Sırça fanustaki kadınlar

27 Ocak 2013

Serginin adı dikkatimi çekti ilk: “Sırça Fanus”. 20. yy.ın efsanevi yazarlarından Sylvia Plath’ın yazdığı tek romanın adı bu. “Bir edebiyat-resim buluşması olabilir mi?” diye düşündüm. Öyleymiş gerçekten. Gülçin Günaydın’ın ‘hüzünlü’ kadınlarından oluşan bu sergiye verdiği adın Plath’ın romanıyla ilgisi varmış. “Sırça Fanus”ta Sylvia Plath, genç bir üniversite öğrencisinin yaşadığı depresyondan yola çıkıp, McCarthy dönemi Amerikasını kıyasıya eleştirir. Üstelik yazarın hayatından izler de taşır bu roman. Yazar, insan ruhunun en tekinsiz kuytularında cesaretle dolaşır; intihar girişiminde bulunan karakterini yaşama teğeller, sıkı sıkıya... Ne var ki, kendi hayatında bunu başaramaz; 31’inde intihar eder.
Gülçin Günaydın’ın da çok etkilendiği bir romanmış “Sırça Fanus”. Sergideki “Düşen Kızlar”ının kendilerini intihar eder gibi atmaları biraz da bundanmış. Öte yandan “Sırça Fanus”un kadını ötekileştirme üzerine kurulu düzene karşı çıkan eleştirel dokusunun da etkisi olmuş bu serginin adının belirlenmesinde. Günaydın, Türkiye’deki kadın sorununa göndermede bulunmak istemiş. Sırça fanuslarında, kendilerini özgür hissetmeden, olanca mutsuzluklarıyla yaşayan, içe dönük, şiddetten

Yazının Devamı

Çankaya Köşkü’nde hoş bir sada

20 Ocak 2013

Sultan II. Mahmud zamanında kurulan Muzıka-ı Hümayun’un iki kolu vardı. Biri Batı Musikisi, diğeri Türk Musikisi. İlki Donizetti’nin, ikincisi Dede Efendi’nin yönetimindeydi. Her iki kolun da en önemli ustaları buradan yetişti. Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte Atatürk, bu iki temel kurumun sadece adlarını değiştirdi. “Padişah” anlamına gelen “Hümayun” gitti, yerine “Riyaset-i Cumhur” (Cumhurbaşkanlığı) geldi. Saraya bağlı Batı Müziği Orkestrası “Riyaset-i Cumhur Filarmoni Orkestrası”; Türk Musikisi Heyeti ise “Riyaset-i Cumhur İncesaz Heyeti” adıyla, kadroları aynen muhafaza edilerek varlığını sürdürdü.
Riyaset-i Cumhur İncesaz Heyeti, hemen her akşam Atatürk’ün karşısındaydı. Yurt gezilerine de zaman zaman onunla birlikte çıkıyordu. 15 yılın sonunda Atatürk’ün ölümüyle birlikte ilk kurum Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası adıyla yoluna devam ederken, ikincisi sessizce ortadan kalktı. Bu kurumun yokluğu 74 yıl boyunca devam etti.
Peki neden iki geleneksel kurumun Batı müziğiyle ilgili olanı cumhurbaşkanlığının himayesinde sürerken, diğerine son verildi? Bu soruyu yönelttiğim, koronun yeniden yapılanması için hazırladıkları projeyi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e sunan iki

Yazının Devamı

Fadu meydan okumaya devam ediyor!

13 Ocak 2013

Fadu, Rize Pazarlı bir karakter. Ressam Ayşegül Sağbaş’ın karakteri. “Biraz annem, biraz babaannem, biraz da ben,” diyor Fadu için. Fadu, Karadeniz’de Fatma ve Fadime isimlerinin kısaltılmışı olarak kullanılıyor. Güçlü bir kadın Fadu. Eğlenceli, sevimli, geldiği denizin suları kadar hırçın. Sağbaş, resimlerinde bize Fadu’nun hikayesini anlatıyor. Aslında bir anlamda Türkiye’de kadın olmayı...
Sağbaş, Fadu üçlemesinin ilki olan “Fadu Seni Yakaladım” adlı sergisini 2009 yılında açmıştı. O sergide İstanbul’a göç etmiş Fadu’nun günlük hayatından bölümler izlemiştik. Çamaşır asıyordu, yatağında aşk mektupları okuyordu. Derken bir başka resimde tuvalette ‘yakalanıyordu’. Kadının iradesi dışında bozulan mahremiyeti meselesine vurgu yapıyordu bu resimler.

Fadu baba ocağına geri döndü
2011’de üçlemenin ikinci ayağı “Sütü Bozuk”u sergiledi Ayşegül Sağbaş. İstanbul’da verdiği mücadele sırasında epey hırpalanan Fadu, baba ocağına geri dönmüştü bu sergide. Ama bunun bir bedeli vardı. Başından bir sürü macera geçmişti, uygunsuz hallerde yakalanmıştı, olmazdı (!) ve o artık toplumun ‘sütü bozuk’ tabir edilen kadınlarındandı. Bütün bunlara inat naif bir fettanlık içinde kendini

Yazının Devamı

Şehir hayatından kaçmak

6 Ocak 2013

Grisi bol, sisli puslu bir öğleden sonraydı Nişantaşı’ndaki Dirimart’a girdiğimde. Bahar Oganer’in yeni sergisi “Dreamland” için. Şehrin gürültüyle akan, kalabalıkla yürüyen hengamesinin ardından gerçekten de bir rüyanın içine girmek gibiydi. Hani öyle uyanmak istemediklerimizden.
Bahar Oganer, sergisini hazırlarken metropollerden doğaya kaçma duygusuyla yola çıkmış. Henüz 1.5 yıllık bir İstanbullu o. İstanbul’a geldikten sonra bu kaçma duygusuyla tanışmış. Kısa sürede fark etmiş ki, çevresindeki hemen herkes aynı dertten mustarip, herkeste bir yeşil-mavi hasreti... Bu ortak duyguyu işlemek istemiş “Dreamland”de. Orman ve deniz üzerine kurgulamış sergisini.
Serginin girişinde sağda “Çıkış Yolu”. Ihlamur Kasrı burası. Ihlamur Kasrı bir kurgu şehir gibi gelirmiş Oganer’e. Çocukların oynadığı, gelinlerin fotoğraf çektirdiği, sincapların ağaçlarda gezindiği, insanların yeşillikler içinde yürüdüğü; sanki şehir çok uzaktaymış gibi. Oysa kapıdan çıkar çıkmaz, sağı takiben Beşiktaş karmaşası, soldan Mecidiyeköy, Şişli trafiği... Ne olursa olsun. Resme bakarken, ağaçların arasından geçip az ileride oturacak, ince belli bardakta sıcacık çayını yudumlayacakmış gibi hissediyor insan.

Yazının Devamı

Görülmemiş hesaplar

30 Aralık 2012

İşadamı Kudret Rador’un Ada’daki malikanesindeyiz. Evin şık salonunda iki kadın bir araya geliyor. Rador’un eşi Melda (Selen Uçer) ve çalışanlarından Ragıp’ın eşi Melis (Özgü Namal). İki çift, hafta sonunu birlikte geçirecekler. Eşleri de iki saat içinde helikopterle yanlarında olacak. Ve Melda ile Melis’in tanışma süreçleri başlıyor. Melis, giyimiyle, duruşuyla, konuşmalarıyla ölçülü bir matematik öğretmeni. Güzel ve güçlü bir kadın. Melda ise son derece şımarık, sevimsiz bir ‘sonradan görme’... Onun gücü ise tamamıyla kocasından geliyor.

Melda’nın küstah konuşmalarla Melis’i aşağıladığı ilk tanışma anları hayli gergin geçiyor. Melda’nın Melis’le bir derdi var ya da belki kendisiyle diye düşünürken Melis, tüm soğukkanlılığıyla orayı terk etmeye karar veriyor. Melda buna engel oluyor. O kapıdan çıkarsa, Ragıp’ın işten çıkarılması için elinden geleni yapacağını ima ediyor. Melis geri dönmekle kalmayıp Melda’ya yalvarmaya başlıyor. Tam o sırada Melda “Kuçu kuçu” diye sesleniyor Melis’e...
Melda ile Melis’in, vaktiyle yakın arkadaş olduklarını öğreniyoruz, Melis’le aynı anda. İki kadının ortak geçmişlerinin sembol sözcüğünün de ‘kuçu kuçu’ olduğunu... Yalvaran tarafa ‘kuçu

Yazının Devamı

Karları eriten şarkılar

23 Aralık 2012

Bazen de bir Sezen Aksu konserinde olmaktır mutluluk. Birkaç saati onunla birlikte geçirmektir. Çok, çok, çok eğlenmektir bir Sezen Aksu konseri. Gülmektir, ağlamaktır. Büyümek için kor ateşlerde yürümeyi göze almaktır. Hayata dil çıkarabilmektir. Sahnedeki, bir modern zamanlar bilgesi olduğu için, aynı zamanda da ‘farkına varmaktır’.
Çok Sezen Aksu konseri izledik. Çok şeyin farkına vardık o konserlerde. O konser dizilerinden biri de Aksu’nun 2002 yılında Efes Antik Tiyatro, Aspendos Açık Hava Tiyatrosu, Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu ve Brüksel Güzel Sanatlar Sarayı’nda düzenlediği dostluk ve barış konserleri dizisi “Türkiye Şarkıları”ydı. Sezen Aksu’nun Türkiye’de konuşulan farklı dillerde söylenen şarkıları ve şarkıcıları sahnesinde ağırlayıp, içinde bulunduğumuz ortak kültürün, kardeş olmanın lezzetine dikkatimizi çektiği...
Şimdi bu konserler dizisinin farklı bölümlerinden derlenmiş iki DVD, “Türkiye Şarkıları” adıyla yayınlandı.

‘Birlikte söylemek iyi geliyor’
İlk DVD’de “Bu şarkılar asırlardan beri söyleniyor bu topraklarda. Ama bazen birlikte söylemek insana çok iyi geliyor” diyor Aksu: “Bu konserleri düşünürken ilk önce içime sordum; öyle

Yazının Devamı

Vakit Gaziantep’e gitme vaktidir

16 Aralık 2012

Gaziantep’in Nizip ilçesinin dört bir yanı fıstık ağaçlarıyla çevirili Belkıs Köyü... Yolun kıvrımları Fırat’a uzanıyor. Geçit vermez Fırat’ın en sığ yerinin kıyısında artık yüzde 30’u Birecik Barajı’nın suları altında kalan Zeugma çıkıyor karşımıza... Kazı çalışmaları bitmiş, 2 bin yıllık bir tarih, imkânlar el verdiği ölçüde, olağanüstü çabalarla kurtarılmış. Geriye kalan kısımda arkeolojik çalışmalar devam ediyor. Bu bölümün suda kalma tehlikesi yok. Ve hedef de yeni buluntuları, yerinde bir açık hava müzesi olarak sergilemek.

Huzur ve hüzün yanyana
Büyük İskender’in beş komutanından biri olan Seleukeia’nın kurduğu bu kentte hüzün ve huzur yanyana duruyor. Su altında kalan kısımdaki Fırat manzaralı villalardan çıkarılıp, Zeugma Mozaik Müzesi’ne taşınan mozaiklerle, kurtarılamayanlar arasında... Kazı alanında gezerken bu duygusal karmaşa bırakmıyor insanın yakasını, şehir merkezindeki Zeugma Mozaik Müzesi’ne gidene dek de sürüyor.
İçeri girdikten sonra ise baskın duygu hayranlık. Dünyanın en büyük mozaik müzesi burası; 7 bin metrekare sergi alanı var. Ama sadece bir müze olduğu da söylenemez; öyle müthiş bir sergileme projesi uygulanmış ki, bir müzeden ziyade

Yazının Devamı

Hikâyesiz yüzler

9 Aralık 2012


Ne oldu da biz, yılların yüzümüze yazdığı öykülerden vazgeçtik? Alınlar, yanaklar gerdiriliyor, yerçekimiyle aşağı inen kaşlar kaldırılıyor, gözkapakları yine öyle... Sonra yetmiyor burun estetiği, çene estetiği, elmacık kemiği protezi, dudaklara silikon... Sonu yok gerçekten de... “Güzel” olarak kabul görmüş standartların uygulandığı hikayesiz replika yüzlerin sayısı giderek artıyor. Bu artışın nedenleri arasında yaşlanmaya tahammülsüzlükten, ‘güzel’liğin başarının şartlarından birine dönüşmesine kadar çok sayıda neden var.

İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenen, Marius von Mayenburg’un yazıp Metin Belgin’in yönettiği “Çirkin”, Lette’nin dramı üzerinden, insanlığın güzellik ve ona bağlı olarak estetikle kurduğu ilişkiyi masaya yatırıyor. Kendi buluşu olan bir fişin fuardaki sunumu için hazırlık yapan Ar-Ge Bölüm Şefi Lette, son anda sunum için başka birinin görevlendirildiğini öğreniyor. Patronu gerekçesini şöyle açıklıyor: “Berbat bir suratın var. Sen bu suratla hiçbir şey satamazsın!”
Çirkinliği karısı tarafından da onaylanan Lette, estetik bir operasyonla dünyanın en güzel yüzüne sahip oluyor. Ama daha ilk günlerden aklını kemirip duruyor haklı sorusu: “İyi de bu

Yazının Devamı