Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

AB’ye “tam üyelik” Kürt sorununda sivil çözüm için bir umuttu.
En etkin çözüm seçeneğiydi.
Bu inancım İspanya’daki Baskların söylemlerinde daha da vurgulanmıştı.
Bakın ne diyorlardı:
“Biz Avrupa vatandaşıyız.
İspanya AB üyesi olduktan sonra statümüz değişti.
AB’nin bütün bireysel güvencelerine ve ayrıcalıklarına sahibiz.
İspanya’dan ayrılmak ya da kalmak statümüzde ve yaşamımızda ciddi bir değişim yapmaz.
Belki daha pozitif üretim için kullanılacak enerji kaybedilmiş olur.”
Böyle düşünmeyenler de elbette var.
Ama azınlıktalar.
Marjinalleşmek sürecindeler.

MAZİ NE KADAR ŞENDİ
TÜRKİYE’NİN AB’ye tam üye olacağı tarihin 2014 diye telaffuz edilişini hatırlayın.
Brüksel’de imza gecesi bu his “uyanık görülen rüya” gibi hepimizi sarmıştı.
2014 hem uzaktı, hem de umutları yeşil tutacak kadar yakın.
Şöyle bir düşünceyi paylaşanlar arasındaydım:
Tutun ki Güneydoğu’daki bir Kürt yurttaşımız Türkiye’den kopacak ve yöredeki İran, Irak ve Suriye Kürtlerinden oluşan bir federasyona dahil olacak Kürt devletinin bireyi mi olmak ister, yoksa Türkiye’nin tam üyesi olacağı AB vatandaşı mı?
Kendisinin ötesinde çocuklarının geleceği için hangisi daha ışıklı coğrafyadır?
AB potası ırkçı, radikal milliyetçi, mezhepçi akıntıları içine alarak ortaklaştıran ana akım olabilir.
Diğer ayrılıkçı nüfusların olduğu Avrupa ülkelerinde AB bu gibi patlamaları önlemiştir.
Elbette AB üyeliği “tık” oyunu gibi bir anda bütün hareketleri donduran sihirli kelimeler değil.
Ama yaratacağı olumlu psikolojik iklimde silahlı eylemler minimize olur.
“Ayrılık” söylemleri namlu ucunda değil, AB standartlarında demokrasinin fikir özgürlükleri sınırlarında kalır.
Romantik ya da platonik görünmesin.
Teori, AB üyelerindeki gerçeklere dayalıdır.
Bask örneğini İrlanda, Brötonya ve diğerleriyle sürdürebilirim.
O nedenle AB eşiğinden birkaç yıl içinde kendimizi Ortadoğu’nun petrol, kan ve kumla karılan çamuruna geri kaymış görmek üzücü.
Bulunduğumuz coğrafyadan kalkıp Türkiye’yi fiziki olarak başka bir coğrafyaya nakletmek mümkün değil.
80 yılı aşkın süre Türkiye aynı coğrafyadaydı ama Batı’nın zihniyet coğrafyasındaydı.
Hem de birer İslam ülkesi olan Ortadoğu’daki komşularıyla böylesine sorunlu hiç olmadı.

ORTADOĞU KRALI OLMAK
İTALYANLARIN bir sözü vardır: “Roma’da dertli kral olacağına Milano’da prens ol...”
Türkiye, Avrupa’nın ve geniş anlamda Batı’nın bir parçası iken Ortadoğu’nun kralı olmaya itildi.
Ortadoğu’nun lideri olmak gibi içeriden ve dışarıdan gazlar verildi.
Davos’taki “one minute” olayı gerçi İslam uluslarında büyük sükse yapmıştı.
Türkiye “demokrasi ile İslam’ın bir arada olabileceği örnek ülke” ışıklarını yansıtıyordu.
Arap baharıyla örtüşen bu görüntü Ortadoğu’da gözleri kamaştırmıştı.
Ama bu momentum gereği gibi “marka değeri” haline getirilemedi.
AB üyesi bir Türkiye İslam alemindeki ışıltısı ve gücüyle Batı için küresel oyunun kaderini değiştirecek koz olarak masada yer alabilirdi.
Bu şans ıskalandı.
Yazık oldu.
Şimdi Ortadoğu’nun kan, petrol ve kumla karılmış çamurunda patinaj yapıyoruz.
Türkiye’nin hala şansı var.
Bölgede demokrasi içinde halkın çoğunluğuna dayalı güçlü bir hükümeti ve siyasal istikrarı her şeye rağmen sürmekte.
Tarihin ve talihin bu kesişme koordinatında çok şeyler yapılabilir.