Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Dünya Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) tarafından yayımlanan raporda “Türkiye’nin basın haklarını en fazla ihlal eden ülke olduğu” değerlendirmesi var.
Türkiye’nin bu durumda “İran, Eritre ve Çin’i bile geride bırakan ülke” konumu belirtiliyor.
AB ilerleme raporlarında ve diğer Batılı kurumların, gazeteci meslek kuruluşlarının da aynı ya da benzer değerlendirmeleri yayımlanmıştı.
Ünlü söylemle “batı cephesinde değişen bir şey yok...”
Ya “doğu cephesinde?..”
İslam Birliği Konferansı’ndan, Ortadoğu ülkelerinden, Kuzey Afrika Müslüman ülkelerinden “basın özgürlüğü” için neden bir “tavır” görülmez?
Böyle bir “tavra” hiç tanık oldunuz mu?
Türkiye’deki “basın özgürlüğü ve gazetecilerin durumu, gazeteler için kırmızı çizgileri, hapisteki gazeteci sayısını” eleştiren ne bir ses, ne bir nefes?
Oysa...
Oralarda da gazeteler ve televizyonlar var.
İnternet gazeteciliği de yapılıyor.
Kendi coğrafyaları içinde “basın özgürlüğü” diye bir “meseleleri” mevcut değil.
O ülkelere zaman zaman gittim.
Özellikle bizim başbakanların, cumhurbaşkanlarının gezilerini izlemek üzere gittiğimde bazı davetlere de katılıyorduk.
Bizim devlet adamlarıyla konuşmamız, olayları gazete ve TV’lerimize yansıtmamız ile o ülkelerdeki gazeteciler arasında büyük farkı görüyordum.
“Resmi bülten servisi yapıyor” gibiydiler.
Politikacılarla “amir-memur” ilişkisine benzer bir hiyerarşik duruştaydılar.
Türkiye’de benzer örnekler hep olmuştur ve şimdi de var.
Ancak...
Türkiye’de “doğal” görülmüyor.
Eleştiri konusu olabiliyor.
Türkiye’de gazeteciliğin son 90 yıllık geçmişindeki özgürlük kazanımları ve Batı demokrasi ölçütlerine entegrasyon mesafeleri almış olması, Batılı gazetecilik kuruluşlarına Türk gazetecilerinin üyelikleri, hatta onlarda sıklıkla yöneticilik yapmaları gibi nedenler bunun başlıca nedenleri.
“Canım, daha fazlası Türkiye’den beklenmez ki” denip, geçilmiyor.
Oysa...
İslam ülkelerinden birinde “özgür gazetecilik” diye bir “mesele”, insan hakları ve özgürlüklerine dayalı hür parlamenter demokrasiler zaten olmadığı için “özgür basın” sorunu akla bile gelmiyor.
Türkiye, Batı dünyasıyla demokratik entegrasyonunu derinleştirdiği ölçüde insan hakları, özgürlükler çıtası da yükselir.
Türkiye, AB üyesi olmayacaksa da ileri demokrasi yol haritasında yolculuğunu sürdürmelidir.
Bazen hedefe yolculuk, hedeften daha önemli ve yararlıdır.
Son AB İlerleme Raporu’nu Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Burhan Kuzu ekranda buruşturup yere attı.
Burhan Kuzu hoca hoş sohbet ve tanıyanların sevdiği bir siyasetçidir.
Ama...
Türkiye’deki insan haklarını özgürlükleri demokrasi penceresinden değerlendirmeler onun tarafından buluşturulup yere fırlatılırsa, polisten idarecilere kadar sorumlular o hak ve özgürlüklere ne ölçüde özen gösterirler?
Belki Ford Vakfı ve Açık Toplum Enstitüsü katkılarıyla, Christian Amanpour, Tom Brokow ve Arianna Huffington gibi ünlü gazetecilerin yönetim kurulunda oldukları CPJ raporunu da birilerinin buruşturup yere fırlattığını ekranlardan izleyeceğiz.
Fakat...
Yere vuran o raporun basılı olduğu kâğıtlar mı, yoksa özgür basının vazgeçilmez unsur olduğu ileri demokrasi grafiği mi olur?
Burada önemli bulduğum bir notu da ilave edeyim.
Bizim yıllarımızı verdiğimiz bu güzel mesleğe sızarak “şiddete dayalı siyaset” için kullananların aynı raporun satırlarında “bizdenmişler” gibi gösterilmelerine de kesinlikle karşıyım.
Ne yazık ki...
Şiddete dayalı siyaset ve örgüt mensuplarından polise, gizli servis elemanlarına, yabancı servis mensuplarına kadar sızmalarla gazetecilik mesleği kullanılıyor.
Sadece Türkiye’de değil, her ülkede.