ABD, tarihindeki en önemli seçimlerden birine hazırlanıyor. Önemli, çünkü adaylar arasında çok büyük farklar var. Önemli, çünkü şu ana kadar yapılan kamuoyu araştırmaları başa baş bir yarış olduğunu gösteriyor. ABD Başkanı ve Demokrat Parti adayı Barack Hüseyin Obama ve Cumhuriyetçi Parti adayı Willard Mit Romney arasında yapılan seçim öncesi son tartışmayı Boston’da televizyonda canlı yayında izledim. Tartışmanın başı ve sonunda düşüncelerim arasında ciddi bir fark vardı. Tartışmayı izlemeden önce Romney’in fazla bir şansı olmadığını düşünüyordum ancak sonrasında Cumhuriyetçi Parti adayının tahmin ettiğimden çok daha güçlü bir aday olduğunu fark ettim.
Romney, Obama’dan farklı olarak, son derece rahat demagoji yapabilen birisi. İçerik olarak önemli bir şey söylemiyor ancak -maalesef diyeyim- siyasette hamle yapmasına yardım edebilecek bir tarzı var.
İşadamı olarak “başarılı” geçmişini sürekli gündeme getiren, iş dünyasında başarılı olmanın siyasi kariyer için bir erdem olduğunu öne süren bir aday ile karşı karşıyayız. Birçok konuda fikrini beyan etmeden önce, kendisini meşrulaştırmak için “ben iş dünyasından geliyorum. Elbette bunu bilirim” diye söze başlıyor.
Son Cumhuriyet Bayramı kutlamaları esnasında ortaya çıkan ve bayram havasına hiç yakışmayan nahoş görüntüler her şeyden önce bir “yönetim krizi”ne işaret etmektedir. İşin bu tarafı, en hafif deyimiyle, hükümetin basiret fukaralığından kaynaklanıyor. Resmi bayramları totaliter sistemlerin uygulamasına benzeyen halka karşı güç gösterileri havasından çıkarıp sivilleştirelim diyen hükümetin, sonuçta yine devletin inisiyatifinde yürüyen ve sivil girişimleri zorla dışlayan bir “kutlama” anlayışına gelmesi ne kadar da ironik! Oysa, bırakalım başlangıçtaki sivil kutlama vaatlerine kendisinin uymamasını, zaten epeyce bir süredir demokrat ve reformcu imajı ciddi şekilde yara almış olan ve toplumu kutuplaşmaya götürdüğüne doğru-yanlış inanılan bir hükümetin sırf bu nedenle bile yeni gerilimlerden kaçınması gerekmez miydi?
Muhaliflerini artırdı
Sivil kutlama girişimlerini yasaklamaktaki basiretsizlik sadece yok yere işin içine polis müdahalesinin karıştırılmasında ve olaylı bir bayram görüntüsü doğmasına sebep olunmasında değil. AKP hükümeti açısından asıl basiretsizlik, “Cumhuriyeti kendisi kutlamadığı gibi Cumhuriyetçilerin de kutlamasına izin vermeyen bir hükümet” imajı
Yeni bir 12 Eylül?
Banu Bargu
12 Eylül 1980 Türkiye tarihinde nasıl büyük bir dönüm noktası teşkil ettiyse, 12 Eylül 2012 de böyle bir dönüm noktası olmaya adaydır. 12 Eylül 2012’de başlatılan açlık grevi ülkenin dört bir yanına yayılarak 65 cezaevinde bulunan 658 kişinin ölüme yaklaşmasıyla kritik bir dönemece girmiştir. 12 Eylül dönemini gerçek anlamda sonlandıracak olan, darbenin 30. yıldönümünde yapılan referandum değil, Türkiye’de anayasal vatandaşlığa geçişin, Kürt kimliğinin tanınmasının ve eşit bir şekilde varolma koşullarının sağlanmasının önünü açabilecek bu eylemin akıbeti olacaktır.
Çünkü demokrasi yalnızca vatandaşlara sunulan anayasa değişikliği önerilerine “evet” ya da “hayır” demek değil, halkın kendi yönetimine aktif ve doğrudan katılabilme koşullarını varetmektir. Bu koşullar arasında anadilini kullanma hakkı mutlak surette bulunmaktadır.
Dolayısıyla, bu eylem yalnızca cezaevlerindekilerin, BDP’nin, solun, hatta Kürt halkının eylemi değildir. Bu eyleme tüm Türkiye’nin demokrasi mücadelesindeki ortak eylemi, bir ortaklaşma çağrısı olarak bakılmalıdır. Bu açlık grevi aslında gerçek demokrasiye duyulan açlığın da ifadesidir.
Uluslararası ilişkilerde insanlık, duygu ve hesapProf. Dr. Nur Vergin
Türkiye’nin vizyon sahibi bir Dışişleri Bakanı var. Zürih ve Londra anlaşmalarının mimarı Fatin R. Zorlu’dan sonra Cumhuriyet döneminin en yetkin ve azimli dış politika yapımcısı. Aynı zamanda da bir düşünür, ‘komşularla 0 sorun’ politikasının geniş ufuklu teorisyeni. Uluslararası ilişkilerde hüküm süren geleneksel devlet mantığı ve realpolitik kavramından daha ziyade etik kaygıları ön planda tutan bir devlet adamı. Kant’ın vaz ettiği “ebedi barış” fikrini benimseyen bir entelektüel.
Ahlaki bir duruş çağrısı
Bu nedenledir ki, Ağustos 2012’de BM Genel Kurulu’nda yaptığı uzun Suriye konuşmasında kullandığı dil pragmatik bir siyaset adamınkinden daha çok bir ahlak felsefecisinin duygu yoğun söylemiydi. Suriye’deki baskı rejimini kınarken de azınlık hegemonyası ve insan hakları ihlallerinden değil, Beşir Esad yönetiminin “zalim” oluşundan yakınıyordu. Uluslararası toplumu ise eylemsizliği nedeniyle “suç ortağı” ilan ediyordu. Bizlerin “kardeş gibi gördüğümüz” Suriyelilerin çektiği acıları anlatırken mazlumla “dayanışmanın” ahlâki bir duruşun gereği olduğunu vurguluyordu. Onu donuk bakışlarla
Ucube bir fırtına: Sandy TayfunuProf. Dr. Mikdat Kadıoğlu
ABD’nin Orta Atlantik kıyılarını birkaç gün etkisine alıp birkaç hafta elektriksiz bırakan fırtına Sandy şimdiye kadar görülmüş tropikal fırtınalardan farklı.Tropikal fırtınalar, Türkiye için bilinmeyen ve tuhaf bir doğa olayı. Türkiye’de görülmediği için adını da doğru koyamıyoruz. Sanki çok farklı bir şeylermiş gibi ABD’dekilere “kasırga”, Japonya’dakilere ise “tayfun” diyoruz. Bir de hortumlara ve ülkemizdeki şiddetli rüzgarlara da kasırga diyoruz! Halbuki tayfun bir filse; hortum bir fare!
Fırtına değil tayfun
Şiddetli tropikal siklonlar yerel olarak, Pasifik Okyanusu’nun kuzeyinde “hurikeyn” (hurricanes); Kuzey Pasifik Okyanusu’nun batısında “tayfun” (typhoons); Avustralya’da “Willy-Willies”; Hint Okyanusu’nda “siklon” olarak adlandırılır.
Anayasa yazılamadı halkın heyecanı kaçtıProf. Dr. Serap Yazıcı
Ekim 2011’de TBMM’de, Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun (AUK) kurulması ve derhal çalışmalarına başlaması kamuoyunda, bu kez, sivil ve demokratik anayasa hedefine ulaşılabileceği yönünde umutlar uyandırmıştır. Üstelik anayasa uzlaşma komisyonunda yer alan partilerin hepsi 2011 seçim beyannamelerinde, seçmenlerine yeni bir anayasa vaat etmişlerdir. Bu ise, 2007 koşullarıyla kıyaslandığında, siyasi partilerin hiç değilse demokratik yöntemlerle yeni bir anayasa yapmak konusunda oydaşmaya vardıklarını gösteren önemli bir gelişmedir.
Heyecan niye azaldı?
Ne var ki aynı oydaşmanın, anayasanın içeriği konusunda devam etmesi muhtemel görünmemektedir. Nitekim AUK da maddelerin yazımına başladığı Mayıs 2012’den bu yana görüş birliği sağlayamadığı konuları paranteze alarak ilerleme yolunu seçmiştir. Komisyon son olarak vatandaşlığa ilişkin maddenin yazımında görüş birliğine ulaşamamış, böylece Kürt sorununun çözümünde hayati role sahip olacak bu maddenin yazımı da ertelenmiştir. Bu ise kamuoyunun yeni ve demokratik bir anayasa konusundaki heyecanını giderek zayıflatmaktadır.
AUK’nun çalışma usullerine ilişkin
‘ÇÖZÜM’ İÇİN KAPSAMLI BİR PROJE YÜRÜTÜLMELİCevat Öneş
Kürt sorunu, silah gücüyle hak talebi, inanç özgürlüğü, laiklik, azınlık hakları, eşitlik talepleri ile ‘çevre’, ‘güvenlik’, ‘sosyal korunma’ gibi insani değerlerin, ancak ve ancak ‘Evrensel Değerlerin’ şekillendirdiği nitelikli bir ‘zihniyet’ ve ‘Demokratikleşme Süreci’ içerisinde ‘kurumsallaşma’, ‘empati’, ‘diyalog’ yaklaşımlarıyla mümkün olabileceğini anlamak zorundayız. Türkiye’nin objektif ve sübjektif koşulları, sürekliliğe sahip demokratik bir değişim ve dönüşüm sürecinde, zihniyet değişimine paralel, eşitlikçi siyasi-hukuki-insani kurumsallaşmanın kaçınılmazlığına işaret etmektedir.
Ölüm Orucu: Bedenin ‘siyasallaşmasıdır’E. Fuat Keyman
Beden anatomiktir. Beden biyolojiktir. Beden kültüreldir. Ve, en önemlisi; beden siyasaldır.
Beden siyasaldır; hem siyasi mücadele alanı olarak, hem de siyasi bir araç olarak. 1980’lerden bugüne, özellikle, feminist yaklaşımların katkılarıyla, bedenin kültürel ve siyasal niteliği üzerine çok şey öğrendik. Özellikle, bir öteki olarak kadın bedeninin kontrolü üzerine yapılan mücadeleler ve tartışmalar, örneğin, kürtaj, kadın sünneti, dul kadının yakılarak öldürülmesi, başörtüsü, moda, vb. tartışmalar, bize bedenin nasıl kültürel ve siyasal bir mücadele alanına dönüştüğünü gösterdi.
Ezilen ve ötekileştirilen