Üniversite yıllarında fotoğraf çekmeye başlar Mustafa Koç. Sonraki yıllarda da hobi olarak sürdürür. Dijital teknolojiyle tanışınca, fotoğrafa duyduğu ilgi artar, gelişir. 2006’da eşi Caroline Koç’un ısrarlarıyla ilk kez Afrika’ya gider. Yanlarında vahşi yaşam fotoğrafçısı Süha Derbent de vardır. Gördükleri karşısında büyülenir adeta. Göz alabildiğine uzayan, çayırlar, ovalar ve vahşi hayvanlar... O büyünün fotoğraflarını çekmeye koyulur. Doğru zamanda doğru yerde olmak gerekmektedir. Doğayla bütünleşebilmek... Fotoğrafik olana karar vermek... Işığı ve mizanseni özellikle arka planı iyi ayarlamak... Sonra sabırla çekeceği vahşi hayvanın uygun pozisyona gelmesini beklemek... Üslubunu netleştirmek, çektiği fotoğrafa aktarmak... Bütün o süreci doğru yönetecek liderlik vasıflarına sahip olmak. Bir nevi iş hayatındaki donanımını kullanması gerekmiştir ki bunda da zorlanmaz. Sanat özgürlüktür ya bir anlamda, o da kendini özgür hisseder o coğrafyada, elinde makinesiyle.
Üç bin fotoğraf arasından seçtiği 204 fotoğrafı içeren kitabı, sahibinin mütevazılığına karşı çıkıyordu oysa. Koç’un vahşi doğaya vizöründen bakan gözleri, nefes kesen an’ları hikâyeleriyle birlikte belgeliyordu. Ağacın kollarına sarılmış kaplanın huzuru gözlerine vuruyordu misal. Bütün asaletiyle bir başka ağacın dalında ihtişamını bütün zarafetiyle sergileyen leopara hayran kalmak işten değildi. Gözleri konuşuyormuş gibi bakan bir Afrika aslanıyla fotoğrafçının bakışları buluştuğunda duyduğu heyecan da yansıyordu kareye. Kırmızı gagalı yalıçapkını, kanatları maviler içinde, birini bekler gibiydi; çok da vakit geçmişti sanki gelir miydi? Nehirden su içen bir zebra sürüsü, resmedilmişçesine çekilmiş bir fotoğraftı, tüm renkleri paletten çıkma... Düşünen adam heykeli gibi oturmuş bir Savan babunu, Rodin’in felsefi düşünceye yaptığı göndermeyi vahşi doğada sahneliyordu adeta. Otların arasındaki bir mavi maymunun gözlerindeki insansı kedere de, bu anın yakalanıp deklanşöre tam zamanında basılmasına da hayret etmemek mümkün değildi. Yavrusuyla yan yana yürüyen devasa bir Afrika fili, durgun suda dans eden flamingolar, masmavi dupduru bir gökte akrobasi yapan sarı gagalı leylek, arkasını dönmüş, başını hafiften yana çevirmiş altın dokumacı kuşu, çalılar arasında, doğadan özenle bulunmuş bir sarı fon gerisinde... Bütün bu fotoğraf kareleri vahşi doğanın muhteşemliğinde, onun bir parçası olmanın, yaşama hakkının hikâyesini anlatıyordu aslında.
Biz yeni sergiler, yeni kitaplar bekliyorduk, olmadı. Diyeceğim şu ki, kaybettiğimiz, bugün uğurlayacağımız, sanata verdiği büyük destek bir yana aynı zamanda başarılı bir fotoğraf sanatçısıydı. Doğru, ölüm ‘Yaşamın Ta Kendisi’ ama neyse ki ‘Karşılaşmalar’ var, insanın acısını hafifleten... Dilerim önümüzdeki yıllarda Mustafa Koç’un, sergisini bekleyen fotoğraflarıyla da karşılaşırız.