Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türkiye’nin sınırları ötesinde kara bulutlar kümelenirken Abdülhamid’e sardım.
“Dış politika ustalığından” söz ederler.
İç isyanlardaki saltanat oyunları anlatılır.
Bugünlere ışık tutar mı arayışıyla, tarihçi François Georgeon’un kaleminden “Sultan Abdulhamid” adlı kitabını okuyorum.
Bizdeki “Ulu Hakancılarla, Kızıl Sultancıların” mevzilerinde yazılmış kitapların dışında bir tarafsız gözlem, ciddi araştırma ürünü bu.
İlginin yanı sıra, heyecan verici.
Önyargı kalıplarını bir buzkıran gemi gibi parçalıyor.
Bir artı ve bir eksiyle başlayayım.
“Abdülhamid döneminde açılan cami sayısı, okul sayısının çok altında...”
İtiraf edeyim, şaşırdım.
“Halifeliğini” ön plana çıkararak dış politika yapan ve Batılı büyük devletlere “Panislamizm” korkusu vererek Osmanlı’yı ayakta tutmak stratejisinin sahibi olan Sultan Abdülhamid’in eğitime, üstelik “laik” tarafı ağır basan okulları, cami sayısının önüne geçirdiğini okumak benim de önyargılarımı sarstı. Bu bir “artı” örneği...
Şaşırdığım ve sizi de şaşırtacağını düşündüğüm başka örnekleri de yansıtacağım.
Şimdi de bir “eksi” örnek.
Albülhamid’in Japonya imparatoruna mesaj iletmek üzere gönderdiği Ertuğrul Gemisi, dönüşte Japon takım adalarının güneyinde bir tayfunun ortasında kalır. Kıyıya savrulur. Batar. 610 mürettebattan sadece 69’u kurtarılabilir.
Facia haberi Yıldız Sarayı’ndaki Abdülhamid’e ulaşır ulaşmaz hemen sansür edilir. Günler boyunca bu elim kazadan ne tek kelime gazetelerde yer alır, ne tek kelime konuşulur. Ancak fısıltılar yaygınlaşınca artık hasıraltı edilemez hale gelir.
Sansür kapısı aralanır.
Olay koyu istibdadın örneğidir.
Hem okulları cami sayısının önüne geçireceksin, hem de aydınlanmış beyinlere sansür uygulayacaksın.
Baskı yapacaksın, izleteceksin, sürgüne göndereceksin.
Bu ikisi bir arada yürüyemezdi.
Abdülhamid’in açtığı okullarda ders veren tarih hocası Murad Bey’in öğrencilerine “tarihin akışında daima hürriyet galip gelmiştir” söylemine de işaret ediyor kitabında François Georgeon.
Ve kısa bir not düşeyim.
Ertuğrul yaşlı bir gemidir, bu sefere aylar boyu hazırlanmıştı.
İçine giderayak bir de “buhar makinesi” kondurulmuştu.
Japonya rotası aslında maceraya yelken açmaktı.
Zaten 11 ayda varabilmişti Japonya’ya.
Abdülhamid’e muhalif olanlar bunu sadece camiden fazla okul yaptırdığı için değil, donanmayı geri planda tutarak kara kuvvetlerine modern silahlar almaya, boğazlara müstahkem mevkiler/mevziler kurmaya, oralara Almanya’dan ağır toplar getirtmekle suçluyorlardı.
“Donanma on yıllarca Haliç’te pas tuttu, midye bağladı” diye eleştiriyorlardı.
Ertuğrul’un batması bu zehirli dillere (!) malzeme verecekti.
Gelsin sansür.
Ama...
Her şey bu kadar basit mi?
Osmanlı’nın başındaki belalar kara kuvvetlerinin güçlü olmasını gerektiriyordu.
Öyle ki, daha o yıllarda İngiliz gizli servislerinin raporlarında Abdülhamid’in kurdurttuğu müstahkem mevzilere dikkat çekiliyor ve olası bir savaşta İngiliz gemilerinin Çanakkale’den geçemeyebileceği uyarısı yapılıyordu.
Ayrıca Aldülhamid’in kara kuvvetleri tercihinde iki neden daha vardı.
Elindeki para kıttı.
İmparatorluğu tehdit eden isyanlar, karışıklıklar kara kuvvetlerinin güçlü olmasını gerektiriyordu.
Buna Almanya ile iyice yakınlaşmış olan Osmanlı’nın kara kuvvetlerini kendi Güneydoğu güvenliği için önemli bulan Almanya’nın ancak bu şartla silah, eğitim vermeyi dayattığını da ekleyin.
Pragmatik yöntemleri de vardı. Kara kuvvetlerini bir yandan eğitirken, öte yandan da ücretiz iş gücü olarak demiryolu gibi kamu yatırımlarının gerçekleşmesinde kullanıyordu.
Bunun için aynı uygulamayı yapan Rus Çar’ından esinlenmişti.
Sonuç...
Aldülhamid tercihini kara kuvvetleri için kullanırken bilinçliydi.
Öte yandan Ertuğrul gemisini Japonya’ya gönderirken bir fantezi yapmıyordu. Ertuğrul’un asıl görevi yol boyunca İslam topluluklarının yoğun olduğu limanlara uğramak ve oralarda on binlerce Müslüman’a Osmanlı bayrağını alkışlatmaktı.
Fransa ve İngiltere’ye “tek bir gemi bile katılımı sağladı, bir de halife sultan bütün Müslümanlara yeni haçlılara karşı birleşin, harekete geçin diye cihat çağrısı yaparsa neler olabileceğini düşünün artık” diye gözdağı vermekti.
Bu bir “üstümüze gelmeyin, tekin değiliz” mesajıydı.
Ertuğrul batmasaydı elbette daha etkili olurdu ama bu mesaj İngiltere ve Fransa’da ses getirdi.
Abdülhamid bir yandan da güçlenen Almanya’nın dostluğunu yanına alarak, “Panislamist” cihat sopasının ucunu zaman zaman göstererek imparatorluğu rahat nefes alacak bir sürece ulaştırabildi.
Şehzadeliğinden itibaren kafasındaki aydınlanmış, yetkin ve yetişkin kadroları olan, yeniden büyüklüğünü kazanan Osmanlı devletini oluşturmaya bu süreçte yöneldi.
Bir çeşit kalkınma planıydı bu.
Planını okuması için İngiliz Büyükelçisi Henry Layard’a vermişti.
Büyükelçi Layard ıslahat projelerinin “sayısı ve çeşitliliğinden, bunların esin kaynağını oluşturan liberal ve aydın zihniyetten” çok etkilenmiş.
Benim için de şaşırtıcı olacağını sandığım bu plandan hayata geçirilenler yarına...