İdam, bilinen bütün tarih boyunca, hemen tüm siyasal iktidarların ve hukuklarının ‘yasal’ öldürme biçimi olarak işlemiş bir olgudur. Yeni zamanlarda, XX.yy’ın başından başlayarak, uygarlığın Batı’daki gelişmesi içinde, önce bir ‘vaka-i adiye’ ve bir ‘temaşa’, ‘seyirlik’ olmaktan çıkarılmış; dört duvar arasında, kamunun bilgisi içinde ama kamuya kapalı olarak, ‘şahit ve avukat önünde’ uygulanmağa başlanmış, ‘insancıl’ yöntemleri geliştirilmiş; çerçevesi giderek iyice daraltılarak, uzun hukuk tartışmalarından sonra, ‘uygar’ ülkelerin hemen hepsinde kaldırılmıştır.
Çığırından çıktı
Bu ‘uygar’ ülkelerden biri olma yolundaki Osmanlı’da ve sonraki Cumhuriyet’te de benzer gelişmeler görülür. ‘Muasır medeniyet’i yakalama gayretinin belki çelişik ‘tezahür’leri olarak, idam, ‘üçer üçer’; 1960 ve 1974 kırılmalarında, siyasal olarak uygulanmış, 1980 kırılmasında ise, uygulaması çığırından çıkmış, ‘onar onar’ düzeyine ulaşarak, sonu gelmezliği ve boşunalığı görülmüş, alanı daralmağa başlamış, tıkanıp kalmış, sonunda, kaldırılmıştır.
Bu aşamalardan her birinde uygulanan idamlar, Türkiye’nin ‘toplumsal/tarihsel bilinç’i içinde, sonradan, birer haksızlık ve adaletsizlik olarak
Şiddet (violence) doğayı, insanı yakan yıkan, yok eden bir davranış, eylem biçimidir. Ülkemizde, on kadından dördünün dayak yemesi, kadına yönelik cinayetlerin son yıllarda, eski yıllara oranla sekiz-on kat artması, terör olayları, sokak çatışmaları, şiddet öğeleri içeren davranışların, eylemlerin yaygın olduğunun göstergesidir.
Dil (lisan) (language) insanların duygularını, düşüncelerini anlatmak için kullandıkları mimik, hareket, söz veya yazı aracılığı ile aktarılan işaretler, simgeler sistemidir. Dilin temelini kavramlar oluşturur. Kavramlar (meftun) (concept, notion) insanın içinde bulunduğu doğal ve toplumsal ortamın; yaşadığı yerin ve zamanın düşünce sürecinde yer alan iz düşümüdür. Genel, ortak, soyut tasarımlardır. Kavramlar, özü ilk örneği, duygusal yükü, bedeli, gelişim süreci ile anlam ve değer kazanır. Davranış kalıbı (şema) (schema) oluşturur. Bu nedenle kavramlara bağlı davranışlar değişebilir, görecelidir. İletişimin temel amacı insanlar arasında etkileşimi sağlamaktır.
İLETİŞİMİN BOZULMASI
Etkili iletişim; kaynağın aktardığı duygu ve düşüncelerin alıcı tarafından anlaşılması, bunlara uygun biçimde davranışta bulunulması demektir. Bir toplumda
Kredi derecelendirme kuruluşu Fitch, Türkiye’nin notunu 18 yıl sonra yeniden ‘’yatırım yapılabilir’’ seviyeye çekti. Şimdi sırada Moody’s ve S&P kuruluşlarından beklenen not artışları var. Türkiye’nin son 10 yılda dünya ekonomik çevrelerinde genel kabul görmüş bazı performans göstergelerini istikrarlı sayılabilecek şekilde düzeltmesi, şüphesiz bu beklentilerde en önemli rolü oynamaktadır:
Son 10 yılda ülkemizde kişi başı GSMH 3 bin dolar seviyelerinden 11 bin dolar seviyelerine yaklaşık 4 kat artmıştır. İşsizlik oranı yüzde 10 seviyelerinden yaklaşık yüzde 8’e, enflasyon yüzde 30 seviyelerinden yaklaşık yüzde 7’lere düşmüştür. İhracat 32 milyar dolardan 156 milyar dolara çıkmış, IMF’ye olan 25 milyar dolar borç tasfiye edilmiş, TL’den 6 sıfır atılmış ve MB döviz rezervi 27 milyar dolardan 115 milyar dolara yükselmiştir.
Bu performansı asla küçümsemeden şu soruyu sormak isteriz:
Kredi derecelendirme kuruluşlarının da çok yakinen takip ettikleri yukarıdaki “klasik performans göstergeleri”nin bu şekilde olumlu seyretmeye devam etmesi, Türkiye’de zamana dayanıklı bir refah ortamının varlığı için yeterli bir güvence midir?
Bu soru sadece ülkemiz için değil, ABD, AB ve
Geçen hafta, dünya, iki büyük gücün önümüzdeki dönemdeki siyasi liderlerinin belirlendiği iki önemli olaya tanık oldu: ABD’de başkanlık seçimi ve Çin Halk Cumhuriyeti’ni yöneten Çin Komünist Partisi’nin on sekizinci Ulusal Parti Kongresi. Her ne kadar sonuçları ABD başkanlık seçimleri kadar merakla beklenmese de CKP Kongresi de önümüzdeki yıllarda Çin’in ve de dolayısıyla uluslararası sistemin işleyişini etkileyecek kararlarla sonuçlandı. Çin’de Şi Jinping başkanlığında on yıl sürecek yeni bir yönetim dönemi başladı.
Türkiye’nin kamuoyunda CKP Kongresi’ne dair iki temel algı var ki, ikisi de gerçeği tam olarak yansıtmamakta. CKP Kongresi’nin toplanması ve yönetimin değişmesi Çin’de seçimler olduğu anlamına gelmediği gibi, iktidarın seçimler olmadan el değiştirmesi yeni yönetimin eğilim ve politikalarında değişim olmayacağı anlamına da gelmiyor.
Bu yazının ana odağı Şi Jinping başkanlığındaki yeni iktidardan neler beklememiz gerektiği, nelerin süreklilik gösterip nelerin değişeceği, ama ilk önce bu süreklilik ve değişimlerin gerçekleşeceği kurumsal çerçeveyi anlamakta fayda var.
Çin’de yönetim değişikliği seçimle gerçekleşmiyor, hükümetler on yılda bir (beş yıllık iki
“Ben kulunuz, İstanbul’dan Galata’ya uzanan bir köprü yapma niyetinizi duydum.
Ve bunu yapabilecek biri bulunamadığı için bunu yapamadığınızı.
Ben kulunuz, nasıl yapılacağını biliyorum...”
Leonardo Da Vinci’nin Sultan 2. Beyazıt’a gönderdiği bu mektup dünya tarihinin en iddialı iş başvurusu.
Franz Babinger’in 1952’de keşfettiği o mektubun çevirisi Topkapı Sarayı Arşivi’nde E 6184 numara ile kayıtlı. Orijinal çizim de Leonardo’nun 1502 1503 yılları arasında çizimlerini yaptığı defterde. O defter bugün Paris’teki Fransa Enstitüsü Kütüphanesi’nde korunuyor. Notlarında köprünün ölçülerine de yer veriyor;
EN UZUN KÖPRÜYDÜ
Açlık grevleri sona erdi. Bugün medyada muhtemelen çok farklı yorumlar okuyacağız. Ama gerçek şu ki, hem hükümet hem Kürt hareketi önemli bir sınavdan geçti. Uzlaşma ve diyaloğun her şeyden daha önemli olduğu bir kez daha görülmüş oldu
Cumartesi günü, İzmir’de kendilerini “milliyetçi muhafazakâr” olarak tanımlayan bir grubun davetindeydim. Katılımcılar arasında CHP’liler de vardı. Konu Kürt sorunuydu. Mümtazer Türköne’yle ikimiz konuşmacıydık. Kürt sorununun dünü, bugünü ve her iki halkın, Türklerin ve Kürtlerin ortak geleceğinin alabileceği haller üstüne söylenmedik söz, sorulmadık soru kalmadı. Akşam sekizde başlayan toplantı sürerken, gece yarısına doğru o toplantıda bulunan herkesin yüzünü güldüren bir haber geldi.
Öcalan, açlık grevlerinin bitmesini istemiş ve İzmir Cezaevi’nde kalan grevciler eylemi sona erdirmişlerdi. Ölüme karşı hayatın bir kez daha kazandığına Türk milliyetçisi aydınlarla beraberken tanık olmak, bu tanıklığı mümkün kılan habere beraberce sevinmek, itiraf etmem gerekirse, bambaşka bir duyguyu yaşamak gibiydi. PKK’lı veya KCK’lı hiç kimse ölmeyecek ve bu ölümleri durduran kişi de Abdullah Öcalan.
Medya konuşacak
Bugün medyada muhtemelen çok
“Geçmişten kaçılmıyor. İnsanlar köklerini de, acılarını da unutmuyor... Gömdüğünüzü sanırsınız geçmişi. Hatta bunu bazen ‘devlet gücü’yle yapmaya kalkışırsınız. Geçmişi tahrif edersiniz. Devlet eliyle yalan tarih yazdırırsınız. Kendinize tarih bile icat edesiniz. Ama nafile çabadır bu. Sonunda gerçek yine suyun yüzüne çıkar. Ve işte 1915, Türkiye için böyle bir gerçektir.”
Bir kitabın başlığıyla koydu Hasan Cemal noktayı. ‘1915: Ermeni Soykırımı’. Sözcüğün kendisi kadar o sözü edenin ağırlığıdır burada söz konusu olan. Hasan Cemal, bir yolculuk olarak kurguladığı kitabında İttihat döneminin liderlerinden olan ve Tiflis’te Taşnaklar tarafından vurulan Cemal Paşa’nın torunu olarak çıktığı yolda, 1915’e dair hiçbir gerçek bilgiye temas etmeden geçen Mülkiye yıllarını ve Dışişleri Yayınları eşliğinde şekillenen Cumhuriyet gazetesi dönemini paylaşıyor. Bu eşiklerde ASALA terörüne kurban giden yakın bir diplomat arkadaş var üstelik. Derken Taner Akçam’ın koca külliyatı, alternatif yayınlar ve Hrant Dink’le kesişen yol... Bulunan ve kaybedilen Hrant Dink’le söyleşerek sürecek artık o yolculuk. Gün gelecek Harvard Üniversitesi’ndeki bir konuşmasında “1915 konusunda Hrant Dink benim
Boynunda şişlik olan genç, doktorun odasına girer. Birkaç gün önce lenf dokusuna biyopsi yapılmış, sonuç lenfoma olarak gelmiştir. Yani lenf kanseri. Doktora dönerek heyecanını gizlemeye çalışan bir edayla “Kanser olduğumu anneme söylemeyin, öğrenirse çok üzülür” der. Ertesi gün bu kez anne doktorla konuşmaktadır: “Oğlumun lenf kanseri olduğunu öğrendim, ama n’olur bunu ona söylemeyin. Tedaviyi kanser değilmiş gibi yapın. Çünkü kanser olduğunu öğrenirse depresyona girer; intihar etmesinden korkuyorum.”
Bilgiye ulaşmanın çok kolaylaştığı günümüz iletişim çağında insanların hastalıklarını, kanser olduklarını öğrenmemesi ne kadar mümkün? Kapısında onkoloji yazan kliniğe giren bir hastadan kanser olduğu ne kadar saklanabilir? Zaten hastalar da kanser olduklarını biliyorlar.
KONU GEÇİŞTİRİLİYOR
Tanı için alınan biyopsiler, zorlu araştırmalar, uzun süre devam eden kemoterapi ve radyoterapi seansları, insanlara hastalıklarının ne olduğunu apaçık söylemekte. Burada temel sorun hastaların kanser olup olmadığını bilmemesi değil, hasta ve yakınlarının bu konuyu paylaşmak istememesidir. Ama bu durum, sanki hasta yakınları kanseri hastadan saklıyormuş gibi görünmektedir. Aslında