Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşma genellikle “çatışmaktan kaçındığı” şeklinde yorumlandı.
Başbakan, dikkatli bir üslup kullanmakla birlikte, aslında, Anayasa Mahkemesi’ni sert bir dille eleştirdi. Söyleyeceğini söyledi. Örneğin, Anayasa Mahkemesi’nin kararına karşı, “millet”e başvuracağı mesajını açık bir biçimde verdi.
Başbakan’ın, grup konuşmasına bakarak izlediği yöntemi söyle özetleyebiliriz:
Mahkemeye karşı Meclis
1- Başbakan’ın konuşmasından anlaşıldı ki, Anayasa Mahkemesi’nin karşısına TBMM’yi koymayı planlıyor. Türban kararına karşı Anayasa Mahkemesi’yle TBMM’yi muhatap etmeyi tercih ettiği anlaşıldı. Mahkeme kararına karşı, Ulusal Kurtuluş Savaşı’na gönderme yaparak, “Bu Meclis vesayeti kabul etmemiştir, bundan sonra da etmeyecektir” diyerek, TBMM’yi öne sürdü. Başbakan’ın bu konuşması, TBMM Başkanı Köksal Toptan’ın da gerekçeyi görmeden neden öne çıktığını açıklığa kavuşturmuş
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin dünkü grup konuşmasında Anayasa Mahkemesi’ne iki soru sordu:
1- Gerekçe yazılmadan kararı nasıl açıkladınız?
2- Anayasa değişikliklerini şekil yönünden inceleme yetkiniz varken, esasa nasıl girdiniz?
Başbakan, birinci soruyla, Yüksek Mahkeme’nin iptal kararının gerekçesini bir an önce açıklamasını istedi. Gerekçe hazırlanmadan iptal kararının açıklanmasını da eleştirdi.
İkinci soru ise doğrudan Anayasa Mahkemesi’nin yetkisini aşarak esasa girdiği suçlamasını içeriyor.
Karar özeti
TBMM Başkanı Köksal Toptan, Anayasa Mahkemesi’ni ağır bir dille eleştirdiği basın toplantısında iki Meclis önerdi. Yeniden senato kurulmasının yararlı olacağını söyledi. Liderlerle bu konuyu görüşeceğini açıkladı.
Toptan’ın senato önerisi, Anayasa Mahkemesi’nin önüne gidecek yasa sayısını azaltmak, bunun için ikinci Meclis’in bir çeşit denetim, süzgeç işlevi görmesini sağlamak.
Türkiye, senato deneyimini daha önce yaşadı. Senatonun bazı olumlu katkıları da oldu. Üyelerinin yükseköğrenimli olması, yasaların Anayasa’ya ve hukuka uygun olarak hazırlanması, Meclis’ten gelen metinlerdeki boşlukların giderilmesi gibi önemli katkılar yaptı. Ancak, sonuçta işin esası yine iktidar partisi ve liderinin tercihlerine göre belirlendi.
Tek adam yönetimi
Bugün yaşadığımız sorunun kaynağı Türkiye’de tek Meclis olması değildir. Sorunun esası, siyasette tek adam yönetimidir. Parti içi demokrasinin olmayışıdır. Bu yapı, milletvekillerini dolayısıyla Meclis’i lidere bağımlı hale getirmiştir. Bu yapı
TBMM Başkanı Köksal Toptan’ın, gerekçeli karar açıklanmadan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan önce Anayasa Mahkemesi’ni eleştiren bir tutum alması bazı soru işaretlerine yol açtı.
Toptan’a dünkü görüşmemizde sordum:
“Benim kararım”
Gerekçeli karar açıklanmadan ve Başbakan’la görüştükten sonra basın toplantısı yaparak Yüksek Mahkeme’yi eleştirmeniz, tarafsızlığınızı yitirdiğiniz biçiminde yorumlandı?
- Hayır. Tarafsızlığımı yitirdiğim eleştirisini kabul etmem. Taraflı değilim. Tam aksine tarafsızlığımı da tam da kullanmam gereken zamandır, diye düşündüm. Ben TBMM Başkanı’yım. Mahkemenin kararı TBMM’yle ilgili değil mi?
Zaten milletvekillerimizden de bazı sızlanmalar, homurdanmalar gelmişti. Anayasa Mahkemesi kararının muhatabı tabii ki Meclis’tir. Ben başkan olarak görevimi yaptım.
Anayasa Mahkemesi’nin türbanı serbest bırakmak amacıyla yapılan anayasa değişikliklerini iptal etmesi, hükümet yanlısı kesimlerce “yargı darbesi”, “yargıçlar demokrasisi” gibi ifadelerle eleştirildi.
Konu aynı kesimlerce “demokrasi yanlıları ile demokrasi karşıtları” arasındaki mücadele olarak sunuldu. Hatta, kararı “savaş ilanı”na kadar götüren aşırı yorumlar yapıldı.
Bu ifadeler hem “yargı” hem “demokrasi” karşısında yakışıksız ifadelerdir. Anayasa Mahkemesi, anayasal bir kurum olarak görevini yapmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin temel işlevi Anayasa’yı korumaktır. Yüksek Mahkeme’nin verdiği son iptal kararı da bu mahiyettedir.
Kararı eleştirenlerin, konuyu, “demokrasi yanlıları ve karşıtları” diye sunmaları bir aldatmacadır. Mahkemeye konu olan değişiklikler, “laiklik ve laiklik karşıtlığı” olarak tanımlanabilir. Laiklik olmadan demokrasi olmaz. Bu nedenle demokrasiyi öne çıkarma gayretleri, demokrasinin olanaklarıyla laikliği geçersiz kılmaya yöneliktir. Anayasa Mahkemesi, buna izin
Anayasa Mahkemesi heyetinin türbanla ilgili anayasa değişikliğini görüşmek üzere toplandığı saatte Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt da İstanbul’da Harp Akademileri’ndeki sempozyum kürsüsündeydi.
“Biz askerler” dedi Büyükanıt, “Doğrudan yaklaşma yöntemiyle konuşuruz. Öyle süslü cümleler kurma becerimiz yoktur.”
Org. Büyükanıt, dediği gibi, konulara, “doğrudan yaklaşma” yöntemiyle girdi.
‘Yasal organlar izin vermeyecektir’
“Türkiye Cumhuriyeti laik yapısıyla İslam dünyasında tek ülkedir. Ulusal kurtuluş mücadelesi ve uygarlık devrimleriyle kutupyıldızı gibi parlamaktadır. Türkiye’nin laik yapısını bozmak isteyenler, ülkenin önüne bazı sıfatlar konulmasını isteyenler var. Türkiye’nin yasal organları buna izin vermeyecektir.”
Org. Büyükanıt, bu sözleriyle konuya doğrudan yaklaşmış oldu. Anayasa Mahkemesi’nin türban değişikliğini görüştüğü gün Org. Büyükanıt’ın bu yaklaşımı
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu bölge toplantılarını sürdürüyor. İl müftüleri seminerleri düzenleyen Bardakoğlu, Van’dan başlattığı toplantılarda, din görevlileriyle sohbet ediyor, tartışıyor. Demokratik bir ortamda gerçekleşen toplantılarda illerdeki din görevlileri Diyanet İşleri Başkanı ve heyetiyle tartışıyorlar.
Bardakoğlu’nun bu toplantılarda verdiği mesajlar, Van’da yapılan İl Müftüleri Semineri Sonuç Bildirgesi’nde de özetle yer aldı.
Dinin istismarı
Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun verdiği mesajların başında dinin ve dince kutsal sayılan değerlerin istismar edilmesine karşı uyarıları yer alıyor.
Bardakoğlu’nun, özellikle son dönemde Güneydoğu’da din üzerinden yapılan propagandaya dikkat çekmesi önemli. Bardakoğlu, şöyle diyor:
“Dinin her türlü politik, ticari ve etnik tartışmanın üstünde tutulması gerekirken son zamanlarda bölücü terör örgütünün, insanımızın samimi bir şekilde sahip olduğu din duygusunu istismar etmeye çalıştığı
Newsweek dergisi, Usame bin Ladin radikalizmini reddeden “yeni bir vizyon”un Ankara’da şekillendirildiğini yazdı. Newsweek’e göre, “Entelektüel ve teolojik olarak en iddialı çalışmaların büyük kısmı merkezi Ankara’da olan bir grup bilgin tarafından yapılıyor”du.
Ankara, “Ne Bin Ladin’in ne de ondan önceki gelenekçilerin vizyonu olmayan İslamın yeni bir vizyonunu şekillendiriyor”du. Ankara’da bilginler hadisleri ayıklayıp yeniden yorumluyor ve yıl sonundan önce yayımlamayı planlıyordu.
Newsweek’in yorumu, Türkiye’nin Ladin’e alternatif bir yeni İslam vizyonu çizdiği (Ilımlı İslam) mesajı taşıyordu.
Acaba öyle miydi? Ankara’da böyle bir çalışma yapılıyor muydu? Bu çalışmanın amacı Usame Bin Ladin radikalizmine karşı alternatif üretmek miydi? Bu Türkiye’nin “Ilımlı İslam” projesi miydi?
Bu soruları, dün Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’na yönelttim. Prof. Dr. Bardakoğlu, her zamanki açıklığıyla verdiği yanıtlarda Newsweek’in yorumunun yanlış