Sumatra depremi ve tsunami, doğanın gücü karşısında insanın ne kadar zayıf kaldığını bir kez daha gösterdi. İnsanlığın doğa afetlerine karşı ne kadar korumasız, hazırlıksız olduğunu kanıtladı.Bu facianın yol açtığı felaketin manevi boyutlarını en iyi anlayacakların başında Türk insanı geliyor. Yakın zamanda depreme on binlerle ifade edilen yurttaşını kurban vermiş bir ülke ve ulus olarak, Güney Asya ülkelerinde yaşanan acıyı anlayabiliyoruz.İnsanlığın, doğa ve çevre bilincine, doğal afetlere karşı önlem geliştirmeye, bu amaçla kaynaklarını, bilgi birikimini, teknolojisini birleştirmeye yeterince çaba göstermediği, zaman ayırmadığı ortada.İnsan yaşamının hem süresini hem kalitesini artırmak ortak hedef olmalıyken, dünyamız doğal afetlerden önce birbirini yemekle meşgul. Milenyum diye alkışlarla girdiğimiz 2000 yılından sonra da hızla tahrip ettiğimiz yerkürede savaşlar sürüyor. İnsanlar birbirlerini öldürmeyi sürdürüyorlar.Kimse bir an durup düşünmüyor...Savaşların, işgallerin, düşmanlıkların üzerinde kafa yormuyor. 21. yüzyılda bile en fazla kaynağı silaha ayırıyor, bilimi en fazla insanı nasıl öldürürüm, diye kullanıyor. Silahıyla, öldürme gücüyle övünüyor ve sorunlarını da yine
ABDnin ve İngilterenin, "Rumların yüreğine korku salacak" adımlar atması halinde Rum yönetiminin 3 Ekim 2005ten önce çözüme yanaşabileceğini düşünüyor.CHP lideri Baykalla, CNN Türkte "Ankara Kulisi" programına konuk olduktan sonra, Sedat Ergin ve Murat Yetkinle birlikte Kıbrısı konuştuk.Baykal, bu sohbetimizde Rumları çözüme yöneltecek yöntem olarak özellikle ABDye çağrıda bulundu. CHP lideri, şöyle dedi:"Bu aşamadan sonra ancak ABD etkili olabilir. Örneğin bir ABD uçağı KKTCye insin veya 6. Filoya bağlı bir gemi, KKTC limanlarını ziyaret etsin, ikmal yapsın, işte o zaman Rumlar işin ciddiyetini anlarlar. ABDnin veya onun desteğiyle İngilterenin veya her ikisinin birden böyle girişimler yapmaları halinde Rumların yüreğine korku düşecektir. KKTC tanınmaya mı gidiyor sorusunu, korkusunu Rumların yüreğine vermek lazım. Kıbrısta çözüme ABD kaçınılmaz olarak bakmalıdır. Aslında bir anlamda ABD ve İngiltere gibi ülkelerin sorumluluğu, görevi söz konusudur."Baykal, aynı etkiyi yaratacak bir diğer yöntem olarak da, ABDye şu öneride bulundu:"ABD ve İngiltereye gerçekten de iş düşüyor. Kıbrısta bugünkü duruma bakıp diyecekler ki Bu haksızlıktır, Kıbrıs Türk halkına haksızlık yapılmıştır.
Mahkeme Başkanı Mustafa Akın, üye yargıçlar Meral Yolmaz ve Sevil Tosunun gerekçeli karardaki saptamaları, Türkiyede yıllardır devletin ve halkın, nasıl soyulup dolandırıldığını açık biçimde ortaya koyuyor. Hem de öyle anlaşılması zor birtakım hukuki kavramlarla değil. Halkın anlayacağı sadelikte."Hırsız kimlere denir?" veya "Hırsızlık nedir?" sorularına unutulmaz yanıtlar veren bu yargıç heyetini kutlamak gerekir.Sadece "Hırsız var" çığlığı duyulduğunda peşine düşülen bir ev veya dükkândan can havliyle kaçan kişilere değil, bankasının içini boşaltarak halkı soyan ve dolandıran yüksekokul mezunu, doktoralı, kültür düzeyi yüksek kişilerin de "hırsız" kategorisinden sayılmaları gerektiğini gerekçeli karara geçirdi bu yargıç heyeti...Kendi bankasını soyup soğana çevirip halkın parasını kendi parasıymış gibi yurtdışında istifledikten sonra, hâlâ toplum içinde böbürlenerek gezen, lüks yaşamından hiçbir şey kaybetmediği gibi bir de alacaklı gibi bağırıp çağıran; bir işadamına bu yapılır mı diye hesap sormaya kalkanları, basit ifadelerle tarif edip yerli yerine oturtturmuş bu üç yargıcımız...Şöyle demişler kararlarında:"Tüm bu suçların hukuki ilişki kılıfı altında gerçekleştiği açık.
Kıbrıs sorununda gelinen nokta bu kavramı anımsatıyor.Avrupa Birliğinin, Kıbrıs konusunda Türkiyeye karşı izlediği politika "aşırı güç kullanımı" olarak tanımlanabilir.Birlik üyesi ülkeler bütün güçleriyle, Türkiyeye müzakere tarihi vermeden önce, Güney Kıbrısı tanıması yönünde çok ağır baskı yapmışlardır. Protokolü törenle imzalayın ısrarı bunun açık göstergelerinden biridir.Türkiye, bu imzayı Brükselde atmamakla birlikte, 3 Ekim 2005e kadar imzalayacağı yönünde sözlü ve yazılı güvence vererek, müzakere tarihi alabilmiştir.Brükselde yaşanan, Avrupanın Türkiyeye karşı diplomatik yoldan aşırı güç kullanmasıdır. İmzayı atmaması ve resmen taahhüt etmemesi halinde Türkiyenin hak ettiği tarihi vermeyeceğini belirtmiş ve bu noktada ısrar ederek, Ankarayı taahhüt altına sokmuştur.Durum böyle olunca Kıbrısta "çözüm" bulma yükü yine Türkiye ve Kuzey Kıbrısın üzerinde kalmıştır.Oysa, aynı Brüksel kararı, Güney Kıbrısa 3 Ekim 2005e kadar kılını kıpırdatmadan bekleme olanağı vermektedir. Ki Kıbrıs Rum lideri Papadopulos, böyle yapacağını şimdiden her fırsatta ifade etmektedir. Türkiyenin 3 Ekim 2005e kadar protokolü imzalamaması halinde "veto" yetkisini kullanacağı tehdidini sık sık
Iraka geçişlerde güvenlik önlemlerini belirlemek ve uygulamak amacıyla oluşturulmuş Koordinasyon Kurulu mevcut. Bu kurulun Habur kapısında da bir merkezi var. Genelkurmay Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü ile diğer ilgili kurumların katılımıyla oluşan Koordinasyon Kurulu çalışmalarını sürdürüyor.Güvenlik yetkililerinin son elim olaydan sonra alınacak önlemlerle ilgili olarak verdikleri bilgi şöyle:1- Talep edildiğinde nakiller için askeri uçak tahsis edilecek,2- Haftanın belli günlerinde gerçekleştirilen emniyetli geçiş konvoyları dışında bağımsız gidişler yapılmayacak,3- Uygun görüldüğünde Ürdün üzerinden yapılan ticari uçuşlarda personel taşınabilecek.Beş polisimizin şehit edildiği olay bir anlamda güvenlik açısından önemli bir ders niteliği de taşıyor. Musul yakınlarında beş polisimizin şehit edilmesi tüm ülkeyi yasa boğdu. Olaydan hemen sonra devletin tüm kurumlarıyla olayın aydınlığa kavuşturulması ve bundan sonraki gidişlerde alınacak güvenlik önlemleri konusunda harekete geçildi. Ankara, bundan sonrası için uçak tahsisi başta olmak üzere yeni önlemler üzerinde çalışırken, Dışişleri Bakanlığı da Ankara, Bağdat ve Washingtonda diplomatik girişimlerde
Denktaş, Kıbrısta Türk tarafının ortak çözüme ulaşmak, Birleşik Kıbrısı kurmak için görüşmelere hazır olduğunu da vurguluyor.KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş, dünkü görüşmemizde durumu şöyle değerlendirdi:"Brükselde Sayın Erdoğan ve Sayın Gülün imza atmamaları, çözüm olmadan Rum yönetimini tanımayacaklarını açıklamaları çok önemlidir. Kendilerine teşekkür ettim. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak Sayın Erdoğanın sözü bizim için senettir, güvencedir. Brüksel zirvesinin karar metninde bizim açımızdan tehlikeli unsurlar vardır. Türkiyenin sergilediği tutum içinde bunları birlikte aşmamız gerecektir. ABnin Güney Kıbrısı üye almasının ne kadar büyük bir hata olduğu Brükselde bir kez daha görülmüştür." KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Başbakan Erdoğanın Brükselde AB yönetimi ve Güney Kıbrısın istediği biçimde protokole imza atmamış olmasından memnun. Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Gülün, "Çözüm olmadan Rum yönetimini tanımayız, bizim tanıyacağımız, Birleşik Kıbrıstır" yönünde açıklama yapmalarını da yeterli güvence olarak görüyor. Denktaş, önümüzdeki süreçte Kıbrısta çözüme ulaşmak için Türk tarafının görüşmelere hazır olduğunu da yineleyerek şöyle konuştu:"Türkiye, ancak Birleşik
Türk heyetinin, AB yönetiminin Rum talepleri doğrultusunda ısrarcı olduğu noktalarda Türkiyeye dönme kararı almasına kadar varan tartışmalar içinde muhataplarına söyledikleri kayda değer önemde...Örneğin Dışişleri Bakanı Abdullah Gülün, kriz anında Hollanda Başbakanı Balkenende ve Dışişleri Bakanı Bota verdiği şu yanıt gibi: "Bu zirve başarısızlıkla sonuçlanırsa, medeniyetler çatışmasının tohumlarını atmış olursunuz. İlişkiler kopma noktasına gelirse, karşınızda negatif bir Türkiye bulursunuz ki, negatif bir Türkiyenin siyasi ve ekonomik güç olarak ne anlama geleceğini düşünmenizi tavsiye ederim. Brükseldeki müzakerelerin krize dönüştüğü noktalarda Türk heyetinin kararlı ve zaman zaman sert tutumunun AB yönetimine geri adım attırmakta etkili olduğu anlaşılıyor. Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Gülü sert tutum almaya iten en önemli etken ise, AB yönetiminin, Kıbrıs Rum Yönetimini de kapsayacak şekilde protokolün Brükselde imzalanmasını istemeleri. Erdoğan ve Güle, "Kayıtsız şartsız imzalayın" baskısı yaparken, "Protokolü basına açık bir törenle imzalayın" diye ısrar etmeleri. Bu baskı Erdoğan ve Gülün tepkisine neden oluyor. Gül, şöyle karşı çıkıyor: Siz, mağlup bir ordunun
Başbakan Erdoğanı, "bye bye" diyerek masadan kalkmaya götüren sürecin AB Dönem Başkanı ve Hollanda Başbakanı Balkenendenin bir önerisiyle başladığını Prof. Dr. Ahmet Davutoğlundan öğreniyoruz...Balkenendenin niyeti Brüksel zirvesinde, Kıbrıs sorununu da bir çözüme bağlamak. Bu amaçla Başbakan Erdoğana şu öneriyi iletiyor:"Siz, ben ve Papadopulos bir araya gelelim ve bu işi çözelim."Balkenendenin üçlü Kıbrıs zirvesi önerisine Başbakan Erdoğanın yanıtı şu oluyor:"Hay, hay... Bir Kıbrıs zirvesi yapalım. Ben hemen KKTC Başbakanı Sayın Mehmet Ali Talatı çağırayım. Oturup Papadopulosla görüşsünler. Papadopulosun muhatabı KKTC liderleridir. Bizim muhatabımız da siz ve Yunanistan Başbakanı olursunuz."Başbakan Erdoğan, bu yanıtı göndermekle kalmıyor. Türk heyeti, KKTC Başbakanı Talatı arıyor ve Brüksele gelmek üzere hazırlık yapmasını, bir uçak gönderilerek zirveye gelmesinin sağlanacağını söylüyor.Balkenende, Başbakan Erdoğanın yanıtını ve Başbakan Talatın çağrılması girişimini öğrenince, önerisini geri alıyor...Ama yine Başbakanın danışmanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlundan öğreniyoruz ki, Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Papadopulos, Türk tarafını sıkıştırmak üzere AB liderlerinin her birine 17