Bizim gazetede sütun komşum Hasan Cemal’in dünkü yazısı şöyle bitiyordu:
“Türkiye’yi güzel günler bekliyor diyemiyorum...”
......................
Hürriyet’te Taha Akyol’dan satırlar daha da kaygı yüklü.
Kum tepelerinde yer değiştirebilen çöl rüzgarları gibi bir türbülansın da Ortadoğu haritasını değiştirme potansiyeline işaret ediyor.
Akyol’dan satırlar şöyle:
Suriye konusunda Türkiye’nin Batılı müttefiklerle beraber ve Esad’a karşı tavır alması elbette doğrudur.
Fakat hem ölçünün iyi ayarlanmış olması, hem Esad’ın Ankara’da umulandan daha dayanıklı çıkması, bir “Kuzey Suriye (Kuzey Suriye’deki PKK uzantısının egemenliğine bırakılan bölge GC)” sorununun doğmasına sebep oldu.
PKK artık İran ve Suriye’den fiilen destek almaktadır.
Türbülans dediğim bu işte: Ortadoğu’da kimliklerin çatışması 20. yüzyılın haritalarını sarsarken, Türkiye’de etnik terör tırmanıyor!
Cumhuriyet tarihinin kritik bir dönemine daha girdiğimiz açıktır.
......................
Başka yazarlardan da alıntılar yapabilirim ama teşhis hep aynı.
“Türbülansın artan şiddetle Türkiye sınırlarından içeriye doğru da sarktığı” ne yazık ki bir gerçek.
Deneyim sahibi duyarlı gözlemciler ufkun kararmakta olduğunu görüyorlar.
Hala “3 maymunu oynayanlar” görmemeyi, duymamayı ve bilmemeyi sürdürsünler.
Ama duyarlı, sağduyulu, bilinçli olanların pek de iyiye doğru olmayan gidişe karşı ortak akıl platformunda bir araya gelmeleri zamanıdır.
Hem de hiç gecikmeden...
KRİTİK KAVŞAK
TÜRKİYE faydanın uç noktalarındaki “kritik kavşakta...”
Kuzey Akdeniz ülkeleri tek tek iç savaştan geçti.
İspanya, İtalya, Sırbistan, Yunanistan iç savaşlarda kanın oluk oluk aktığı ülkeler.
Fay Türkiye’ye dayandığında faal kalsa da depreme dönüşecek enerjiye sahip değildi.
Güneyden gelen diğer fay hattı çok daha yeni.
“Arap rüzgarı” denen bu fay “Suriye’den sınırımızı aşarak bizim coğrafyayı da vurur mu” kaygıları yükselişte.
Bu iki fayın kesiştiği noktada yüksek enerji birikimi -Allah korusun- yüzeye vurursa, olacaklar diğer sınırları cetvelle çizilmiş eski vilayetlerimiz olan Ortadoğu ülkelerine maalesef hiç benzemez.
Bu zehirle beslenen mezhep ve etnik damarlar yıllar içinde azmanlaştı, dallanıp budaklandı.
Bütün siyasi hesapları, oy kaygılarını, irade ipoteklerini bir yana iterek iktidarı, muhalefeti, medyası, askeri, STK’ları, akil adamlarıyla, Türk ve Kürt aydınlarıyla “ortak aklı” üretmemiz hayati önemdedir.
TERÖR VE EKONOMİ
TÜRKİYE, PKK terörüne karşı mücadelesinde güçlü konumunu “sağlam ekonomisiyle” sürdürmüştür.
Ocak 1980 kararları bir dönüm noktasıydı.
Tanzimat’tan beri ilk kez Türkiye döviz sıkıntısı yaşamayacağı bir döneme girmişti.
Kurulu düzeni -çok mütevazı da olsa- bozup maceraya savrulmak, ailesini riske atmak istemedi doğulu vatandaş...
Elbette birlikteliğin köklü başka nedenleri de vardır ama “çaresizlik” ayraçtır.
1980 öncesi Türkiye’de terörün kan gövdeyi götürdüğü yıllarda ekonomi de çöküntü halindeydi.
O yılların tartışma sorusu şuydu:
“Önce terörü bitirmeye mi yoksa ekonomiyi düzeltmeye mi öncelik verilmeli?”
İki ucu pis bir değnekti.
2012 Türkiye’sinde PKK terörü katlanarak sürüyor.
Türkiye’nin ekonomik gücü önemli artı...
Ancak...
Bazı “akortsuz” seslere de kulak vermekte fayda var.
İç talep neredeyse durma noktasına gerilemekte.
Ekonomi ihracatla besleniyor.
Fakat...
Bir yandan dünyadaki ve özellikle AB ülkelerindeki ekonomik kriz, öte yandan Suriye yolunun kapalı olması nedeniyle Arap ülkelerine ihracat trafiğinde kırmızı ışık, İran’la soğuma, dışa dönük üretim üzerinde de dar boğazlar tehdidini oluşturmakta.
Bir bakana göre “PKK saldırıları nedeniyle yabancı yatırımlar bekleyişe geçmiş.”
Bu yılın turizm gelirleri de artmadı.
Suriye sadece sorunun bir yarısı. Diğer yarısı PKK’nın azgınlaşan saldırıları.
Yıllar sonra “terör mü, ekonomi mi” öncelik sorusuna dönüş yapmamalıyız.