Deniz Kuvvetleri Komutanlığı binasının ön duvarında, Türkiye’nin en büyük Atatürk rölyefi, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ve kuvvet komutanlarının katıldığı törenle dün açıldı.
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Metin Ataç, 20 metre yüksekliğinde 13 metre genişliğinde dev rölyefin önünde yaptığı konuşmada Atatürk’ün büyüklüğünü şöyle ifade etti:
“Heykelleri ve rölyefleri büyük yapmakla, Atatürk büyük olmaz. O zaten Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve Türk halkının gönlündeki büyük yerini koruyor. Bizim yaptığımız, sadece onun eserlerinin, onun devrimlerinin arkasında olduğumuzu tüm dünyaya ifade etmekten ibarettir.”
Atatürk’ün eseri denilince, çok etnikli, çok dinli, çok dinli bir imparatorluk kalıntısından yarattığı demokratik-laik Türkiye Cumhuriyeti ilk sırada yer alır.
Nitekim Atatürk, “En büyük eserim” dediği bu cumhuriyeti, Türk gençliğine emanet etmiştir.
T&uu
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Metin Ataç’ın önceki gün katıldığı tanıtım toplantısı sanıyorum bir ilkti. İlk kez bir kuvvet komutanı, bir kitap tanıtımına katılıyordu.
Ora. Ataç’ın bu toplantıya katılmasının iki nedeni vardı:
1- Kitabın, Türk denizcilik tarihinde özel bir yere sahip olan ve 1890 tarihinde dönüş yolundayken Japonya açıklarında batan ünlü “Ertuğrul” firkateyniyle ilgili olması,
2- Kitaptan elde edilecek gelirin, Elips Yayınevi ve yazar Erdoğan Şimşek tarafından şehit çocuklarının eğitimini destekleyen Deniz Subay ve Astsubay Eşleri Derneği’ne bağışlanması.
Ora. Ataç’ı duygulandıran iki neden buydu. Nitekim kürsüye geldiğinde Deniz Kuvvetleri’nden Erdoğan Şimşek’in kaleme aldığı “Ertuğrul” kitabının, “Şu Çılgın Türkler” gibi bir kahramanlık öyküsü olduğunu sık sık vurguladı.
Nasıl “Şu Çılgın Türkler“ ulusal kurtuluş mücadelesinin ne olduğunu gençlere anlatabildiyse, “Ertuğrul’un da denizciliği ve Türk denizcilerini
Refah Partisi’nin de Fazilet Partisi’nin de kapatılmasının gerekçeleri laiklik karşıtı faaliyetleriydi. AKP hakkında aynı gerekçeyle kapatma davası açıldı.
AKP her ne kadar “din partisi, dinci parti” olmadıklarını ve olmayacaklarını söyleyerek siyasi hayata girdiyse de zamanlamayı uygun bulduğunda, türbandan başlayarak, benzer bir çizgiyle politika yapmaya başladı.
Başbakan Erdoğan, “Laiklik, ancak demokrasiyle mümkün” diyor. AKP ve onu destekleyen kişi ve kuruluşların demokrasiyi inceleyip laikliği demokrasinin bir fonksiyonu gibi sunmaları, bir “perdeleme” izlenimi veriyor.
Demokrasi, özgürlükler, insan hakları gibi kutsal değerleri önüne alıp laikliği hırpalama gayretleri, dikkat çekmeyecek gibi değil. Demokrasiyi olmazsa olmaz bir rejim ve değer olarak görenlerin, buna samimiyetle inananların öncelikle laikliği savunmaları gerekiyor.
Laiklik olmazsa demokrasinin olmayacağı, en azından göstermelik olacağı tartışmasız bir gerçek. Bu gerçeği hem Türkiye hem de etrafındaki İslam ülkelerinde görmek
Millilerin, 2-0 mağlup duruma düştükleri Çek takımını, son dakikalarda attıkları gollerle 3-2 yenmesi tüm ülkede büyük sevinçle karşılandı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, milli duyguları doruğa çıkaran bu başarıyı siyasi malzeme olarak kullanma “fırsatı”nı kaçırmadı.
Milli Takım’ın Çekler karşısında verdiği mücadeleyi örnek gösteren Erdoğan, “Demek ki” dedi, “Başarı 90 dakikayla sınırlı değil, son nefese kadar devam etmek gerekiyor... Bir millet topyekûn arkanızda duruyorsa başarmanız mukadderdir.”
Başbakan, Milli Futbol Takımı’ndan AKP’ye geçiş yaptı:
“Milletimizin yüreğini kabartan bu başarıdan ülkeye hizmeti büyük şeref bilen bu kadroya geçelim...”
Başbakan, bu sözleriyle kapatma davasıyla ilgili olarak izleyeceği yolu da anlatmış oldu: Son ana kadar mücadeleye devam...
Erdoğan’ın, “millet topyekûn arkanızdaysa” sözleri de kapatma kararı çıkması halinde erken genel seçime gideceğinin işareti olarak yorumlanabilir.
Anayasa Mahkemesi, üniversitelerde başörtüsü-türbanı serbest bırakmak amacıyla yapılan anayasa değişikliklerini iptal etti. AKP iktidarı, MHP’nin de desteğiyle Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerini değiştirmişti. Ancak değişiklik Anayasa Mahkemesi’nden döndü.
AKP, bu arada kapatma davasıyla igili savunmasını da hazırladı. Anayasa Mahkemesi’nin türban değişikliğini iptal eden kararı ile AKP’nin kapatılması davası arasında ilişki kuruyor. Bu ilişkiyi AKP yönetimi de kurmuş olmalı ki, hükümet ve parti sözcüleri, ısrarla, iptal edilen 10. ve 42. madde değişikliklerinin türban değişikliği olmadığını savunuyorlar. Meslektaşlarımızın bu atıfla sordukları sorulara itiraz ediyorlar. Önce bir “düzeltme” yapıyorlar, “O maddelerde türban yazmıyor ki” diyerek söze girip soruyu sonra yanıtlıyorlar.
Doğru bir duruş değil
Hükümetin ve AKP’nin bu yaklaşımı gerçeği yansıtan doğru bir duruş değil. Anayasa değişikliklerinin bu amaçla yapıldığı zaten biliniyor. Eğer değişiklikler türban için yapılmadıysa başta
Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt, 30 Ağustos’ta emekli oluyor. Teamüllere göre Kara Kuvvetleri Komutanı Org. İlker Başbuğ’un da 1 Eylül 2008 tarihi itibariyle Genelkurmay Başkanı olması bekleniyor.
Ağustos yaklaşırken komutanlar aleyhine kampanya yürütmek, bazı kesimler için artık bir “görev” haline geldi. Son günlerde bu “görevi” İlker Paşa’ya karşı yerine getirmeye çalıştıkları anlaşılıyor. Tıpkı, iki sene önce Org. Yaşar Büyükanıt hakkında yürütülen kampanya gibi. O zaman da Genelkurmay Başkanlığı’na atanmasını önlemek için Yaşar Paşa hakkında uzun süre kampanya yürütülmüştü. Bugün, aynı gayretin İlker Paşa için sarf edildiğini görüyoruz.
Ağlama Duvarı
İlker Paşa’ya karşı kampanya Kudüs’teki “Ağlama Duvarı”nda çekilmiş bir fotoğrafının yayımlanmasıyla başladı.
Fotoğraf isimsiz verildi. Sadece bir “bürokrat” demekle yetinildi. Bu yayınla İlker Paşa’nın “Musevi” veya “Musevilere
Anayasa Mahkemesi’nin türbanla ilgili anayasa değişikliklerini iptal etmesi, erken seçim olasılığını güçlendirdi. Yüksek Mahkeme’nin bu kararı AKP’nin kapatılma olasılığını artıran bir karine olarak görülüyor. Partinin kapatılmasına AKP’nin bir erken seçim kararıyla karşılık vereceği ve buna yönelik hazırlık içinde olduğu bilgileri geliyor.
Erken seçim hazırlığı diğer partilerde de gözleniyor. CHP lideri Deniz Baykal’ın, partisinin MYK toplantısında, “AKP kapatılırsa erken seçim kaçınılmaz olur, yarın seçim olacakmış gibi hazır olun” dediği biliniyor.
22 Temmuz seçimlerinin üzerinden henüz bir yıl bile geçmedi. Türkiye yeniden erken seçim havasına giriyor. 22 Temmuz’da yüzde 46.5 oyla yeniden iktidara gelen AKP, bu oy desteği ve milletvekili üstünlüğüne karşın, ülkeyi bir yıl dolmadan yeniden seçimin eşiğine getirmiş oldu.
Yönetim sorunu
Yüzde 46.5 oyla ikinci kez iktidara gelmesine karşın Erdoğan’ın, hatalı kararlarıyla bir “yönetim
Anayasa Mahkemesi’nin türbanla ilgili değişiklikleri iptal etmesi bir yetki tartışmasına neden oldu. Anayasa Mahkemesi’nin, yetkisini aştığı ve yorum yoluyla yetkisi olmadığı halde esasa girdiği öne sürüldü.
Anayasa mahkemeleri, içtihat yoluyla yetki alanını genişletebilirler mi?
Yasaların anayasaya uygunluğunun yargısal denetiminin başlangıcı olarak ABD’de Federal Yüksek Mahkeme’nin 1803 tarihli kararı gösteriliyor.
Marbury-Madison davası olarak literatüre giren bu davada, Yüksek Mahkeme, anayasa tarafından yetkilendirilmediği halde, yasaların anayasaya uygunluğunu denetleme yetkisini (yargısal denetim) aldığı kararla oluşturuyor.
ABD Anayasası’nda hüküm olmadığı halde, Yüksek Mahkeme bu içtihada dayanarak 205 yıldır, yasaların anayasaya uygunluğunu denetliyor.
Davanın öyküsü