Grisi bol, sisli puslu bir öğleden sonraydı Nişantaşı’ndaki Dirimart’a girdiğimde. Bahar Oganer’in yeni sergisi “Dreamland” için. Şehrin gürültüyle akan, kalabalıkla yürüyen hengamesinin ardından gerçekten de bir rüyanın içine girmek gibiydi. Hani öyle uyanmak istemediklerimizden.
Bahar Oganer, sergisini hazırlarken metropollerden doğaya kaçma duygusuyla yola çıkmış. Henüz 1.5 yıllık bir İstanbullu o. İstanbul’a geldikten sonra bu kaçma duygusuyla tanışmış. Kısa sürede fark etmiş ki, çevresindeki hemen herkes aynı dertten mustarip, herkeste bir yeşil-mavi hasreti...
Bir düşünsenize... Seksenli yaşlarını süren bir çiftisiniz. Sabah kahvaltısı sırasında donup kalıyor eşiniz. Öyle birdenbire, bir anda. Bu uzun, sessiz bakışın teşhisi kısa sürede konuluyor; boyundaki atardamarda tıkanma. Ardından gelen ameliyat ve eve sağ tarafında felçle dönen eşiniz. Hayat artık onun giderek kötüleşen hastalığının gerektirdiği koşullara göre düzenleniyor.
Onu hastaneye göndermeyeceğinize de söz verdiğinizden bütün bakımını üstleniyorsunuz. Fizyoterapisini yapıyor, banyosunu yaptırıyor, yatağı ıslattığında duyduğu utancı yok etmeye çalışıyorsunuz. Dönüşümlü gelen hemşireler giriyor hayatınıza.
Artık tamamen yatağa bağlı, bezleniyor, yemek yiyemiyor, su içemiyor, konuşması anlaşılmıyor. Ya da donup kalan sizsiniz o sabah, aynı süreci bu defa eşiniz üstleniyor... Düşüncesi bile canını acıtıyor insanın, hele bir Michael Haneke filmiyse söz konusu olan, izlemesi de öyle... Haneke’nin geçen yıl Cannes’da Altın Palmiye alan filmi “Amour/Aşk” bu. Ama ne aşk! Haneke’nin piyano sesleriyle kapısını bize açtığı evden emekli müzik öğretmeni Anne’in (Emmanuelle Riva) ‘yardım edin’ iniltileri yükselirken ve kocası Georges’un (Jean-Louis Trintignant) çaresizliği insanın içine işlerken film boyu, ‘aşk’ tanımdan tanıma atlıyor. Burjuva sınıfının yaşlılıkla ve hastalıkla imtihanı da bu “Aşk”a dahil. Şefkat sonra, bağlılık, sevgi, merhamet ve hatta şiddet...
Aklımıza bile getirmek istemediklerimizi, gözümüzün yaşına bakmadan önümüze koyuyor Haneke. Bu defa teselli niyetine “Amaan böyle şeyler filmlerde olur ancak” deme şansınız yok; hayatın ta kendisi, olanca sahiciliğiyle... Aşkla ilgili bildiğimiz her şeyi sınatan sert bir film bu. İstanbul’da sadece üç salonda gösterime giren bir başyapıt. Filmekimi’nde görmediyseniz ve hazır şehre bir kez daha Haneke gelmişken, kaçırmayın.
Özay Şendir
Netanyahu için sonun başlangıcı…
18 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
Eğitim vezir de eder rezil de!..
18 Mayıs 2025
Zeynep Aktaş
Toparlanmanın devamı gelir mi?
18 Mayıs 2025
Ali Eyüboğlu
Hande Subaşı: Modellikten geliyorum, ama modayı hiç takip etmiyorum
18 Mayıs 2025
Güldener Sonumut
Yunanistan’ı anlamama sendromu
18 Mayıs 2025