Döndü dolaştı Türkiye yeniden “Başkanlık sistemini” konuşmaya başladı.
“Başkanlık sistemini” getirmek için yeni Anayasa veya en azından Anayasa’da bazı maddelerin değişmesi gerekir.
Bu öneri Meclis’teki siyasi partilerin temsil edildiği “Yeni Anayasayı Hazırlamakla” görevli komisyondan geçebilir mi?
Nehirler geriye akmazsa “hayır...”
Ne CHP, ne MHP, ne Meclis’te bile kalabileceği bile şüpheli olan BDP’nin buna yatacağı düşünülemez.
AK Parti tek başına başkanlık sistemini düzenleyen yeni bir Anayasa’yı Meclis’e getirse nitelikli oy çoğunluğuyla kabul ettirebilir mi?
Hayır.
Belki...
Transferlerle oy devşirmeleriyle çok zorlayarak referanduma götürmek şansını zorlayabilir.
Ama...
Yapabilseydi bunun için çoktan gaza basmış olurdu.
Zaman geçti.
Momentum kaçtı.
Türkiye’nin önümüzdeki siyaset takvimi hayli yüklü.
Yerel seçimlerin öne alınması projesiyle birlikte iki oylama için sandıklar kurulması düşünülmüştür.
Fakat...
Bölgedeki dış siyaset konjonktürü bir yandan, PKK’nın kanla beslenerek irileşen sorunu öte yandan “başkanlık sistemine geçiş” düşüncelerini marjinal hale getiriyor.
Yani...
Türkiye’nin olabilecek “son tasası...”
Neredeyse...
Gündemi değiştirmek hedefli bir nokta atışı.
“Hadi bırakın PKK’yı, Afyon’u, Suriye’yi, BDP için dokunulmazlık eksenli ‘yargı bağımsızlığı’ tartışmalarını, Başkanlık sistemini konuşun!..”
KAYBOLAN YILLARI VERSELER
PEKİ “başkanlık sistemi” hiç mi konuşulmasın?
Hayır.
Elbette akademik ve siyasi platformlarda tartışılmalıdır.
Önyargısız olarak Türkiye’nin gerçeklerine, bulunduğumuz coğrafyanın dayattığı koşullara, hızlı ekonomik büyüme gereğine cevap verip vermeyeceği irdelenmelidir.
Örneğin...
Pamuk ipliğine bağlı çok partili ortak hükümetlerde Türkiye “kaybolan yıllara” savrulmuştur.
Köklü reformlar yapılamamış, cesur kararlar alınamamıştır o süreçlerde.
Oy tabanları felsefeleri farlı partilerin birbirleriyle aynı hükümette ortak çizgide istikrarlı yürümeleri gibi bir siyaset kültürü ve demokrasi olgunluğu düzeyinde değiliz.
Ne yazık ki böyle...
Sezen o kadar söyledi “kaybolan yıllarını geri alabildi mi?”
......................
Başkanlık sisteminde ise başkanı halk seçer.
Başbakan yoktur.
Başkan hükümetini milletvekilleri arasından seçmek zorunda değildir.
Hatta ilke olarak Meclis dışından uzman teknisyenleri bakan yapar.
Ülkeyi onlarla yönetir.
Bu durumda başkan istisnai haller dışında Meclis çoğunluğu partisine dayanacağı için yamalı bohça diye anılan ortak hükümetler kurulmaz.
Siyaset istikrarlıdır.
Teoride, “yargı” başkandan bağımsız olarak düzenlenebilir. (“Dizayn edilebilir” deniliyor.)
...........................
Buna karşılık bir sürü de “sakıncalar” sıralamak mümkün.
..........................
Ama...
Galiba “her millet kendine uygun yönetimi/yöneticiyi başına getirir” söylemi küresel gerçektir.
Yazılı anayasası ve sembolik kralı, kraliçesi bir yana seçilmiş cumhurbaşkanı olmayan İngiltere demokrasisi ile anayasası ve seçimle gelen güçlü başkanı tarafından yönetilen Amerika demokrasisi düşünülmeli.
Hangisinde demokrasi çıtası diğerinden bir parmak aşağıda.
Yok böyle bir şey.
İkisi de ayrı sistemler ama yüksek kalitede ileri demokrasiler.
İngiltere’de koalisyon hükümetleri değirmen beygirleri gibi dönüp durmuyor, takır takır iş yapıyor.
ABD’nin ortak hükümet diye bir yönetimi olmuyor ama o da istikrarlı.
Yani...
Mesele seçmenin de siyasi olgunluğu, sistemin bu siyasi kültürün dayattığı kırmızı çizgilerde kalıp kalamadığıdır.
Bunlar yoksa ister başkanlık, ister Meclis hükümeti, ister Fransa gibi ülkelerde olan yarı başkanlık sistemi ile yönetilsin hepsi tartışma götürür kara boşluklar bırakır.
Tartışmalar oralarda debelenir.
Özellikle Avrupa’nın doğusunda demokrasinin bu ilk gençlik sendromu kaçınılmaz kader gibidir.
Örneğin...
Kuzey komşumuz Rusya...
Başkanı da var, başbakanı da...
Meclisi de.
Putin 8 yıl başkanlık yaptı, tek adamdı.
Adamı Medvedev’i bir dönem başkan yaptırdı, kendisi Anayasa gereği başbakan olarak yönetimini devam ettirdi.
Gene son sözü söyleyen o tek adamdı.
Şimdi...
Anayasa kurallarında yürüyerek gene başkan...
Gene tek adam...
Medvedev de onun başbakanı.
Söyleyin...
Başkan olmuş, başbakan olmuş ne fark etmiş?
Hepsinde tek adam Putin.
Gaz için, petrol için, bankalar için, asker için, medya için tek patron.
9’uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in siyaset literatürüne giren damardan söylemiyle noktayı koyayım:
“Va mı ötesi...”