Dün Abdülhamid döneminde yapılan okul sayısının cami sayısından çok daha fazla olduğunu yazmıştım.
Hem de bunlar şeriat okulları değildi.
“Laik eğitime” yakın sayılabilecek pozitif bilimlere ağırlık veren okullardı. (Ne yazık ki, sonraki yıllarda o okullarda mahalle baskısı arttı, çocukların günde 5 vakit namaz kılmalarının denetimine kadar vardı)
Her dönemde olduğu gibi o zaman da “ulema” bu sürece “istemezük” çekmiyor muydu?
Elbette bozurduyorlardı.
Fransız tarihçi François Georgeon, o bozurtuların başında gelen şeyhülislama Abdülhamid’in “Aptal” diye hakaret ettiğini yazıyor.
Abdülhamid’in askere fes giydirmesi, “Gregoryen takvimi” kullanmak ve sıkı durun hatta “Osmanlı dilinin öğrenmesini kolaylaştıracak, Latin alfabesine geçişi de kapsayan düşüncesine” karşı çıkan şeyhülislama Abdülhamid’in “Aptal” nitelemesi hayli öfkelendiğini gösterir.
Cumhuriyetin Latin alfabesine geçişini, “milletin kültür köklerinden koparılması” diye yerden yere vuranlara halife Abdülhamid’in de aynı şeyi yapmak istemiş olduğu, ancak direnci kıramadığı gerçeği ne etki yapacaktır, bilemem.
Abdülhamid Yıldız Sarayı’nın tiyatro salonunda opera izlerdi.
“Torunlarına bu şeker kamışı suyudur, günah değildir” der, alkol yüzdesi yüksek rom içerdi.
Ceberrut kimliği bilinmeyen şey değil ama Abdülhamid için François Georgeon’un kitabından ilginç alıntılarla devam.
İLK NÜFUS SAYIMI
Osmanlı’da başta nüfus olmak üzere her şey bilinmezlik örtüsü altındaydı.
1881-1882’de Osmanlı’da ilk kez nüfus sayımı yapılır. 2 yıl sürer.
Balkanlar, Ortadoğu, Mısır, Kuzey Afrika... O zamanın koşullarında bütün bu über coğrafyadaki insanları saymanın zorluğunu düşünün.
Ardından 1897’de ilk genel istatistik çıkarılır. Özellikle zirai ve sınai alanlarda bundan yararlanılacaktır.
1878’de “Mekteb-i Hukuk” açılır.
Buralarda ceza ve ticaret hukukuna ilişkin laik kanunları uygulayacak hukuk adamları yetişecektir.
Buna ek olarak, dini olmayan mahkemelerden sorumlu Adalet Nezareti (Adalet Bakanlığı) kurulur.
Bitmedi... Yargının, yürütmeden ayrılığı ilkesi ilan edilir.
Hakimlerin görevlerinden alınamayacağı ilkeleri duyurulur.
Yetkin bir bürokrat kesimin oluşması için Mülkiye Mektebi’nde (Siyasal Bilimler Fakültesi) eğitim süresi
3 yıldan 5 yıla çıkarılır.
“Mekteb-i Maliye” (Maliye Okulu) ve “Mekteb-i Ticaret” açılır.
1888’de Ziraat Bankası kurulur.
Cumhuriyet’in devraldığı Ziraat Bankası’nın amacı, gübre ve tohum kullanımını yaygınlaştırmak, köylüleri en çok talep edilen ürünleri yetiştirmeye yöneltmektir. Bunun uygulamalı gösterimi için de örnek çiftlikler kurulur.
Abdülhamid her vilayette bir “Hamidiye Sanayi Mektebi” açmak ister.
Özellikle Müslüman nüfus içinden teknisyenler ve mühendisler yetişmesini sağlamak hedefidir.
Ermeniler ve Rumlarla rekabet için bunu gerekli görür.
1908’e kadar toplam 2500 öğrencili 17 sanayi mektebi kurulmuştu.
1983’te Cumhuriyet döneminde önce Güzel Sanatlar Akademisi olan sonra adı Mimar Sinan olarak değiştirilen Sanayi-i Nefise (Güzel Sanatlar) mektebi açılır, resim, heykel, mimari ve gravür dersleri verilir.
Burada Osmanlı kültürel mirasının yapıtlarının restorasyonu ve korunması için de yetkin personel yetiştirmek amaçtır.
Okulun başına, Ethem Paşa’nın oğlu Müze-i Humayun’un (Arkeoloji Müzesi) ilk Osmanlı müdürü -ki daha öncekiler hep yabancıydı- Osman Hamdi Bey getirilir.
Osman Hamdi Gerome ile Boulanger’in öğrencisi idi. Paris’te yetişmişti. Avrupa sanat çevrelerine yakındı.
Ressam, mimar, etnograf, idareci ve arkeologdu.
Abdülhamid’e göre, büyük devletlerle rekabet etmek isteyen modern bir devlet sanat ve kültürle de ilgilenmek zorundadır. O dönemde yapılan hukuki düzenlemelerle bütün eski eserleri bulanların, onları İstanbul’daki Arkeoloji Müzesi’ne vermek zorunluluğu getirilir.
Milet, Efes, Priene, Didim ve Sardis’te kazı şantiyeleri açılır. Nemrut dağındaki meşhur lahitlerin kazılarını bizzat Osman Hamdi yürütür.
Her askeri bölgede açılan okullar dışında, Şam’da bir tıp fakültesi, Selanik, Konya ve Bağdat’ta hukuk mektepleri, Selanik’te bir polis mektebi açılır.
1873’te Darüşşafaka kurulur. İlk orient ekspres yeni döşenen hatlarla İstanbul’a gelir.
Artık İstanbul için “Avrupa’nın bir parçası” gibi ifadeler yayımlanır Avrupa basınında...
Ankara’ya demiryolu ulaşır.
Bağdat ve Hicaz demiryolları da o dönemin projeleridir...
.............................................
Ancak bütün bunlar devam ederken hükümeti adeta içi boş hale getiren ve karar merkezini Yıldız Sarayı’na odaklayan çok sert bir yönetim sürdürülür.
Tarihçi François Georgeon şöyle yazar “Ne ilginçtir ki eyaletler üzerindeki merkezi iktidarın güçlenmesi... Polis, sansür, baskı...”
Siyasi cendere gittikçe sıkıştırmaktadır.
Meşruiyetin geri getirilmesini telkin eden İngilizlere, Abdülhamid’in tepkisi “Kanun-i Esası (Anayasa) kadar korkunç bir şey. İmparatorluğun parçalanmasını kaçınılmaz hale getirir” demek olur.
Şaşırtıcı artılar ve eksiler için daha pek çok çarpıcı örnekler var.