Sağlık Bakanı Akdağ, SSKlıların önemli sağlık hizmetlerini dışarıdan aldıklarını belirterek, açık kalp ameliyatları ve onkoloji tedavilerini örnek göstermişti...Tıp Kurumu Başkanı Dr. Mehmet Altınok ile Genel Sekreter Dr. Ali Rıza Üçer, bu yaklaşıma karşı çıkan bilgiler aktardılar.Tıp Kurumu verilerine göre, SSKnın 1995 ile 2003 yılları arasında dışarıdan satın aldığı hizmetlerin toplam içindeki payı yüzde 22.5 ile yüzde 32.5 arasında değişiyor. Kurumun sağlık giderlerinin yüzde 67.5 ile yüzde 77.5i SSK tesislerine ait...2003 yılında SSK sağlık tesisleri gideri 3.5 katrilyon lira (toplamın yüzde 70i), dışarıdan satın aldığı hizmet ise 1.5 katrilyon lira (toplamın yüzde 30u).2003 yılının hizmet dökümü ise şöyle:- 65.5 milyon muayene,- 78 milyon laboratuvar tetkiki,- 47 milyon ayaktan reçete,- 600 bin ameliyat,- 212 bin doğum.SSK, bu hizmeti 6.300ü uzman olmak üzere 10.000 doktor, 1.235 eczacı ve 12.400 hemşire ile veriyor.Bu veriler ışığında Tıp Kurumu yetkilileri, SSK hastanelerinin az olanakla verilebilecek en yüksek hizmeti verdiği; bu nedenle devredilmelerinde hizmet yönünden sağlık personelinin sorumlu tutulamayacağı; hastanelerin Sağlık Bakanlığına devriyle sorunun
Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ ise CHPnin 2002 seçim bildirgesinde CHPnin de hastanelerin devrini vaat ettiğine işaret etmişti. CHPnin bildirgesinde SSK hastanelerinin işçilerin hakları mahfuz kalmak koşuluyla sağlık hizmetleri açısından Sağlık Bakanlığının koordinasyonuna verileceği yazılı.Tartışmanın çıktığı nokta ise, mülkiyet devri. CHP, SSKya ait olan hastanelerin mülkiyetinin devrine karşı çıkıyor, sadece sağlık hizmetinin bakanlıkça koordine edilmesini savunuyor.Sağlık Bakanı Prof. Dr. Akdağ ise, CHPnin, bugün yapılmak istenen düzenlemeyi seçim bildirgesinde benzeri ifadelerle savunduğunu vurguluyor.Prof. Dr. Akdağ, dünkü görüşmemizde önce mülkiyet konusuna değindi:"Bizim SSK hastanelerinin mülkiyetini parasını ödeyerek almak istememizin nedeni, yönetim etkinliği ve verimliliği artırmak içindir. Yoksa kiralamak da bir yoldur. Ama mülkiyet alınmazsa bu kez yönetim sorunu çıkar. Örneğin hastaneye onarım yapmak gerekli olursa ve bir ek bina yapılması ihtiyacı doğarsa, bu kez SSK yönetimiyle bakanlık veya hastane arasında sorun doğabilir. Çift başlı bir yönetim oluşabilir. Bunu istemediğimiz için parası ödenmek koşuluyla mülkiyetiyle almak istiyoruz. Sonuçta bir kamu
Sağlık Bakanı Recep Akdağ, hastanelerin devrini CHPnin öngördüğünü, bu hususta seçim bildirgesinde vaadi bulunduğunu anımsatarak, CHPnin seçim bildirisini okuması, komisyon görüşmelerinde tartışmanın büyümesine neden oldu.CHPnin itirazı nedir? SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığına devrini CHP de seçim bildirgesine bir vaat olarak almış mıdır?Eski SSK Genel Müdürü ve CHP milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu dün arayarak, bu sorulara açıklık getirdi.Kılıçdaroğlunun verdiği bilgiler özetle şöyle:"CHPnin seçim bildirgesindeki vaadi ile bugün hükümetin yapmaya çalıştığı aynı şey değildir. CHPnin seçim bildirgesinde yazan şudur: SSK hastanelerini sosyal sigorta sisteminden ayıracağız. İşçilerin SSK hastaneleri üzerindeki hakları saklı kalmak kaydıyla, SSKnın sağlık hizmetlerini Sağlık Bakanlığının koordinasyonuna devredeceğiz.Bu vaat SSK hastanelerinin mülkiyetinin devredilmeyeceği, sadece sağlık hizmetinin bakanlık koordinasyonuna verileceğini söylüyor. Oysa, hükümetin getirdiği tasarı, SSKnın malı olan hastanelerin mülkiyetini de devrediyor. Bizim itiraz ettiğimiz budur."Kılıçdaroğlu, Sağlık Bakanı Prof. Dr. Akdağın savunduğu tasarıya hükümetin diğer üyesi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Türkiyenin savunma ve güvenlik yapılanmasını da belirleyen bu belgedeki değişiklikler ulusal politikalardaki yeniliklerin de kaynağını oluşturuyor.Milli Güvenlik Siyaset Belgesi en son 2001 yılında güncellenmiş ve bölücü terör ve irtica birlikte öncelikli tehdit olarak belirlenmişti.Daha önceki güncelleme ise 1992 yılında yapılmış; Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla ortaya çıkan yeni koşullarda "Kuzey ve Batı" tehdidinin yerine güney komşularımızdan gelebilecek tehdit ön sırayı alınmıştı.2004 yılı güncelleme çalışmalarının ise MGKnın son asker Genel Sekreteri Org. Şükrü Sarıışık zamanında başlatıldığı ve ilk sivil Genel Sekreter Büyükelçi Yiğit Alpoganın koordinasyonunda sürdürüldüğünü belirtebiliriz. Türkiyenin tehdit algılamasını içeren Milli Güvenlik Siyaset Belgesinin yeniden güncelleştirilmesi çalışmalarının başladığını Hürriyette Sedat Ergin dünkü haberiyle duyurdu. 2004 güncelleme ihtiyacının temel kaynağını ise 11 Eylül New York saldırılarıyla gündeme oturan ve İstanbul saldırılarıyla Türkiyeye yansıyan "küresel terör" tehdidinin oluşturduğunu söyleyebiliriz. MGK ve hükümet kaynaklarına göre güncellemede "asimetrik terör" tehdidi ön plana çıkmış görünüyor.Asimetrik
ABDnin temel çelişkisi de burada yatıyor. Irak halkının önüne sandık koymak ve buradan işgale destek çıkmasını beklemek, elbette gerçekçi değil.Iraktaki sandıktan ABDye destek çıkaracak tek kesim, Kuzey Iraktaki Kürt gruplar olacaktır. İşgalden ekonomik, askeri ve siyasi olarak faydalanan tek kesim, bu gruplardır. Kürtler dışında kalan Şii ve Sünni Araplardan, ABDye destek verilmesi söz konusu olmayacaktır.Ülkede çoğunluğu oluşturan Şiilerin normal şartlar altında seçimin galibi olarak sandıktan çıkmaları doğal ve normal sonuç olacaktır. Nitekim, Şii grupların, direnişçi cephede aktif yer almayışları, bu beklentilerinden kaynaklanmaktadır. Sandıktan iktidar olarak çıkmayı beklemektedirler. Bu nedenle de sandığa ulaşıncaya kadar aktif direniş içinde yer almıyorlar.Buna karşın seçimlerin dürüst yapılmaması, seçim sonuçlarına göre iktidarın belirlenmemesi durumunda, Şii grupların da aktif biçimde direniş cephesinde yer alacaklarını tahmin etmek zor değildir.Kürt gruplar dışında Irak halkının, ABD askerlerini "kurtarıcı" olarak görmedikleri kesindir.ABDnin Irakta yönetimi ağırlıklı olarak Şiilere bırakması halinde, "hedef tahtasına koyduğu İran"a sıcak ve yakın bir Irakın ortaya
Yapılıp yapılamayacağı bir yana, yapılsa bile işgal altında ve kaos ortamında ne derece sağlıklı bir seçim olacağı da elbette tartışmalı olacaktır.Seçimin meşruiyetini gölgeleyecek bir diğer faktör de Sünni Arapların boykot eğilimi. Sünni Araplar seçimleri boykot etmelerinin yanı sıra başta Türkmenler olmak üzere diğer bazı grupların da seçime katılmaması yönünde çağrı yapıyorlar.Dışişleri Bakanı Abdullah Gülün de her fırsatta vurguladığı gibi Ankara, Sünni Arapların da seçime katılması için telkinde bulunuyor, gayret gösteriyor. Ankaranın bu gayrete girmesinin nedeni, eksik katılımla yapılacak seçimlerden Şii + Kürt ittifakı ve koalisyonun yeni Irak yönetimi olarak belirlenmesi. Ankara böyle bir yönetimin dengesizlik doğuracağını düşünüyor. Bu nedenle de Sünni Arapların ve Türkmenlerin seçimlere tam iştiraki gerektiğini vurguluyor.İşgal ve kaos ortamında, yapılacak seçimlerden sandıktan çıkacak yönetim ise Irak kaynaklarına göre şöyle tahmin ediliyor:İslami Dava Partisi lideri Caferinin seçimlerden başbakan olarak çıkabileceği üzerinde duruluyor. Diğer Şii liderlere göre Caferinin ABD ile bağlantı içinde olmayan bir konumda görüldüğü ve bu nedenle halk desteğinin, Sistani ve
Clinton da konuşmasında nezaket faslını geçtikten sonra, Başkan Bushu inceden inceye eleştirdi. Dediği şuydu:"Bütün düşmanlarımızı öldüremeyiz, bütün ülkeleri işgal edemeyiz."Clintonun bu sözleri hiç kuşku yok ki, Bushun bir kulağından girip diğerinden çıktı. Bushun, Clintonun tam aksini düşündüğü, Iraktaki görüntülerden belli. Clinton da tam bunu kastetti ama ne fayda...Seçimlerden güçlenerek çıkan Bush, Iraktaki politikasına halkından destek almış oldu ki, bundan sonra vay Iraklının haline...Bütün dünya, ABD askerinin Fellucedeki camide işlediği cinayeti gördü. Silahsız, yaralı, camiye sığınmış Iraklıyı ABD askeri küfürler savurarak öldürdü.Vietnamı aratmayacak bu görüntü de tarihe geçti. Keza Türk televizyonlarının Fellucede sivil halkın durumunu gözler önüne seren görüntüleri de, operasyonun vahşete dönüştüğünün kanıtlarıydı. Bunlar kameraya yakalananlardı. Tabii, görüntüsüz kaç cinayetin işlendiğini, bombaların altında kaç çocuğun, kadının, sivilin can verdiğini bilmek mümkün değil. ABDnin, savaş hukuku dahil Irakta uyduğu hiçbir kural yok.ABDye uygulanan bir yaptırım da yok. Ne BM, ne uluslararası mahkeme. Dikkate aldığı ne kişi, ne kurum var. ABD bildiğini okuyor. Dünyanın
Hükümler şöyle: 1 Mart tezkeresinin ekonomik mutabakat ekinin ikinci bölümünde, nitelikli sanayi bölgelerinden, Bakû - Ceyhan boru hattına, askeri alımlardan Irakın yeniden inşasına kadar Türkiye - ABD işbirliğinin detayları yer alıyor. Genelleştirilmiş Tercihler Sistemi- ABD hükümeti, Genelleştirilmiş Tercihler Sistemi (GTS) çerçevesinde Türkiyeden ithal edilecek bazı altın mücevherat ve diğer bazı ürünlere gümrük muafiyeti tanıyacak, ayrıca bu yıl içinde ilave Türk mallarının da GTS listesine dahil edilmesi çalışmalarını hızlandıracaktır. Türkiyeden ABDye ihraç olunan söz konusu kategorilerde yer alan ürünlerin halihazırdaki tutarı 180 milyon ABD dolarıdır.- Genelleştirilmiş Tercihler Sistemine Türkiyenin daha fazla katılımını kolaylaştırmak amacıyla, ABD hükümeti teknik yardım sağlayacaktır. TERCİHLİ TİCARET DÜZENLEMELERİ - ABD Başkanı acil ulusal güvenlik önceliği olarak Kongreden, Türkiyede belli bir ürün sınırlaması yapılmaksızın, Nitelikli Sanayi Bölgeleri kurulmasına izin verilmesini isteyecektir. Nitelikli Sanayi Bölgeleri, halen mevcut işyeri ve sanayi merkezleri ile yeni üretim olanaklarının bu program çerçevesine dahil edilmesi suretiyle, Türk sanayi ve çalışanları