Fotoğraf sanatçısı olarak Mustafa Koç

24 Ocak 2016

Üniversite yıllarında fotoğraf çekmeye başlar Mustafa Koç. Sonraki yıllarda da hobi olarak sürdürür. Dijital teknolojiyle tanışınca, fotoğrafa duyduğu ilgi artar, gelişir. 2006’da eşi Caroline Koç’un ısrarlarıyla ilk kez Afrika’ya gider. Yanlarında vahşi yaşam fotoğrafçısı Süha Derbent de vardır. Gördükleri karşısında büyülenir adeta. Göz alabildiğine uzayan, çayırlar, ovalar ve vahşi hayvanlar... O büyünün fotoğraflarını çekmeye koyulur. Doğru zamanda doğru yerde olmak gerekmektedir. Doğayla bütünleşebilmek... Fotoğrafik olana karar vermek... Işığı ve mizanseni özellikle arka planı iyi ayarlamak... Sonra sabırla çekeceği vahşi hayvanın uygun pozisyona gelmesini beklemek... Üslubunu netleştirmek, çektiği fotoğrafa aktarmak... Bütün o süreci doğru yönetecek liderlik vasıflarına sahip olmak. Bir nevi iş hayatındaki donanımını kullanması gerekmiştir ki bunda da zorlanmaz. Sanat özgürlüktür ya bir anlamda, o da kendini özgür hisseder o coğrafyada, elinde makinesiyle.



Beş sene boyunca yaptığı Afrika gezilerinde çektiği fotoğraflardan oluşan sergisini 2010’da Rahmi Koç Müzesi’nde açtı Mustafa Koç. ‘Karşılaşmalar’ adını taşıyan serginin aynı adlı kitabında serginin

Yazının Devamı

Rocky ile hasret gidermek

17 Ocak 2016

Çocukluğumun kahramanlarından biri de Rocky’ydi. İtalyan aygırı, sinema tarihinin en sevilen boksör karakterlerinden Rocky Balboa. Tatlı bir serseriydi. Komikti. Romantikti. Şefkatliydi. Güçlüydü. Gerçi serinin ilk filminde Dünya Ağır Sıklet Boks Şampiyonu Apollo Creed’e yenilmişti ama ‘iyi yenilmek’ diye bir şey vardı, onun yenilgisi bu türdendi. Kaldı ki o, insanın azmederse yapamayacağı şeyin olmadığının kanıtıydı. Benim için Rocky, çok çalışmaktı. İnanmak. Asla vazgeçmemek. Alçakgönüllü olmak. Hırsını kontrol edebilmekti. Aldığın darbelerle kan revan içinde kalsan da, canın çok yansa da, öleyazsan da... Hakem tepende 1, 2, 3... diye sayarken ayağa kalkmaktı. Ve bütün bunların toplamında ‘başarmak’tı Rocky Balbao. İyilerin bir gün mutlaka kazanacağının garantisiydi.

Büyüdükçe başarmak/kazanmak fiillerine referans olacak çok daha rafine karakterlerim oldu, edebiyattan, sinemadan, hayattan. Ama ben, ‘Rocky’ serisinin devam filmlerini seyretmekten vazgeçmedim. Toplam altı film.. Ve derken geçtiğimiz cuma vizyona giren ‘Creed’. Bu defa, biricik aşkı Adrian’ı kanserden kaybetmiş, onun adını verdiği restoranda yaşlılık günlerini geçirirken çıkıyor karşımıza Rocky. Saçlarına

Yazının Devamı

Bu ‘Kredi’ çekilir

10 Ocak 2016

Bugün hayatlarımızdaki en kolay şeylerden biri de bankalardan kredi kullanmak. Telefonla yapacağınız başvurudan ortalama 15 dakika sonra müşteri temsilciniz müjdeli haberi veriyor. O daha sizi aramadan bankanız mesaj marifetiyle kredinizin onaylandığını bildiriyor. Hatta internet üzerinden evraksız mevraksız başvurup onayınızı alarak işlem yapmaya

başlayabiliyorsunuz. Yeter ki kredi notunuz iyi olsun.

E hadi hayırlı olsun.

Eskiden böyle değildi ama... En az iki kefil istenirdi. Birine kefil ol demek zor gelirdi. İkinciye daha zor. Daha da fenası o kefillerin işi gücü bırakıp bankaya gitmek imza vermek zorunda kalmasıydı. Maaş yazısı, imza sirküleri... Bir dünya evrak. Hatta 2001 krizi döneminde kredi kullanacak kişinin ya da kefilinin kendine ait bir gayrimenkulü ipotek ettirmesi bile gerekti. Bekleme süresi ise bir haftayı bulurdu. Velhasıl kredi çekmek zordu.

İşte o zor günleri hatırlatan, üstüne üstlük kredinin onaylanmadığı bir hikâye anlatıyor Ankara Sanat Tiyatrosu ve AYSA Prodüksiyon’un birlikte sahneye koydukları oyun; “Kredi”. İspanyol oyun yazarı Jordi Galceran’in kaleme aldığı, Türkçe çevirisini Deniz Yıldız’ın yaptığı “Kredi”nin yönetmen koltuğunda İskender Altın oturuyor.

Yazının Devamı

Kaliteli komedi

3 Ocak 2016

Evlenecek çiftlerin ailelerinin ‘yardım etme’ kılıfıyla düğün sürecine karışması sık görülen durumlardan biri Türk toplumunda. Ne var ki bu yüzden büyük krizler çıkabiliyor, çiftler ayrılma aşamasına gelebiliyor, hatta düğünler iptal ediliyor... Hele evlenecek olan kız geleneksel aile modelindense, derhal evlenmeye şartlanmışsa, düğüne giden süreçte epeyce zorlanıyor. Annesi bir yandan, kayınvalide diğer yandan sürekli yol gösteriyorlar (!) Her iki aile de kendi kültürel formasyonlarını yaklaşmakta olan düğün üzerinde uygulamaya çalışıyor. Ailelerin hayalleri çocuklarınınkine baskın geliyor. Zavallı karı koca adayı, problem çözme yetisinden yoksunsa, vay hallerine...

İşte tüm bu süreci anlatan, epeydir de beklenen bir film girdi vizyona cuma günü: ‘Kocan Kadar Konuş: Diriliş’. Şebnem Burcuoğlu’nun aynı adlı kitabından uyarlanan filmin ilki Mart 2015’te gösterilmişti. Bu ilk filmde 30 yaşına gelmiş ve evlenememiş Efsun’un üzerindeki baskıyla başa çıkma çabasını ve çocukluk aşkı Sinan’la ‘ciddi bir ilişki’ sürecine girmesini izlemiştik. Efsun kendisi gibi olmasına izin vermeyen ailesinin katkılarıyla, değil evlenmek Sinan’dan oluyordu neredeyse. Neyse ki ikinci filmde artık

Yazının Devamı

Fransız sanatçıların sofralarına davet

27 Aralık 2015

Fransız mutfağı 2010 yılında “İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası” listesine dâhil edildi. Böylelikle ilk kez bir dünya mutfağı, kültürel bir yapı olarak korunmaya alınmış oldu. Bu kararla birlikte Fransız sofrasına da dikkat çekiliyordu aslında. Fransızların aileyle ya da dostlarla bir araya geldikleri sofraların ritüellerine... Uzun uzun oturup uzun uzun sohbet ettikleri bu sofralarda damak tadını yaşama tadına dönüştürmelerine... Unesco’ya göre bu kültür korunmalı, yeni nesillere aktarılmalıydı.

Başka ülkelerin mutfakları, misal bir İtalyan mutfağı ne olacak? Onlar da inkâr edilemez. Ama yeme içmeyi köklü bir kültür haline getirenlerin Fransızlar olduğu da herkesin malumu. De Gaulle’ün “325 çeşit peynir üreten bir ülkeyi yönetebilmek kolay değil” dediği bir ülkenin mutfağından söz ediyoruz. İşte bu mutfağın başrollerinde yer alan Fransız sanatçıların sofra keyiflerinin, onlardan tariflerle birlikte anlatıldığı güzel bir kitap çıktı geçtiğimiz hafta, Oğlak Yayınları’ndan: Sevim Gökyıldız’ın yazdığı ‘Sanatçı Sofraları’.

Hem lezzetli hem keyifli hem de doyurucu bir kitap. Gökyıldız, önce sanatçılar hakkında kısa bir bilgi verip ardından yemekle ilişkisine bağlıyor

Yazının Devamı

Türkan Şoray’dan hatıra defterlerimize...

20 Aralık 2015

Hatıra defterleri vardı benim çocukluğumda. Yıl sonlarında arkadaşlarımıza, öğretmenlerimize yazdırırdık. Bazıları için uzun uzun kaleme alırdık duygularımızı... Diyeceğimiz ne kadar uzunsa sevgimiz o kadar büyüktü. Bazen küçük çıkartmalarla süslerdik kenarını, kıyısını... Kalpler, oklar... Pullu kalemlerle imzalar atardık sonuna... Girişi ise standarttı: “Bana kalbin kadar beyaz bu sayfayı ayırdığın için teşekkür ederim”. Yani yazmak da yazdırmak da kıymetliydi.

Sordum soruşturdum, artık hatıra defteri yokmuş çocukların. Üzüldüm doğrusu. WhatsApp mesajlarında kaybolup giden kelimelere... Oysa çocuk olmak o kelimeleri o defterlere kaydetme heyecanıydı biraz da... Hâlâ ara sıra sandıktan çıkarıp bakarım hatıra defterlerime. Bu defterler giderir bir parçasını özlemenin. İyi gelir. Velhasıl güzeldir hatıra bırakmak. Ama bir deftere üç beş satırla... Olmadı bir kitapla, kenarları iğne oyalı bir mendille ya da Türkan Şoray’ın yaptığı gibi bir albümle.

Sinemanın sultanının ‘Türkan Şoray Söylüyor’ adını verdiği albüm, içinde bulunduğumuz hafta raflardaki yerini aldı. Şoray “Bu benim sevenlerime sadece hatıra olarak bıraktığım bir albüm. Bir kez yaptığım, bir tekrarı daha

Yazının Devamı

Kösem Sultan’ı anlamak

13 Aralık 2015

Biz Osmanlı’nın en güçlü, en acımasız kadını olarak bildik Kösem Sultan’ı. Karşısına geçen herkesin tir tir titrediği, gerektiğinde oğlunun katledilmesine bile ses çıkarmayan, beş padişah görmüş, devlet işlerini bizzat yönetmiş, kudretli sert kadın... Geçtiğimiz günlerde Solmaz Kamuran’ın İnkılap Yayınları’ndan çıkan ‘Kösem/İktidar Şerbeti Kan Kokar’ adlı romanını okuyunca bildiklerime yakın bir Kösem portresiyle karşılaştım. Ama fazladan bir de Kösem’i anlama duygusu hasıl oldu... Zaman zaman onun için üzüldüm bile. Solmaz Kamuran, karakterinin psikolojik derinliğini o kadar iyi vermiş ki neyi neden yaptığını anlamamak, bazı durumlarda ona hak vermemek mümkün değil.

Anastasia adıyla Venedik’in Tinos Adası’nda doğuyor Kösem Sultan. İtalyanca, Rumca, Latince konuşan, çok iyi satranç oynayan, ut çalan, iri gözlü güzel bir kız... On dördünde korsanlarca kaçırılıp İstanbul’da bir köle pazarında Saray’a satılıyor. Harem’deki derslerde hep önde gittiğinden Kösem adını veriyorlar ona. Osmanlı tahtının o dönemki padişahı I. Ahmed önce zekâsına vuruluyor Kösem’in. Her gün kütüphanede satranç oynuyorlar, geceleri de birlikte geçiriyorlar. Art arda dört kız çocukları oluyor. Kimseye kötü

Yazının Devamı

‘Sarmaşık’ gibi sarıyor

6 Aralık 2015

Beyler yarın limana yanaşmayacağız” diyor kaptan. Armatör iflasını açıklamış, Sarmaşık adlı gemiye haciz gelmiş. Ama öyle herkes evlerine durumu yok... Denize elverişlilik kaybedilmesin diye 5 gemici seçilecek. Makinede çalışacak biri, bir diğeri mutfakta, ikisi usta olacak, biri de zabit. Kaptanla birlikte altı kişi... Diğerlerine yol gösteriliyor.

Cenk, Alper, Kürt, İsmail ve Nadir bu seçimden memnun kalıyorlar. Yiyip içip yatacaklar, üç vakte kadar da evlerine dönüp maaşlarını alacaklar... Keyifler yerinde, ortalık gır gır şamata... Kaptan ciddiyetini koruyor yalnız. Geminin kurallarının aynen devam ettiğine dikkat çekip, sağ kolu olarak da İsmail’i belirliyor. Hemen ardından odasına çağırdığı Nadir’e de “Gözüm kulağım olacaksın” diyor. Böl, yönet!

Ekibin gemide geçireceği 120 günlük süreç, ki onlar bu kadar süreceğinden habersiz, böylelikle başlıyor. “Beybaba” diye hitap ettikleri kaptandan aldığı yetkiyle gemicilere türlü çeşit iş buyuran İsmail, sinirleri bozmaya başlıyor kısa sürede. Onu güç gösterisi yapmakla suçluyorlar, “Birini tanımak istiyorsan ona güç vereceksin” diye de ekliyorlar. Bütün karşı çıkışları dakikasında kaptana yetiştiriyor İsmail. Hatta iş

Yazının Devamı