Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

Yunanistan Başbakanı Çipras’ın Türkiye gezisi için yorumumu yazının son satırlarında yansıtacağım.

Çünkü...

Önce “Yunanistan-lının Türk ve Türkiye psikolojisini” iyi okumak gerekir.

Başlayalım...

....................

1970’li yılların sonlarıydı...

Abdi İpekçi Milliyet’in Genel Yayın Yönetmeni’ydi.

Onun girişimiyle Türk ve Yunan basını arasında diyalog kurmak ve böylece toplumlara yakınlaşma algısı oluşturmak çabasındaydık.

Ben de o sırada bir başka çok satan gazetenin Genel Yayın Yönetmeni’ydim.

Londra’da Yunanistan’ın başlıca gazetelerinin sahipleri, başyazarları ve genel yayın yönetmenleriyle toplandık.

Haberin Devamı

Bizden hatırladıklarım Abdi Bey’in yanı sıra, Cumhuriyet’in sahibi Nadir Nadi’ydi.

Dosyalarımızı hazırlayarak gitmiştik.

Yunanistan gazetelerinde Türkiye aleyhine çıkmış haberler, yorumlar ve karikatürlerle dolu klasörler vardı ellerimizde.

Londra’daki St. James Oteli’nin küçük bir salonunda bir araya geldik.

Karşılıklı hatır sormalar, saat 5 çayları...

Sonra konuya geldik.

Abdi Bey kısa bir konuşma yaptı, biz elimizdeki içi dolu klasörleri açmıştık ki Yunanistan’ın en büyük gazete sahiplerinden biri müdahale etti:

“Hiç klasörlerin içindekileri okumayın. Elinizdeki malzemenin çok olduğunu biliyoruz.

Bizim ellerimizde ise gördüğünüz gibi ince dosyalar var.

Sadece 3-4 haber, yorum ve karikatür.

O kadar.

Yani...

Mukayeseye hiç gerek yok. Düşmanca yayınlarda biz çok daha ileriyiz.”

Sorduk:

“Neden böyle?”

Şöyle izah ettiklerini hatırlıyorum:

“Sizler tirajınızı artırmak için kupon karşılığı çekiliş yaparak, otomobil, kamyon, ev hatta otobüs veriyorsunuz. (O zamanlar öyleydi.) Sizin promosyonunuz bunlar. Biz de ise bunlar yasak. Bizim promosyonumuz ise Türk karşıtı yayınlar yapmak. Tirajımızı böyle artırıyoruz.”

Ardından bir mahcubiyet ifadesi gelmişti.

“Maalesef gerçek bu.”

Sonrasının ayrıntılarına girmeyeyim.

Bu olumsuz algının gidebilmesi için neler yapılabiliri konuşmuştuk.

Birkaç toplantı daha yapıldı.

“Faydasız oldu” diyemem.

Ama “Türk karşıtlığının silindiğini” kimse iddia edemez.

Aradan yıllar geçmişti, bu kez dönemin Başbakanı Turgut Özal’ın “2 ülke arasında ilişkileri ısıtmak çabalarına ve psikolojik duvarlara çarptığına” da tanık oldum.

Haberin Devamı

........................

Davos’taydık.

Türk ve Yunan iş adamlarının çabalarıyla Turgut Özal ile dönemin Başbakanı Andreas Papandreu’yu buluşturma planı yapıldı.

Gizli ve derinden bir anlaşma ile randevu yeri ve saati gecenin ileri saatlerinde saptandı.

Sabah 9’da buluşacaklardı.

Ancak...

9’a 15-20 dakika kala Yunanistan tarafından “vazgeçildiği” haberi geldi.

Turgut Bey yılmadı.

O günün akşamüstü Papandreu’nun kaldığı otelde bir “peynir /şarap” daveti vereceğini öğrenince -davetli olmadığı halde- “oraya gitmek” kararı aldı.

“Emrivaki” yapacaktı.

Papandreu konuşmak zorunda kalacaktı.

Öyle de oldu.

Beraberinde biz gazeteciler, Özal o davet salonuna baskın yaparcasına girdi.

Papandreu da mecburen gelip el sıktı, hal hatır sordu.

Hiç değilse bir adımdı.

Nitekim sonrasında Papandreu’nun davetlisi olarak Atina’ya resmi ziyarette bulundu.

Beraberindeki biz gazetecileri de bir davette ayrı ayrı masalara konuk olarak oturttular.

Haberin Devamı

Bulunduğum 6 kişilik iş adamı masasında, yemek boyunca hiç kimse benimle tek kelime konuşmadı.

Birkaç laf açma denemem tek kelimelik soğuk cevaplara çarptı kaldı.

........................

Sonuç...

O zamandan bu yana artık aramızda buzul yok ama sular hâlâ çok soğuk.

Ve...

Ne yazık ki sorunlarımız hâlâ büyük ve de Kıbrıs açıklarındaki enerji üretimi gibi nedenlerle katlanarak çoğaldı.