Suçlanan Erdil Milliyete konuştu: Erdil, dünkü görüşmemizde şu değerlendirmeyi yaptı:"İddialar adalete intikal etti. Artık adaletin emrindeyim. Hukukun evrensel kurallarının uygulanacağına, gerçeğin ortaya çıkacağına inanıyorum. Benim hassas olduğum konu Türk Silahlı Kuvvetlerinin yıpratılmamasıdır. En çok buna özen gösteriyorum ve en çok buna üzülüyorum. Ben komutanlığın usul, gelenek ve gerekleri dışında bir şey yapmadım. Yargı aşamasında her şey anlaşılacaktır."Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Erdil, bu konuda ne söylese ters anlaşıldığını da belirterek, bundan sonra konuyu avukatı Dinçer Eskiyerlinin takip edeceğini kaydetti.Erdilin avukatı Dinçer Eskiyerli de, iddialarla ilgili sorularımızı yanıtlarken şu bilgileri verdi :"İddialara konu olan dubleks daire İlhami Paşanın akrabasının desteğiyle alınmıştır. İlhami Paşanın kuzeni olan (kız kardeş çocukları) merhum Muhterem Kolay bu desteği vermiştir. Muhterem Kolay tanınmış, çok varlıklı bir işadamıdır. Koç grubunun kurucu ve ortaklarındandır. İlhami Paşaya daha küçük rütbelerdeyken aile büyüğü olarak, Eğer kuvvet komutanı olursan bir daire hediye edeceğim şeklinde bir vaadi vardır. Erdil Paşa da Deniz Kuvvetleri Komutanı olunca,
Şahin, ABDnin 11 Eylül saldırılarından sonra oluşturduğu acil durum yönetiminden çok etkilendiğini belirttikten sonra şu değerlendirmeyi yaptı:"Acil durum yönetiminde dünyada en başarılı iki ülke var: ABD ve Japonya. Biz ABDde de inceleme yaptık. 11 Eylül saldırılarından sonra oluşturulan İç Güvenlik Bakanlığına bağlı bir üst kurum yapılandırılmasına gidilmiş, FEMA (Acil Durum Yönetim Ajansı) bütün ABDde yetkili. Ülke düzeyinde 10 bölge teşkilatı kurulmuş. 24 saat görev yapıyor. ABDnin neresinde olursa olsun, bir acil durumu önleme veya gerçekleşmişse, müdahale etme ve zararı en aza indirme konusunda harekete geçiyor. Örnek olarak Pennsylvania eyaletindeki merkezi gezdik. 70 kişi 24 saat çalışıyor. Kriz anında 2 bin kişi hemen görev başı yapabiliyor." Şahin, 1999 Marmara Depreminden sonra Acil Durum Yönetim Genel Müdürlüğü kurulduğunu, ancak Türkiyede bu konuyla ilgili kurumların çok dağınık olduğunu söyledi. İçişleri Bakanlığına, Bayındırlık ve İskân Bakanlığına, belediyelere bağlı kuruluşlar bulunduğunu, koordinasyonda sıkıntı çekildiğini kaydetti. Bu dağınıklığı gidermek için de yeniden yapılanmaya yöneleceklerini, ABDnin deneyiminden yararlanacaklarını ifade etti. Devlet
Putin ile Sezer arasındaki bu kucaklaşmanın, Ankaradan önce karşılaştıkları Kazakistan ve Malezyada da yaşandığını aktaralım.Rusya liderinin Ankarada sergilediği bu sıcak tavırlar, iki ülke arasındaki ilişkinin daha da yakınlaştırılması isteğinin işaretleri sayılabilir.Rusya ve Türkiyenin özellikle Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra ortaya çıkan koşullarda birbirleri için daha da önemli hale geldikleri söylenebilir. Ekonomik açıdan her iki ülke de diğeri için büyük bir potansiyel oluşturuyor. Nitekim kısa süre içinde iki ülke arasındaki ticaretin vardığı boyutlar da bunun göstergesi. Belki bundan da önemlisi Avrasya coğrafyasında ortak çıkarların cazibesi bu sıcaklığın hâkim nedeni sayılabilir.Yeniden küresel güç olmaya çabalayan Moskova için Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya alanında Türkiye stratejik önem taşıyor. Aynı şekilde aynı alanlarda etkin olmaya çalışan Türkiye için de Rusya stratejik önemde bir ülke...Eski Sovyet Avrasyacılığı anlamında değil ama Türk cumhuriyetleriyle çıkar ortaklığını önde tutan, Şanghay İşbirliği Örgütü, Çin ve Hindistan ilişkileriyle ABDye karşı yeni denge arayışındaki Rusya, Türkiyeye de bu gözle bakıyor. Bu Ankaranın çok yönlü ilişkilerle ABD
- 25. kişi de masada oturursa otursun. Masada oturması başkadır, Türkiye tarafından tanınması başkadır. Siyasi tanıma büyükelçi teatisini gerektirir, ama masada oturması bu anlama gelmez. Eğer 25. kişi de tanınmak istiyorsa önce Kıbrısta çözüm olmalıdır. Türkiyenin tanıyacağı Rum yönetimi değil, Birleşik Kıbrıs yönetimidir.Başbakan Erdoğan, Dışişleri Bakanı Gül, KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş, Başbakan Mehmet Ali Talat ve Dışişleri Bakanı Serdar Denktaşın katıldığı zirveden çıkan sonucu bu şekilde özetleyebiliriz.Ankara ve KKTC, 17 Aralıka kadar Rum Yönetimini tanımama konusunda kararlı. Varılan karara göre, Ankara ve KKTCnin politikası şu olacak:1- 17 Aralıka kadar Rum tarafının tanınması anlamına gelecek bir adım atılması söz konusu olmayacak.2- 17 Aralıkta Türkiyeye koşulsuz müzakere tarihi verilirse, ondan sonraki süreçte yeniden masaya oturulması ve Birleşik Kıbrısın oluşturulması için çaba gösterilecek.3- Birleşik Kıbrıs oluşturulmadan tanıma taleplerine olumlu yanıt verilmeyecek.Ankara ve KKTC yönetimi, Annan Planına evet diyen Kıbrıs Türkleri açısından yerine getirilmesi gereken bir yükümlülük kalmadığı düşüncesiyle, bu politikada uzlaşmış görünüyor.Bir çözüme ulaşmadan Avrupa
Karel De Gucht, Hollandalı meslektaşı Botun aksine, 17 Aralıkta Türkiyeye ek koşulsuz müzakere tarihi verilmesi gerektiğini vurguladı. Belçika Dışişleri Bakanının üzerinde durduğu bir kavram da, "ucu açık müzakere"ydi. Gucht, müzakerelerin tam üyelik hedefiyle başlaması gerektiğini belirterek şu değerlendirmeyi yaptı:"Bu kavramı kullananların neyi amaçladıkları belli değil. Açık uçlu ifadesini kullanmanın her tarafa yanlış sinyal vereceğini düşünüyorum. Bunların ne demek istedikleri belli değil. Amaçlanan müzakerelerin doğası gereği açık uçlu olduğunu ifade etmek mi, yoksa Türkiyeye tam üyelik dışında bir statü verilebileceğini ima etmek mi? Bu nedenle bu ifade yanlış sinyal verebilir. Müzakerelerin hedefi tam üyelik olmalıdır." Belçika hükümeti, Türkiye, ABye tam üye olmalıdır yönünde karar alarak Ankaraya tam desteğini açıkladı. Türkiyeyi ziyaret eden Belçika Dışişleri Bakanı Karel De Gucht da, dün kahvaltıda bir araya geldiği gazetecilere olumlu mesajlar verdi. Gucht, Kıbrısın Türkiyeye müzakere tarihi verilmesi için bir önkoşul olamayacağını da vurguladı. Gucht, Kıbrıs sorunuyla ilgili şu yorumu yaptı:"Bu sorunun çözümü görüşmelere başlamak için bir önkoşul değildir. Ancak şu
Adalet Bakanı Cemil Çiçek, 17 Aralıka kadar ABnin Türkiyeden beklediği bir yasal düzenleme kalmayacağını vurguluyor. Çiçek, dünkü görüşmemizde şu bilgileri verdi:"ABnin İlerleme Raporunda beklenti olarak ifade ettiği altı yasa vardı. Aslında bunların üçü çıkmıştı ama raporun yazıldığı tarihlere geldiği için onları da kayda geçirmiş oldular. Aslında bekledikleri üç yasa kalmıştı. Ceza Yasası, Bölge Adliye Mahkemeleri Yasası, Dernekler Yasası çıkmıştı. Geriye, Ceza Muhakemesi Yasası, cezaların infazıyla ilgili yasa ve Adli Kolluk Yasası kalmıştı. Bunlarla ilgili çalışmalar da ilerliyor. CMYnin içinde adli kolluk düzenlemesi de olacak. Komisyondan geçti. Cuma günü görüşmeye başlarsak önümüzdeki hafta yasalaşır. Cezaların infazıyla ilgili yasa da komisyona gönderildi. O da 17 Aralıktan önce çıkar."ABnin başkaca yasal düzenleme beklentisi kalmadığını belirten Çiçek, durumu şöyle değerlendirdi:"Biz üzerimize düşeni yaptık. Virgülüne kadar yaptık. Virgül dahi tamamdır. Dolayısıyla ABnin hukuk alanında Ankaraya yöneltebileceği bir eleştiri veya düzenleme beklentisi olamaz. İlerleme Raporunda ifade edilen bütün düzenlemeler önümüzdeki hafta itibariyle bitmiş olacak. Ama sözlerinden dönüp
Taslakta, Türkiyenin reformları övülmekle birlikte Kıbrıs Rum Yönetiminin tanınması talebi, işgücünün serbestçe dolaşımına sürekli kısıtlama getirilebileceği, müzakerelerin askıya alınması koşulları yer alıyor.Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, taslak metnin taktik olduğu yorumunu yaptı ve bu metnin daha çok değişebileceği mesajı verdi. Elbette bu metin nihai metin değil. Daha çok pazarlık metni...AB ve Türkiye, bu taslak üzerinde 17 Aralıka kadar yoğun bir müzakere yürütecekler. Zirveden orta yolu bulan bir metin çıkarmaya çalışacaklar.Taslakta en önemli yön, Türkiyenin, Gümrük Birliğini genişleterek Güney Kıbrısı dolaylı olarak tanıması talebi.ABnin de Rum Yönetiminin de beklentisi bu. Tarih almaya kilitlenmiş Türkiyeden 17 Aralıka kadar böyle bir ödün istiyorlar.Gerek Başbakan Erdoğan, gerek Dışişleri Bakanı Gül, Güney Kıbrısı tanıma gibi bir niyetleri olmadığını birkaç kez açıkladılar. Kıbrıs sorunu konusunda sorumluluğun Rum Kesiminde olduğunu vurguladılar. Türk tarafının Annan Planına evet diyerek üzerine düşeni yaptığını, Rum tarafının ise hayır diyerek uzlaşmayan taraf olduğunu kanıtladığını belirttiler.Buna karşın Rum Yönetimi ABye üye oldu ve şimdi Türkiyeye baskı yapıyor.
Türkiye hakkında verilecek karar, Avrupa Birliğinin objektif mi yoksa subjektif ölçüler mi kullandığını ortaya koyacaktır. Bu aynı zamanda ABnin iyi niyet sınavı anlamına da gelecektir.Türkiyeye bugüne kadar söylenen, AB ile müzakerelerin başlamasının Kopenhag kriterlerini yerine getirmesine bağlı olduğudur. Bu kriterlerin objektif olduğu ve aday ülkelerin tümü için geçerliliğini koruduğudur.Bu kriterlerin yerine getirilip getirilmediğini ise teknik bir çalışmayla AB Komisyonunun saptayacağı belirtilmiştir.Bugünkü duruma baktığımızda:Avrupa Birliği Komisyonu, son raporunda Türkiyenin Kopenhag kriterlerini yerine getirdiğini tespit ve ilan etmiştir. Böylece Türkiyenin üzerine düşeni yaptığı AB Komisyonu tarafından kabul edilmiş olmaktadır. Siyasi karar vericilerin ise, Komisyon raporunu esas alacakları açıklandığına göre, ABnin 17 Aralıkta Türkiyeye, koşulsuz bir müzakere tarihi vermesi gerekmektedir.Bu, Türkiye açısından bir hak, AB açısından ise bir yükümlülük niteliği kazanmıştır. Aksi bir durum ABnin kendi ölçülerine, değerlerine ve hukukuna aykırı davranması anlamı taşıyacaktır.Bugüne kadarki süreçte ABnin Türkiyeye karşı haksız bir tutum içinde olduğu da unutulmamalıdır.