasili, ben geldim, diye değirmene yukarı koşarcasına yürüdü. Değirmenden Vasilinin evine döndü, "ben geldim, Vasili ben geldim," diye kapıyı yumrukladı. Bekledi, bekledi, ses sada çıkmayınca şeftali bahçelerinin içine girdi. Bağırıyordu. Bağırması bir sevinç çığlığıydı. Bu ada ada oldu olalı böyle sevinçli bir ses, böyle aydınlık, ışık gibi açmış bir yüz, pırıl pırıl, masmavi ipiltili bir çift göz görmemişti. Bu sevinç Vasiliyi de sardı, kalkabilse, arkasından koşsa Lena anayı kucaklasaydı. Birkaç kez ayağa kalktı, Poyraz aklına düştü, yerine oturdu. Bu kadın bu kadar bağırıyor da Poyraz neden hiç ses çıkarmıyordu? O tam bunu düşünürken doğudaki değirmenin oradan bir ses duyuldu. Vasili artık Poyrazın sesini tanıyordu. Poyraz, "kim o, kim o, gelen kim?" diye iskeleye kadar geldi. Sesi duyan Lena da oraya koştu. Bu sesin Vasilinin sesi olmadığını, yabancı bir ses olduğunu anlamış, belki de, öldürmediğine göre, Vasilinin arkadaşıdır bu adam, diye düşündü.
Poyraz, kendisine doğru koşarak gelen Lenayı karşılamak için ona doğru yürüdü. Kadının yanına gelince çok şaşırdı. Yüzü kırış kırış olmuş, bu derin, duru mavi gözlü, ak başörtülü, kısa boylu kadın iliklerine kadar işlemiş mutluluğunu dağa taşa, ota çiçeğe, börtü böceğe dağıtıyordu.
"Ben geldim, ben geldim, ben geldim," diyor, bir genç kız gibi yanakları çukurlaşarak gülüyordu.
"Hoş geldin," dedi Poyraz onun mutluluk fırtınasının içinde kalarak. "Hoşgeldin, sefalar getirdin."
"Hoş bulduk. Sen kimsin?"
"Benim adım Poyraz Musa."
"Ne yaparsın burda?"
"Ben buraya yerleşmeğe geldim. Şu evi satın aldım. Şu değirmeni de..." Evi ve değirmeni eliyle gösterdi.
"Para verdin?"
"Para verdim."
"Kimdir o?"
"Hükümete."
"Ben anladım."
"Sensin kimsin?"
"Ben?"
"Sen."
"Ben Lena Papazoğlu. Dört oğlum gitti Çanakkaleye, Mustafa Kemal Paşanın yanına. Harbetti. Sonra başka yerlere gitti, Mustafa Kemal Paşanın yanında. Sonra Yunan çıktı benim dört oğlum yanında Mustafa Kemal Paşanın. Mustafa Kemal Paşa, dedi onlara, harp bitti, siz kalasınız benim yanımda. Ben çok sevmiş sizi. Gönderin bir adam adaya, alsın gelsin Lenayı. Geldi yüzbaşı, söyledi, söyledi siz gidecek Atinaya, Yunanistana. Ben, dedim, sen yüzbaşı, sen bilirsin, ben gitmem Yunanistan. Bana sordu mu Yunanistan, sen gelirsin Atina. Ben dedim, var dört oğlusu Mustafa Kemal Paşanın yanında. Gitti onunla beraber İzmirin içine. Söyler benim iki oğlusu beraber Kemal Paşa ilen, Çanakkale içinde aynalı çarşı, mama ben giderim düşmana karşı. Dedim yüzbaşı, ben adada hiç yere çıkmam, beklerim iki oğlusu, göndersin bana Kemal Paşa. Ben ona telgraf, ben kaçtım Atinada, gönder bir oğlusu, ben görsün onu, gelsin ötekisi."
Atinaya nasıl gittiklerini, üstüste balıkçı teknelerine nasıl bindiklerini, balıkçı teknelerinde, çürük, küçük vapurlarda nasıl rezil kepaze olduklarını, onların hepsini bir dağın yamacına nasıl üstüste yığdıklarını, Yunanlıların onlara, Türk, diye nasıl sövdüklerini, susuz, aç bıraktıklarını, o dağın dibinde aha bu deniz kadar insan olduğunu, her gün çocukların hepsinin öldüğünü, kendisinin nasıl kaçtığını bir İngiliz gemisine bindiğini, geminin tayfalarının çoğunun Türk olduğunu, ona saygıda kusur etmediklerini, o tayfaların içinde Karadenizli, kocaman burunlu, çıkık gırtlak kemikli bir baş tayfanın bulunduğunu...
"Dedim ona gel buraya birinci tayfamu. Dedim ona ben sana söyleyecek gizli. Tutmuş elimden götürmüş beni geminin başına. Söyle bana, nedir o gizli. Dedim, benim oğlusu baş tayfamu, getir kulağını bana, ben söylerim sana. Beni adadan kaçırdı Yunanlı. Benim var adam, üç bin senede ölmüş benim dede. Kemik var orada. Sormadı bana. Benim iki oğlusu Kemal Paşanın yanında. Kemal Paşa izin verecek ona, git Lenayı gör, çabuk gel, diyecek. Oğlusu gelecek adaya Lena yok, hiç kimse yok. Soracak kime? İşte ben de kaçtı. Gidecek Kemal Paşaya, diyecek, sen nasıl paşasın, ben Lena Papazoğlu, sen nasıl paşa, bana işte böyle, böyle, işte tam böyle yaptı Yunanlı. Benim dört oğlusu..."
Baş tayfa Karadenizlinin onu nasıl gemide sakladığını, İzmire gelince balıkçı Hayriye teslim ettiğini, Hayrinin de onu kasabaya getirdiğini...
"Geldim iskeleye, nasıl gider adaya? Ben orada çok gezdim. Aç kaldım. Yok bir balıkçı. Dedim, sordum, bir genç adama, nerde evi Kaptan Kadri, dedi bana senin ne olur Kaptan Kadri, dedim, arkadaş. Genç gülmüş. Dedim kardaş. Genç gene gülmüş bana. Dedim,komşu. O gene gülmüş, demiş, sen Hoca Nasrettin, demiş. Sen nasıl bilmez komşu evi, senin nerede? Ben demiş ona eski komşu, sorma bana. Göster bana ev. İyi çocuk göstermiş bana ev. Ben gitmiş, çalmış çıngırak. Ben demiş, ben Lena, Papazoğlu Lena. O demiş bana, ben bildim seni. Vay Lena, vay Lena. O, çok ağlamış, anası Kaptan Kadri. Akşam Kaptan Kadri yarın gelmiş, ben seni yarın götürür ada içine amma yok orda hiç insan, var bir kişi. O bilmez burada var başka bir... Vasili...
Vasiliyi, kim olduğunu, askerdeyken dağda donduğunu, yaralarına kurt düştüğünü, Amele Taburunda sırtında çok ölü taşıdığını, deli olduğunu... Adaya ilk çıkacak kişiyi öldürmek için İncile el bastığını, ondan dolayı adada kaldığını, çok kocaman da silahları olduğunu...
"İlk sen çıktın adaya?"
"Ben."
"Seni öldürmedi Vasili?"
"Öldürmedi..."
"Ne için? Öldü Vasili?"
"Bilemem."
"Adada Vasili?"
"Adada."
"Sen nasıl görmedi?"
"Saklanıyor. Ben onu çok uzaktan görüyorum, sonra kayboluyor."
"Ben gittim eve, vurdum kapı, yok."
"Ben de gittim, yok."
Lenayla Poyraz kalktılar, eve girdiler, bir tencere, iki sahan, bir tas, kaşık, dürülü yer sofrasıyla dışarı çıktılar. Poyraz birkaç sefer daha yaptı eve, bir şeyler daha getirdi. Lena, yaktığı ocakta pirinç pilavı yaptı. Tavada kızdırıp yaktığı tuzlu tereyağını pilavın üstüne döktü, bütün alanı hoş bir yanmış yağ kokusu aldı, Vasilinin ağzı sulandı, ne zamandır aç olduğu aklına düştü.
"Sen korkma Poyrazımu. Vasili delidir ama iyi bir çocuktur. Helal emmiş süt. Ben söyler ona, sen öldürme Poyrazımu. Var onda tüfek çok büyük. Var onda bir sandık fişek. O çok yapmış harp Rus ilen. Söylerim ona, Poyrazımu..."
"Söyle," dedi gülerek Poyraz. "Söyle de Vasili beni öldürmesin ana."
"Sen ye, pilav güzel yavrusu. Ben bulur Vasili, ona demiş, dur Vasili, tamam."
"Tamam," diye şakıdı Poyraz. Bir tek insan, bir yaşlı kadın insanın yaşamını birden değiştiriveriyor. O, oğullarının Sarıkamışta kaldığını bilmiyor mu, herkeslerden iyi biliyor ya inanmıyor, ne güzel. Ölünceye kadar da inanmayacak, oğulları hep Mustafa Kemal Paşanın yanında kalacak, ona yoldaşlık edecekler. O, bir daha, Mustafa Kemal Paşa bile çağırsa adasından çıkmayacak.
Vasili öfkesinden deliye dönerek kamışlıktan çıktı. Lenaya ağzına geleni söylüyordu. Şimdi ne yapacaktı, ikisini birden öldürecekti. Allah bin belanı versin Lena. Ne yapalım, kader böyle imiş Lena.
Evine gitti, kapıyı açtı içeriye girdi. Baktı ki içinde bir boşluk var. Ayakta, düşünerek bulmağa çalıştı. Buldu da, kedi cihannümada kalmıştı. Cihannümaya döndü. Kedi onu özlemiş, alt katta, tetikte bekliyordu. Daha uzaktan ayak seslerini duydu, miyavlamağa başladı. Kapı açılınca, uzun uzun Vasilinin bacaklarına süründü.
Vasili sabaha kadar uyumadı. Yüzbaşı geldi, bütün canavarlığı, zalimliğiyle karşısına dikildi. Durmadan da, bu sabah ikisini de birden öldüreceği üstüne yemin ediyor, hem İncile, hem de Kurana el basıyordu.
Daha gün atmadan kalktı, doğru değirmene gitti. Yöresinde dolaştı. Yeşil başörtüsünü çok özlemişti. Burnunda tütüyordu. Alikiyse çok büyümüştü. Değirmeni dolaştı dolaştı, bir türlü içeriye giremiyordu. Yukarıya, kaynağın oraya çıktı. Buz gibi sudan üç avuç içti. Bir süre karanlık suda kudurmuş bir kurda dönmüş suretine baktı, ayağa kalktı, hızla değirmene indi, kapıda durmadan içeriye daldı. İkişer ikişer basamakları atlayarak ikinci kata çıktı, başörtüsüne baktı yerinde yoktu. Belki karanlıkta göremiyorum, diye çıktı pencereye oturdu, ayaklarını sarkıttı, gözlerini de başörtüsünden ayırmıyordu. Sanki bir büyülü el gelecek, başörtüsünü gözlerinin önünden alıp götürecekti.
Gün doğdu, ortalık aydınlandı, değirmenin içi ışıkla doldu. Yeşil başörtüsü yoktu. Bir türlü gözlerine inanamıyor, yerinden kıpırdayamıyordu.
"İşte bunu da yaptı bana sonunda," diye bağırdı. Bağırtısı bir çığlıktı. Onu çoktan öldürmeliydim. Korkak, ödlek, kuştan ürken it, bir adamı, avucunun içindeki bir adamı öldüremedin. Savaş görmüş adam, dünyanın en korkak adamıdır. O, bir daha değil insanı, bir sineği bile öldüremez. Şimdi iki kişiyi birden öldüreceğim, üstelik de anamın arkadaşı. Dişlerini sıktı, çatırdattı, öyle bir öfkeyle iskeleye indi ki karşısına babası çıksa öldürürdü. Sağına soluna bakındı, hemen Poyrazın evine çıktı, yatak düzgün yapılmış kimsecikler yoktu. Merdivenleri ikişer ikişer atlayarak indi. Kapıda zınk diye durdu. Kayık da yerinde yoktu. Sağa sola bakındı, köşklere koştu, şeftaliliğe gitti, tepeye çıktı, denizi taradı, hiç bir yerde bir nokta bile göremedi. Çok uzaklardan, duman içinde bir yolcu gemisi geçiyordu. Bağlara çıktı. Yamaç, yeni yapraklanmış üzüm kütüklerinden dolayı taze bir yeşillikte buğulanıyordu. Bağlardan denize, kütüklerin, bağ aralarındaki ağaçların altına baktı. Demek Lena onu bağlara getirmemişti. Bütün adayı kovuk, delik, kuytu aradıktan sonra deniz kıyısına indi, kumların üstünde yürüyerek bütün adayı döndü. Sonra evleri de teker teker aradı. Kayık olmadığına göre Poyraz denize balık tutmağa çıktı diyelim. Pekiyi, Lena nerede? Onu da götürmüş olmasın, ödü koptu. Denizde en küçük bir karartı gözükmediğine göre, bu ahmak adam Lenayı da götürmüş olmasın. Bugün fırtına çıkacak, yağmur yağacak, öyle bir deniz yapacak ki zavallı Lena adasını gördüğünden bir gün sonra denize çıkılır mı be eşşek kafa, denize çıkarken hiç mi doğan güneşe bakmadın, bu sabah güneş kıpkırmızı, bir köz topu gibi doğmadı mı, doğduktan sonra donuklaşmadı mı, yöresi de dumanlanmadı mı? Böyle bir günde, be rezil, akılsız adam, insan, bin yaşında bir kadını yanına alır da denize çıkar mı, birkaç balık için? Sen hiç denizden anlamıyor musun, baksana deniz nasıl parlıyor, göz kamaştırmıyor mu, güneş vurmuş ayna gibi değil mi? Öyle bir bora fırtına geliyor ki, senin o ceviz gibi kayığın değil, koskocaman gemiler ortalarından yarılırlar da denizin dibini bulurlar. Belki de Kaba Ada önündedirler, koya sığınırlar fırtına dininceye kadar. Keçileri de, çiçekleri de görürler. Kaba Adaya umut bağlayınca rahatladı, evine gitti, bir çay yaptı, zeytin ekmek, peynir ve balla güzel, ağır ağır bir kahvaltı etti. Dinginlemişti, dışarıya çıktı, denizin kıyısına indi, denizin yüzü buruşuyor, dalgalar büyüyordu. Birdenbire de bir yel çıktı. İskeleye gelinceye kadar dalgalar yuvarlandı, başları kırıldı. İşler kötüye gidiyor, artık kurtulamazlar, dedi. Dalgalar gittikçe artacak. Yerinde duramıyor, gözlerini de denizden ayırmıyordu. İskeleden adanın batı ucuna geçti. Burada da kayığa benzer bir şey göremedi. Deniz, gözün görebildiği yere kadar bomboştu. Doğu ucuna gelinceye kadar artık dalgalar köpük içinde kalmışlar, başları koparak uçuşuyorlardı. Doğudan kuzeye geçti, mağaranın üstündeki kayalığa oturdu. Dalgalar, artık yarların üstüne kadar çıkıyor, fırtına ıslık çalıyordu. "Her şey bitti," dedi inleyerek. İçini çekti. "Vay," dedi, "vay Lena. İki oğlunun ikisinin de Allahüekber dağlarının karlarının altında kaldığını bilmiyor." Dalgalar o kadar büyüdü ki adayı sallıyordu sanki. Vasili artık denize de bakmıyordu. Poyraza da sövmüyordu. Ölü bir kişiye sövülür mü? Gel dünyanın öbür ucundan, yerleş bir adaya, evler, değirmenler satın al, sonra da, sonra da...
KEŞFETYENİ
2 ay önce anne olmuştu! Neslihan Atagül'den bebeğiyle ilk poz
2 ay önce anne olmuştu! Neslihan Atagül'den bebeğiyle ilk poz

Cadde | 10.05.2025 - 14:59

Başarılı oyunculardan Neslihan Atagül ve kendisi gibi oyuncu olan eşi Kadir Doğulu ilk bebeklerine kavuştu. Günler sonra Neslihan Atagül'den oğlu Aziz ile ilk poz geldi.